David Fromkin Avrupa’da Son Yaz kitabında Birinci Dünya Savaşı eşiğindeki Avrupa’nın son yazını anlatmıştı. Bu huzurlu yazın Birinci Dünya Savaşı ile birdenbire nasıl sona erdiğini kaleme alıyordu. Peki, nükleer silahlara başvurulması ihtimalinin konuşulduğu günümüzde biz hangi yazı yaşıyoruz? Başka deyişle bir dünya savaşı öncesinde miyiz? Dünya toplumları birkaç dünya savaşı yaşadılar. İlk ikisi sıkça ele alındı ve tarihleri ayrıntısıyla yazıldı. Üçüncü dünya savaşı tespiti ise henüz literatürde yer almıyor. Üçüncü savaşın tarihi bir dünya savaşı olarak da kitap sayfalarına geçirilmiş değil. Ergun Türkcan’ın Deniz Mecmuası Yayınları’nca yayımlanan Üç Tarz-ı Emperyalizm çalışması işte bu tartışmayı ele alıyor. “Kaç dünya savaşı var?” diye soruyor.
Türkcan’ın ele aldığı “dünya savaşı” meselesi kuşkusuz, sadece savaşların tarihine dikkat çekme amacını taşımıyor. Bu konuyla Türkcan hem bir periyodizasyon sorununa, hem de geride bıraktığımız dönemden bugüne miras kalan çelişkilere ya da kavgalara da işaret ediyor. Çalışmasında tartışmalı bir tezle, ‘dünyanın üç dünya savaşı yaşadığını ve bir dördüncüsünün ise ufukta olduğunu’ yazmaktadır. Bunlardan birinci ve ikincisi biliniyor. Üçüncüsü ise Soğuk Savaş olmaktadır. Türkcan’ın formülasyonunda Soğuk Savaş bir dünya savaşı, daha net bir formülle, kazanan tarafın ABD olduğu üçüncü dünya savaşıdır. Yaklaşık olarak 1945’ten 1989 yılına dek süren, 50 yıllık bir dönemi kapsayan uzun, yorucu ve daha çok vekalet savaşlarıyla işleyen bir yıpratma savaşıdır.
Bununla birlikte, bu üçüncü savaşın bir özelliği var. Savaşın sonunda kazanan ve kaybeden taraflar arasında Versailles Antlaşması türünden bir teslimiyet antlaşması imzalanmıyor. Türkcan’ın da kitabında değindiği üzere, kazanan taraf, ABD, masa başında SSCB’ye verdiği, “NATO’nun doğuya, Sovyet ülkelerine ve Varşova Paktı ülkelerine doğru genişlemeyeceği” sözünü ise yerine getirmiyor. ABD diplomasi masasından kalktığı anca SSCB’ye vermiş olduğu sözleri öylece ortada bırakıveriyor. NATO ile Avrupa Birliği hızla; eski Yugoslavya ile Varşova Paktı üyelerini ve eski Sovyet ülkelerini (Letonya, Litvanya, Estonya) yutuyorlar. Ama sıra Ukrayna ve Gürcistan’a geldiğinde, Türkcan’ın sözleriyle, “Rusya uyanıyor”. Bugün tanık olduğumuz savaşlar (2008 Gürcistan ve 2022 Ukrayna savaşları) başlıyor. Soğuk Savaş ertesinde kurulan ABD düzeninde Rusya’ya “parya” olmak ve küçülerek yutulmak dışında bir olanak tanınmaması, Rusya’yı Soğuk Savaş sonrasında kendisini içinde bulduğu “Pax Americana” düzeniyle çatışmaya zorluyor. Yeni bir dünya savaşı iklimi doğuyor. Böylece Dördüncü Savaş’ın kıyılarında dolaşmaya başlıyoruz. Türkcan’ın periyodizasyonu ve Dördüncü Savaş savının gerisinde bu tarihsel arka plan ve Soğuk Savaş değerlendirmesi yatıyor.
ABD Emperyalizmi: Kovboyun Yükselişi
Ergun Türkcan’ın bakışında ABD, Rusya, Çin ve Avrupa’nın dahil olduğu ihtilaflı süreç emperyalizmin geçmişi, doğası ve ekonomi politiği üzerine düşünmek için bir başlangıç noktası teşkil eder. Türkcan söz konusu ülkeler arasındaki ihtilafları ele aldığı çalışmasında, “artık koltuğunu korumak için Avrupa’yı bile … sıkıştıran süper emperyalist ABD’nin oynayacağı kaç oyun, Rusya’nın kaç kartı vardır? Bilmek zor, gerçekten” diye yazar. Kuşkusuz bilinmezlerle yüklü bir süreçtir. Ama güncellikteki bu karmaşa, onun açısından üzerinde düşünülmesi gereken bir zemindir: “Ancak bu sorular … stratejik düşüncemizi geliştirmek, emperyalizmin bilinmeyen tarihini incelemek için gerekçe oluşturmaktadır.”
Ergun Türkcan kitabında bugünün çelişkilerine ve mücadelelerine ulaşmak üzere, tartışmasına üç tür emperyalizmi kategorik olarak birbirinden ayırt etmekle başlar. Birinci kategori daha çok arkaik niteliktedir. Ticaret yollarının keşfi sonrası, pazar için üretimin başladığı sömürgecilik dönemine özgü imparatorluklar bu ilk kategoriyi oluşturur. İkinci türü, merkantilizm dönemi ve sanayi devrimi çağı belirler: Türkcan; Hollanda, İngiltere, Fransa ya da daha geç modernleşen Rusya, Almanya ve Japonya’yı bu kategoriye yerleştirir. Bu tür emperyal devletlerin yaşamını yaklaşık olarak İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine dek götürür. Sömürgeciliğin giderek tasfiye olduğu ve klasik emperyal modelin sona erdiği tarihsel süreçle birlikte bu tür devletler de güçlerini yitirirler. Türkcan’a göre, İkinci Dünya Savaşı sonrasında artık başka bir döneme girilir. Üç Tarz-ı Emperyalizm’deki son emperyalizm kategorisi de işte bu döneme ilişkindir. Türkcan bu son tür emperyalizm bağlamında asıl olarak – her ne kadar SSCB’yi de Doğu Avrupa’daki uydularıyla ilişkisi çerçevesinde emperyal bir kuvvet olarak tanımlasa da – öncelikle ABD’yi tartışır. ABD’yi süper-emperyalist olarak tanımlar. ABD’nin diğer birinci dünya devletleri üzerinde egemenliğini tesis ettiği tarihin ise 1956 yılı olduğunu yazar: “Bu, ABD’nin Batı aleminde fiilen ‘başemperyalist’ koltuğuna oturduğu tarihtir.”
1956 yılının önemi şuradadır: 1956, geçmişin büyük emperyalist kuvvetlerinin, İngiltere ve Fransa’nın yanlarına İsrail’i alarak Süveyş kanalını millileştiren Mısır’a savaş açtıkları tarihtir. Ama “o zamana kadar hiç kimseden emir almayan … eski emperyalist güçler”, ABD başkanı Eisenhower’ın ‘geri çekilin’ emri ile “yaramaz çocuklar gibi geri” çekilirler. Türkcan’ın 1956 savaşına ilişkin yorumu böyledir. İki dünya savaşının galibi İngiltere ve Fransa Mısır saldırılarını, ABD’nin sert “geri çekilin” emrine uyarak ve ABD’nin dünya üzerindeki hegemonyasını tanıyarak kabullenmişlerdir. Kuşkusuz SSCB’nin Mısır’a yönelik saldırıya sert tepki göstermesi halinde çatışmaların yayılması ve derinleşmesinden duyulan korkunun da İngiltere ile Fransa’nın kararında etkili olduğu açıktır.
Pax Americana
Türkcan’a göre, 1989 yılına dek ABD emperyalistler arasındaki ilişkilerde görece özenli davranmıştır. Türkcan, 1989 yılına değin ABD her ne kadar kimi zaman müttefiklerine çıkışsa da da, hala eski emperyal güçlere danışmaya, onları kararlarına katmaya ya da böyle bir görüntü vermeye özen gösterdiği düşüncesindedir. Nihayetinde karşısında güçlü bir siyasi odak olarak SSCB de yer almaktadır. Bu hal, doğaldır ki, ABD’nin kendi cephesinde dikkatli davranmasını beraberinde getirir. Ama 1989’da bu ihtiyaç ortadan kalkar. İki kutuplu dünya dengesi, karşıt sosyalist kutbun, SSCB’nin çözülmesiyle bozulur. 1989 yılıyla birlikte, emperyalistler arası hiyerarşide ABD en üst basamağı rakipsiz biçimde işgal eder. Türkcan bu tarihten itibaren ABD’nin Avrupa ve diğer müttefiklerine bir tür koloni muamelesi yaptığını ileri sürmektedir. Bu durumu “Avrupa’nın sömürgeleşmesi” olarak niteler. Hatta kitabında daha çarpıcı bir biçimde, ABD’yi İngiltere’nin üzerinde güneş batmayan imparatorluk günleriyle karşılaştırarak, “artık, eski İngilizler gibi onun da bir Hindistan’ı var: Avrupa Birliği” diye yazar.
ABD’nin bu dönemdeki politikasını inceleyen Amerikan yanlısı uzmanlar da, Türkcan’ın düşüncelerine benzer bir tespitle, 1989 sonrasında ABD’nin kendisini müttefiklerine emir verebilecek bir konumda gördüğü iddiasındadır. Örneğin ABD’nin önemli think tank’lerinden CFR’ın mensubu, eski Sovyet ülkeleri sorumlusu Stephen Sestanovich Maximalist başlıklı çalışmasında ABD’nin müttefikleriyle ilişkisi üzerine şunları yazıyor: “Clinton ve danışmanları, müttefikleri arasındaki anlaşmazlıkları sona erdirmenin tek yolunun onları dinlemeyi bırakmak olduğuna karar verdiler (…) Ulusal güvenlik danışmanı Anthony Lake, Birleşik Devletler’in NATO’nun büyük köpeği olduğuna inanıyordu. Eğer Washington kararlı bir örnek teşkil ederse, küçük köpekler muhakkak hizaya geleceklerdi.” Herhalde bu nedenledir ki, Birleşik Devletler Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Başkomutanı General Anthony Zinni 2000 yılında gazeteci Dana Priest’e yaptığı açıklamada kendisini “Roma İmparatorluğu’nun geniş topraklarını yöneten bir prokonsül (genel vali)” olarak gördüğünü söylüyordu.
Sömürgeciliğe Dönüş
Bununla birlikte, Ergun Türkcan ABD’nin bu kendisini Roma İmparatoru zannetme halinin kısa sürdüğü düşüncesindedir. Çalışmasında Çin ve Rusya’nın çıkışı ile ABD’nin konumunun tartışmaya açıldığını yazıyor. Bu tartışmanın doğal sonucu ise, Türkcan’ın formüle ettiği şu soru olmaktadır: “Ancak emperyalizmin her türlüsü, adisi veya süperi nasıl biter?” Türkcan’ın iddiası hiçbir emperyalistin uzun zaman rakipsiz kalmayacağı, eninde sonunda hegemonyasına meydan okuyan bir rakibin çıkacağı üzerinedir. Türkcan, Rusya’nın Ukrayna savaşını bu çerçevede ele alır. Ukrayna’daki çatışmayı, Rusya’nın acil politik gerekçelerinin yanında, ABD ile Çin arasındaki bir vekalet savaşı olarak da görmektedir. Türkcan’a göre bir hazırlık süreci söz konusudur. Çalışmasında buna işaret ediyor: “Şimdi başemperyalist ve onun rakibi, nihai savaşa doğru hazırlanıyorlar.” Türkcan, Çin’e ve Rusya’ya yönelik ambargoların – moda terimle yaptırımların – ve iktisadi mücadelenin geri planında bu savaşın ayak seslerini duymaktadır: “Yeni ekonomi-politik hangi jeopolitiğe yol açacak?” Çalışması boyunca, geçmişteki jeopolitik dönüşümleri ve ayrıntıyla eski emperyal devletlerin yükseliş ve düşüş dönemlerini konu edinmesi bu nedenledir.
Buradaki sorun, bugün olası bir jeopolitik dönüşümün, Soğuk Savaş yıllarından farklı olarak, sosyalizm-kapitalizm türünden bir ideolojik bir savaş biçiminde gerçekleşmemesi ihtimalidir. Türkcan yeni savaşın ideolojik bir savaş yerine, “eski usul bir imparatorluklar arası savaş olma” ihtimalinin çok daha olası olduğu düşüncesinde. Hiç kuşku yok ki, bu tür bir savaşın ve savaş havasının sonuçları olacaktır. Avrupa ve ABD’de Rus düşmanlığı temasının geri dönmesi herhalde biraz da bu eski usul imparatorluk hayaletlerinden kaynaklanıyor, diyebiliriz. Modern ideolojileri kapı dışarı etmiş Batı ilginç bir biçimde kapitalizmin kuruluş döneminin “kaba yontulmuş” sömürgeci değerlerine doğru geri çekiliyor. O döneminin değerlerini benimsiyor. Emperyalist Avrupa dünyasının şeflerinden AB komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell’in Avrupa’yı “cennet” ve dünyanın kalanını ise “cangıla” benzetmesi herhalde biraz bu tür bir kabalıktan kaynaklanıyor. Avrupa ve ABD sömürgecilik döneminin gerici dünyasına geri dönüyor. Görünen o ki, Türkiye ve üçüncü dünya için medeniyeti başka bir yerde aramanın zamanı artık gelmiş bulunuyor.