Cumhuriyet tarihinin en ağır siyasi, iktisadi ve sosyal krizi yaşanırken Tayyip Erdoğan seçim platformunu “kadına dayak, grevlere yasak, Kürtlere şeriat, Türklere tarikat” şiarı üzerine inşa etmeye hazırlanıyor. Hizbullahçı Hüda Par’ın AKP listelerinden parlamento seçimlerine gireceğinin açıklanmasının ardından, Milli Görüş geleneğinin devamcısı Yeniden Refah Partisi (YRP) de Cumhur ittifakına katıldı. Modern Türkiye tarihinin en gerici ittifakıyla karşı karşıyayız.
Kürt Sorunu: İslam kardeşliğinden şeriatın kılıcına
Sokak ortasında arkadan kafaya satır vurarak veya Makarov marka tabancayla tek kurşun sıkarak işlediği cinayetler nedeniyle bölge halkı tarafından Hizbulkontra olarak nitelendirilen, kontrgerillacılığa karşı çıkan üyelerini domuz bağı işkencesiyle öldüren, aşiret-tarikat örgütlenmesi üzerinden devşirdiği kadrolarla 90’ların kirli savaşında vahşet saçan, Türkiye toprakları üzerinde şeriat hükümlerine dayalı bir Kürdistan kurma iddiası taşıyan Hizbullah’ın yasal-siyasi düzlemdeki temsilcisi Hüda Par, AKP biletiyle parlamentoya girmek üzeredir. 2002 yılında kendisine iktidar kapılarını açan Kürt sorununu “İslam kardeşliğiyle” çözme siyasetini geri dönüşü olmaz bir şekilde terk eden AKP, seküler Kürtleri “şeriatın kılıcıyla” tedip ve terbiye etmek niyetindedir. TSK’nın Kuzey Irak’taki askeri operasyonlarına ev sahipliği yapan Barzani ailesinin KDP’sini de bu geniş ittifakın bir parçası olarak ilave ettiğimizde, tablo netleşmektedir: Suriye Kürtler’inin Baas rejimine karşı İhvancı muhalefet saflarında asker yapılması planına dayanan çözüm sürecinin rafa kalkmasıyla birlikte AKP’nin “daha fazla şiddet” ve “daha fazla gericilik” dışında bir siyaseti kalmamıştır.
İlerici kamuoyunun, ayrılıkçı bir programa sahip olması nedeniyle Hüda Par’ın AKP’yle ilişkisi üzerinden MHP’yi sıkıştırmaya çalışması bir naifliktir ve nafiledir; zira, Türk ve Kürt ilericiliğine karşı ülkücü mafyayla Kürt şeriatçılarının ortaklığı 90’lara ait bir formüldür. MHP’nin Hüda Par’ın varlığından hiç rahatsızlık duymaması aynı formülün bugün de işletildiğini göstermektedir.
Yeniden Refah’la Erdoğanomi
6284 sayılı yasaya muhalefet eden ve kadına yönelik aile içi şiddete müsamaha gösterilmesini savunan YRP’nin Cumhur ittifakına katılması ile, İngiliz pasaportlu sabık Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Erdoğan’la AKP Genel Merkezi’nde yaptığı toplantıdan sonra siyasete girmeyeceğini açıklaması arasındaki bağ es geçildi.
Muhalefet cephesi Erdoğan’ın Şimşek’le görüşmesini seçim sonrasında ortodoks politikalara dönme isteğine bağladı; dahası küresel mali fonların yıldızı Şimşek’in Erdoğan’ı reddettiği, Erdoğan’ın yalnızlaşarak kendi çelik çekirdeğine hapsolduğu ileri sürüldü.
Sormak gerekiyor; Kuran hükümlerine referans vererek Merkez Bankası faizlerini tek hanelere indiren Erdoğan ekonomi politikasında hata yaptığını düşünseydi, Merkez Bankası’nın Hazine’yi doğrudan fonlamasını protokol metnine koyan YRP’yi Cumhur ittifakına alır mıydı? Erdoğan’dan seçim ertesi normalleşme işareti bekleyen piyasa aktörlerinin beklentilerini suya düşürmek pahasına, bu soruya “hayır” cevabı vermek gerekiyor.
O halde, Şimşek mi Erdoğan’ı reddetti, Erdoğan mı Şimşek’i; Şimşek’in ekonomi idaresinin başına geçmek için Merkez Bankası’nın faiz arttırmasını, Hazine’nin kur korumalı mevduat yükünden kurtulmasını talep etmiş olması ve Erdoğan’ın bu talepleri reddetmiş olması çok daha muhtemel bir senaryodur. Şimşek’in Erdoğan tarafından reddi Cumhur ittifakının seçimleri kazanması halinde Erdoğanomi’nin devam edeceği anlamına gelmektedir.
İslamizasyon ve Arabizasyon
Döviz zenginlerine, inşaat rantiyelerine yapılan transferler sonucu büyüyen bütçe açıkları, enflasyonun kat be kat altında baskılanan faiz oranları, döviz kurunu tutmak için yapılan arka kapı döviz satışları, bir yıl içinde çevrilmesi gereken 180 milyar dolarlık dış borç, yeniden tırmanışa geçen, iki ayda 10 milyar dolara ulaşan cari açık… Peki, Erdoğanomi’nin ülke kaynakları üzerinde her geçen gün katlanan maliyetini kim finanse edecektir?
Erdoğanomi bir diktatorya heveslisinin fantezilerinden öte, küresel finans jeopolitiğinde yaşanan dönüşüme tekabül eden bir politikalar demetidir.
Geçtiğimiz yıl, Ukrayna krizinin ardından enerji fiyatlarının yükselişe geçmesiyle birlikte; Batı’nın “otokrasi” olarak tarif ettiği Rusya, Suudi Arabistan, Körfez monarşileri ve Çin toplamda 1 trilyon dolar cari fazla verdiler. Ancak geçmiştekinden farklı olarak, cari fazlalarını döviz rezervlerine dönüştürmediler. ABD’nin Ukrayna krizi nedeniyle Rus Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini dondurması “otokrasilerin” dolar cinsinden tahvillere olan iştahını kesti. Biden yönetiminin parya muamelesi yaptığı Suud familyası elinde biriken petrodolarları Suud varlık fonuna aktarıyor, yaptırım kıskacındaki Rus Merkez Bankası altına yöneliyor, Çin’in döviz rezervlerindeki mütevazı artışlar devasa cari fazlasının yanına yaklaşamıyordu.
Yüksek cari fazla veren “otokrasilerin” dolar rezervlerini arttırmaktaki gönülsüzlüğü, uluslararası ölçeklere göre küçük sayılan Türkiye, Mısır ve Pakistan gibi mali açıdan sıkıntı çeken ülkelerin geleneksel olmayan yollarla finansman bulmalarına imkânı sağlıyordu. (1)
Geçtiğimiz yıl Akkuyu Nükleer Santrali için 10 milyar dolar gönderen Vladimir Putin, bir de üstüne BOTAŞ’ın 20 milyar dolarlık doğalgaz borcunu ertelemişti. (2) Ulusal egemenliği ayaklar altına alarak Cemal Kaşıkçı dosyasının verilmesi karşılığında Suud monarşisi cömertliğini gösterdi ve bu ay TCMB’ye 5 milyar dolar döviz plase etti. Suud monarşisini Birleşik Arap Emirlikleri’nin takip etmesi bekleniyor.
Erdoğan, Kabakçı Mustafa isyanından bu yana tarihimizin en gerici ittifakını kurarken, selefi Körfez monarşilerinin mali desteğini elde etmektedir. Ne kadar şeriat, o kadar petrodolar.
Kol mesafesinde Türkiye
Peki, Türkiye’nin adım adım “otokratik” eksene kayması, Batılı müttefiklerini endişelendiriyor mu? Kısaca bu soruya yanıt vermek gerekiyor.
Türkiye ekonomisi bir ödemeler dengesi krizi eşiğindedir. İnatçı enflasyonun yanı sıra yüksek enerji maliyetleri nedeniyle ilk defa cari açık veren Avro Bölgesi, geleneksel olarak sermaye ithal eden ABD ve İngiltere; Türkiye ekonomisinin mali yükünün “otokrasi” olarak tasnif edilen ülkelerin omzuna binmiş olmasından ancak memnun olabilir.
Geri kabul anlaşmalarıyla birlikte göçmen deposu statüsüne kavuşan Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik statüsü elde etmesi bundan sonra imkansızdır. Türkiye’nin “otokratikleşen karnesi”, Batılı liderlerin Türkiye’yi refüze etmeleri için bulunmaz bir gerekçedir.
Emperyalist merkezler ekonomik ve demografik krizlerle boğuşan Türkiye’yi bir kol mesafesi uzaklığında tutmak isterken, Erdoğan küresel mali jeopolitiğin kendisine sunduğu fırsatları değerlendirerek orta çağa dönüş planını yürütme gayreti içerisindedir.
Sait Çakır
- Brad Setser, The new geopolitics of global finance, Council on Foreign Relations, Blog, 30 Kasım 2022, https://www.cfr.org/blog/new-geopolitics-global-finance
- Uğur Gürses, Bütçede gaz sıkışması, Blog, 16 Ocak 2023, https://ugurses.net/2023/01/16/butcedeki-gaz-sikismasi/