Akşener kavgasının kaldırdığı toz şimdilik yere indi. Böylece 6’lı masanın tutulduğu öksürük nöbeti nihayet sona ermiş oldu. Çözüm için getirilen şu öneriyle kavga geride kaldı: “Madem tek aday çıkaramıyoruz, üç aday çıkaralım.” Kılıçdaroğlu’nun yanına cerrahi bir işlemle Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş cumhurbaşkanı yardımcısı olarak eklendiler. Yetmedi, diğer partilere de masa kontenjanı gereği 5 adet cumhurbaşkanı yardımcılığı verildi. Böylece 6’lı masanın kendi adıyla uyumlu, yedi kollu tek gövdeli bir cumhurbaşkanı adayı dünyaya geldi. 12 Eylül döneminin deyişi ile, karıştırdılar ve barıştırdılar. Sonunda Kılıçdaroğlu, omzu üzerinden bakan günah ve sevap katipleriyle de olsa, uzun zamandır arzu ettiği Cumhurbaşkanlığı adaylığına kavuştu.
Peki, tüm bu toz duman havaya neden kalktı? Birkaç ay öncesinde Meral Akşener ve Kılıçdaroğlu’nca dile getirilen “devri sabık yaratmayacağız” ifadeleri, seçimin kazanılması halinde geçmiş döneme ilişkin sert bir politika izlenmeyeceğinin ilanı bakımından açıklayıcıdır. O halde tartışmanın konusu neydi: Kavga bürokrasinin paylaşımı ve kadrolar üzerine verilmiş görünüyor. CHP’nin uzun zaman sonra yeniden yer edinme olanağı bulduğu devlet bürokrasisinde yeni güç dengelerinin nasıl tesis edileceği doğaldır ki, kimi gerilimleri beraberinde getirmektedir.
Girizgah babında, AKP ulemasından Murat Belge’nin 2009 yılında yazdığı, “yüksek yargıda Alevi örgütlenmesi var” temalı Sünni teamüllere uygun yazısı bu çerçevede hatırlanabilir. Belge’nin açık ettiği ve uzun zamandır devam eden yüksek yargıyı, TSK’yi, emniyet güçlerini ve diğer devlet kurumlarını “CHP’den arındırma” politikasının 6’lı koalisyonun olası bir seçim zaferi halinde “dondurulması” gerekliliği, partiler arasında bir tartışma sürecini tetiklemektedir. Bürokraside CHP’ye yer açılması ile sağın bürokrasideki egemenliğinin korunması meselesi burada tartışmanın asıl özünü oluşturuyor, denilebilir. Verili durumda emniyet güçleri, TSK’nin önemli bir kısmı ve yargı kurumları neredeyse tümüyle 6’lı masanın CHP dışındaki bileşenlerine yakın bir ideolojik çizgidedir. Bu nedenle örneğin mevcut savcı-yargıç kadrosuyla yola devam edilip edilmeyeceği, emniyetteki İslamcı kadroların geleceği ya da Milli Savunma Bakanlığı’na, ordu komutanlıklarına kimlerin getirileceği türünden sorunlar, 6’lı masanın fay hatları olarak karşısında duruyor.
Üstelik henüz başlangıçta Türkiye sağı 6’lı masaya pek çok önlemle birlikte oturmuştur: Yargı, ordu ve emniyet bürokrasisindeki Sünni-islamcı kadrolaşma üç İslamcı parti ile korumaya alınırken, bu kurumlardaki MHP’ye yakın kadrolar da İYİP ile güvence altına alınmış durumdadır. CHP ise henüz bürokraside kendisine bir yer bulabilmiş değildir; bulup bulamayacağı bir meseledir. Buna iradesi olup olmadığı ya da bunu talep edip etmediği de dikkatle tartışılmalıdır. CHP’nin bürokrasiye dahil edilmesi halinde, bu sürecin masanın tüm partilerine dağıtılan Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı ve olası onay mekanizmalarıyla son derece kontrollü bir biçimde gerçekleşeceği de anlaşılıyor.
Yürütme yetkisini tüm koalisyon partilerinin onayına sunan cumhurbaşkanlığı yardımcılığı mekanizması işte bu çerçevede sağın bürokrasideki ağırlığı konusunda belirleyici önemdedir. Engelleyici işlevi ile, ilk bakışta, bürokrasideki AKP’den miras kalan sağcı ve İslamcı kadroların kadrajdan çıkarılması işlevi göreceğini ileri sürebiliriz. Özgür Özel’in açıklamasına göre ise bu mekanizma, cumhurbaşkanı yardımcılığı mekanizması, bizzat CHP tarafından İYİP’e bir B Planı olarak önerilmiştir. Özel, İYİP’i masaya dönmeye ikna eden formülün bu olduğu iddiasındadır. Demek ki, bizzat CHP’nin önerisi ve onayıyla Türk sağına, henüz seçim kazanılmadan yürütme ve dolayısıyla bürokrasideki kontrol mekanizmalarını devam ettirme olanağı sunulmuş olmaktadır. Öyleyse şu soru ister istemez karşımızdadır: Masadan geriye CHP’ye ve CHP’lilere ne kalacaktır?
Okan İrtem