Turizm deyince iktisatçıların ve ülkeyi yönetenlerin aklına gelen ilk şeyler genellikle döviz girişi, sıcak para ve cari açığın finansmanı olur. Meseleye emekçilerin çıkarı perspektifinden yaklaşan kesimler ise her zaman benzer bir tutum içinde olmaz.
Bir bölgenin turizme açılması söz konusu olduğunda ilk akla gelen kuşkusuz bölgeye döviz girişi gerçekleşmesi, esnafın daha çok para kazanması ve bölgenin kalkınması olacaktır. Tüm bunlar doğru olsa da meseleye emekçi halk kesimlerinin çıkarı açısından baktığımızda durumun tam olarak böyle olmadığı görülecektir.
Biz de bu yazımızda turizm endüstrisinin Türkiye’deki gelişimini ve son yıllarda yaratmış olduğu tahribat ekseninde emekçilere verdiği zararı inceleyecek, mevcut vahşi düzenin alternatifi olarak nasıl bir sistem inşa edileceğine dair çeşitli fikirler arayacağız.
Türkiye’de turizm sektörünün gelişimi ve işlevi
Turizm endüstrisi, Türkiye ekonomisi için yaklaşık 60 yıldır ciddi bir yer işgal eden ve ekonomi içerisindeki ağırlığı gittikçe artan bir sektör. 60’lı yıllardan itibaren Antalya başta olmak üzere Ege ve Akdeniz kentlerinde turizme yapılan yatırım, bugün yaz ayları geldiğinde ülkenin cari açığının finansmanı noktasında önemli bir boşluğun doldurulmasını sağladı.
Türkiye’de 1950 sonrası turizm sektörünün gelişmesi için bazı çalışmalar yapılsa da bu sektöre ilişkin esas perspektif 1963 tarihli I. Kalkınma Planı’nda ortaya kondu. 5 yıllık planda, ‘ödeme bilançosu açığının kapatılması için turizmden geniş ölçüde yararlanılmasının zorunlu olduğu’ tespiti yapıldı.
İlk planda dış açığın kapatılması için büyük bir fırsat olarak görülen turizm sektörüne ilişkin analizler sonrasında yapılan her planda kendine yer buldu ve devlet her 5 yıl için turist sayısı ve turizm geliri hedefi belirledi. Planda ayrıca Antalya başta olmak üzere yapılacak turizm yatırımları uzun uzun anlatılacaktı.
80’li yıllara gelindiğinde Türkiye, düşük ücretli bir ekonomiye dönüş stratejisini takip etti. TİT olarak bilinen Turizm-İnşaat-Tekstil sektörleri ekonominin ana motoru olurken bu sektörlerdeki yüksek artı değer ve sömürü oranı burjuvazinin iştahını kabartmaya başladı. Bu sektörler sonraki yıllarda da hep düşük ücret, sendikasızlık, sigortasız çalışma ve iş kazası oranının yüksekliği ile anıldı.
Sanayileşme sınıfta kaldı, hizmet sektörü patladı
Erken Cumhuriyet döneminde ve sonrasında Türkiye, sanayileşme adına oldukça önemli bir yola girmişti. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin ABD ile kurduğu sorunlu ilişki ülkenin sanayileşerek ve üreterek büyümesine engel oldu.
1953’te imzalanan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ve Dünya Ticaret Örgütü’ne girişimizle ithalat rejimimiz boyunduruk altına alındı. 1980’den sonra ise iyice hizmet ve tüketim ağırlıklı bir ekonomi haline geldik.
24 Ocak 1980 kararları ile dış ticaretin serbestleştirilmesi ve döviz ticaretinin kolaylaştırılmaya başlaması Türkiye ekonomisini dövize bağımlı hale getirdi. Döviz girişi Türkiye ekonomisi için olmazsa olmaz bir hake gelince TİT sektörleri de yoğun ihracat ve döviz kaynağı nedeniyle ekonominin dayanak sektörleri oldu.
Cari açığın finansmanında turizm
Son yıllarda ise cari açığın Türkiye ekonomisi için kronik bir sorun haline gelmesi ile turizm sektörü tekrardan ana odaklardan biri oldu.
Pandeminin etkilerinin sona erdiği 2022 yılı referans alındığında yıllık turizm geliri geçen yıl 46,3 milyar dolar oldu. Ülkemizden çıkış yapan ziyaretçi sayısı ise 2022’de 51,3 milyon kişi oldu. Bunların yüzde 13,7’sini yurt dışında ikamet eden vatandaşların oluşturduğu hesaba katıldığında ülkeye 44,3 milyon yabancı turistin geldiği görüldü.
Merkez Bankası’nın Ödemeler Dengesi verilerine bakıldığında ise turizm kaleminden kaynaklanan net gelirin 37,1 milyar dolar olduğu, bu gelirin geçtiğimiz yıl 49 milyar dolara yaklaşan rekor cari açığın finansmanında önemli bir kara deliği kapattığı görüldü.
Böyle anlatınca turizm endüstrisinin gelişiminin özellikle sıcak döviz kaynağı olması nedeniyle büyük övgülere mazhar olduğu, tarafsız gibi görünen analistlerin bile Türkiye’nin turizm başarısını takdir ettiği görülecektir.
Ayrıca bu durumun yalnızca Türkiye’ye özgü olmadığı, Güney Avrupa, Güney Asya ve kimi Güney Amerika ülkelerinde de benzer gerekçelerle turizme büyük yatırımlar yapıldığı, özellikle doğal kaynakların ya da sınai üretimin kısıtlı olduğu ülkelerin turizm gelirine bağımlı olduğu söylenebilir.
Emekçi Cehennemi
Ancak biz tüm bu olgulara rağmen biz bu sektörün yarattığı sorunları vurgulanması gerektiği ve bu sektöre eleştirel yaklaşma zorunluluğumuz olduğu görüşündeyiz.
Öncelikle emekçiler açısından bakıldığında bu sektörün tam bir kâbus olduğunu söylemek gerekir. Sonuç itibariyle turizm, yüksek kalifikasyon gerektirmeyen ve sömürü oranın en yüksek olduğu üç sektörden birisi.
Düşük ücretler, mevsimlik ve güvencesiz çalışma düzeni, özellikle mutfak gibi alanlarda görülen ağır işçilik bu sektörün temel özelliklerini oluşturuyor. Zaten sektörün aşırı kârlı olmasının en önemli nedeni de buradaki yüksek sömürü oranı.
Turistik kentler yaşanmaz hale geliyor
Turizm sektörünün yarattığı bir diğer olumsuzluk ise kentlerde yaratılan tahribat. Turistik kentlerin soylulaştırılması (gentrification) kira fiyatlarının ve o bölgede satılan temel gıda başta olmak üzere tüm tüketim mallarının pahalılaşmasına neden oluyor.
Özellikle İngiltere, Rusya vb. ülkelerden gelen kişilerin kalıcı olarak yerleştiği Antalya, Muğla gibi kentlerde kiralık ve satılık konut fiyatlarının son iki yılda diğer kentlere oranla daha sert bir şekilde arttığı rahatlıkla görülebilir. Aynı durum Trabzon gibi Körfez ilgisine mahzar olan şehirlerde de geçerli.* Örneğin BETAM’ın bir emlak sitesinden elde ettiği verilere göre, Türkiye’de haziran ayında ortalama kiralık konut fiyatı metrekare başına 113,2 TL iken Antalya’da 133,3 TL, Muğla’da 222,2 TL seviyesinde.
Öte yandan turizm sektörünün yarattığı rant eksenli ekonomi, ülkenin doğal güzelliklerinin emekçilere neredeyse kapatılmasına neden oluyor. Kâr eksenli sektörel düzenleme otellerin ve işletmelerin ülkenin en güzel yerlerini kapatmasına ve buralara girişin ücrete tabi olmasına olanak tanıyor.
Plaj işletmelerinin ve otellerin anayasada kamu yararı için kullanılması ve ücretsiz olması öngörülen alanları kapatarak bu alanları aşırı pahalıya kiralanması da tamamen turizme ülke ekonomisi içinde biçilen rolden kaynaklanıyor. Yani herkesin bildiği bir hukuksuzluğa sadece para kazanma hırsı nedeniyle göz yumuluyor. Aynı şekilde turizm sektörünün inşaat endüstrisi ile birleşerek doğal güzellikler üzerinden yarattığı tahribat da bu önemli çevresel sorunlara kapı aralıyor.
Diğer taraftan eğlence sektörü ve turizm sektörünün birleşmesi kıyı kentlerinde yaratılan büyük bir mafyatik ağı da beraberinde getiriyor. Aynı zamanda turistik kentlerde kurulan bu düzen fuhuşun, uyuşturucunun ve şiddetin yaygınlaşmasının da önünü açıyor.
Özetleyecek olursak yoğun sömürüden beslenen turizm sektörü turistik bölgeleri yaşanmaz hâle getiriyor, doğal güzelliklerimizi tahrip ediyor ve suçun yaygınlaşmasına olanak tanıyor. Bu noktada da tepkiler kaçınılmaz hâle geliyor.**
Bu düzen nasıl değişir?
Türkiye’nin nüfus yapısı, doğal kaynakları ve sanayisi düşünüldüğünde, ekonomi doğru planlanırsa turizmden gelecek dövize olan mahkumiyetini rahatlıkla terk edilebilir. Bu nedenle Türkiye’de emekçilerin çıkarlarını düşünen tüm yurtseverler, ülkemizin tarihi ve doğal güzelliklerini bir döviz kaynağı olarak değil emekçilerin dinlenip tatil yapabilmesi açısından bir fırsat olarak görmeli.
Yukarıda kısaca bahsettiğimiz ‘yarım kalan sanayileşme öyküsünün bağımsızlıkçı politika ekseninde yeniden inşa edilmesi’ bu ülkede emekçilerin genel çıkarına olan tek yol. Bu çıkarların en önemlilerinden birisi de kuşkusuz emekçilerin yabancılara hizmet etmek yerine kendi ürettiği değerin karşılığında tarihi ve doğal güzelliklerden doyasıya yararlanması.
Bunun yolu ise turizm endüstrisi yerine ‘emekçilerin dinlencesi’ anlayışının konulmasından, merkezi planlamadan ve bu planlama yoluyla alternatif sektörlerin güçlendirilmesinden geçiyor.
Notlar:
(*) Bu noktada 400 bin dolarlık konut alımı yoluyla vatandaşlık verilmesi politikasının da etkili olduğunu söylememiz gerekiyor. Yurttaşlık kavramının siyasal anlamını tamamen kazıyan bu tip uygulamaların derhal kaldırılması şart.
(**) Dünyada da turizm nedeniyle artan kira fiyatlarına, şehirlerin soylulaştırılmasına ve pahalılaşmasına yönelik tepkiler oldukça fazla. Barcelona başta olmak üzere pek çok Güney Avrupa kentinde turizm karşıtı hareketler örgütleniyor ve bu hareketlerin talepleri zaman zaman siyaset arenasında yer buluyor. Döviz ihtiyacı daha az olan Avrupa ülkeleri bu taleplere kısmen kulak verirken turistlerden alınması planlanan ek vergi gibi önlemler üzerine çalışıyor. Turizm gelirine bağımlı olan ülkeler ise mecburen turist hükümranlığına boyun eğiyor.