Cumhurbaşkanlığı uçağına kabul edilen gazetecilerden hangisinin hangi soruyu hangi sırayla soracağı bilgisinin basına sızdırılması, sorulacak soruların İletişim Başkanlığı’na önceden iletildiğinin ve Cumhurbaşkanı’nın önceden hazırlanmış kartlardan okuduğu yanıtların deşifresinin de yine İletişim Başkanlığı’nca yapılarak basına servis edildiğinin taraflarca kabul edilmek zorunda kalınması…
İktidar bloku içinde kritik bir konumda bulunduğu açık olan Dışişleri Bakanı’nın bir soruyu yanıtlarken “yerli ve milli muharip uçak” diye duyurulan KAAN üretiminin en azından belirli bir aşamasında Amerikan teknolojisine bağımlı olunduğunu açık etmesi…
Devamında iktidar medyasında Cumhurbaşkanlığı uçağındaki soru-cevap seansının bir tür sansür kurulundan geçirilmesi uygulamasına yapılan “Zaten medyanın çoğu yandaş, ne gerek var” eleştirisi, KAAN üretiminin ilk aşamasındaki dışa bağımlılıktan aslında Erdoğan’ın haberinin olmadığı iddiası ve Fidan’ın bu durumu basın önünde dile getirmesine yapılan itirazlar…
Ardından NTV Vaşington temsilcisinin iktidar bloku içindeki “Erdoğan sonrası dönem” merkezli çatışmalar ve ABD gezisinin Türkiye adına başarısızlığına dair konuşmalarının ABD basınının kameralarına yakalanması ve görüntülerin servis edilmesi…
İktidar blokunda çatlaklar olduğu açık. Bu çatlakların salt AKP-MHP arasında değil aynı zamanda AKP içi klikler arasında olduğu ve kimin kiminle hangi uğrakta ve hangi tartışma başlığında yan yana geleceğinin asla önceden belli olmadığı bir karmaşıklık taşıdığı da. Hal böyle olunca muhalefetin önemli bir bölümünce iktidar içinde olduğu varsayılan “demokrat-otokrat” ya da “çözüm ve barış yanlısı-savaş yanlısı” ikiliklerinin hangi tarafına kimin yerleştirileceği de sürekli karışıyor. Bu da bizi daha temel bir soruna getiriyor: İktidar bloku içinde böyle ayrımlar aramak gerçekten gerekli mi?
Bu soruya yanıtımız olumsuz. Sadece bu ayrımları saptamanın olanaksızlığı ve nesnellikle bağdaşmazlığı nedeniyle değil, iktidar blokundaki çatlakların kaynağı ve niteliği nedeniyle de böyle.
Türkiye’de iktidar bloku tüm bileşenleriyle bir karşı-devrim iktidarı niteliği taşıyor. Bağımsızlığa, Cumhuriyet değerlerine, kamucu kazanımlara karşı düşmanlıkta bu bileşenlerden herhangi birinin soru işareti yok. Belki en çarpıcı örneğini İmralı sürecinde ortaya çıkan ve 2024 yılı TBMM açılışına kadar hayal bile edilemeyecek olan konumlanışlarda gördüğümüz üzere ortada politik-ideolojik tutarlılık da yok. Tek tutarlılık karşı-devrim projesinin bir biçimde sürmesinde, halka karşı saldırıların ne şekilde olursa olsun hızlanmasında, ABD yancılığının bir yolunun bulunabilmesinde.
Haliyle iktidar bloku içindeki çatlaklar, burada sol adına ehven-i şer kabilinden de olsa biri diğerinden daha makbul ittifak unsurları vadetmiyor. Hedefimiz Türkiye’nin karşı-devrim karanlığından kurtulması ise harekete geçirilecek potansiyel ve olası ittifak dinamikleri de halka karşı suç ortaklığı ve çıkar çatışmalarından ibaret olan bu düzlemin tamamen dışında aranmalı.
Peki iktidar blokunda ortaya çıkan gerilim görüntüsü yanılsamadan mı ibaret? Ya da buradaki çatlaklar tamamen önemsiz mi?
Bu iki sorunun yanıtı da olumsuz. Sadece son bir haftada ortaya çıkan itişmeler ve farklı nitelikteki sızıntılar, farklı unsurlar arasında gerçek gerilimler olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’yi bilfiil yöneten ve hükümet etmenin ötesinde köklü dönüşümler gerçekleştirmiş, bugün hem Türkiye hem bölge ölçeğinde bunun da ötesini hedefleyen bir koalisyonun içindeki çatlakların önemsiz olduğu da söylenemez. İktidar blokundaki çatlaklar önemlidir ve bu çatlaklar ile bunların taraflarından herhangi bir beklentiye girilmemelidir.
Bu önerme çelişkili görünebilirse de siyasi mücadeleye yaklaşımımız açısından tutarlılık taşıyor. İktidar içindeki çatlaklar önemlidir ve bu çatlakların kaynağı, taraf olan unsurlar arasında herhangi bir uzlaşmazlık olması değil, halkın direnci sayesinde ortaya çıkan yeni denklemin iktidar açısından hesapları bozmuş olmasıdır. İktidarın siyasal alaniı daraltıp halkı bu alandan tamamen tasfiye etmeye yönelik saldırıları, 19 Mart sonrası bir halk hareketini tetikleyerek ters tepmiştir. Halk hareketinin varlığı, karşı-devrim projesi açısından öncesine göre daha dezavantajlı bir denklem çıkardığı için tamamen eskisi gibi devam etme olanağı ortadan kalkmakta, işin içinden çıkmak için girişilen hamleler iktidar bloku içindeki dengelere bir biçimde dokunmaktadır.
Keza halk hareketinin yarattığı sarsıntı ve gerileme, iktidar bloku bileşenlerinin tümü açısından yenilgi ihtimalini daha fazla gündeme getirmektedir. Bu da bu unsurların geleceğe (daha açığı Erdoğan sonrasına) dair kendi projeksiyonları arasındaki açıyı büyütmekte, bunların arasındaki sürtünmeyi artırmaktadır.
İktidar bloku içindeki çatlaklar önemlidir ve bu çatlakları büyütmenin yolu; anlık olarak iktidar içinde demokrat, barış yanlısı, hukuktan yana, çözüm sürecinde daha samimi ya da konjonktürün çağırdığı “pozitif” nitelik her ne ise ona daha fazla yakınsadığı varsayılan bir muhatap bulmaktan değil, iktidarın bütününe karşı mücadeleyi yükseltmekten geçmektedir. Aksi takdirde iktidar karşısındaki mücadele bu tür denge arayışlarının doğal sonucu olarak yumuşamakta, iktidar zaman kazanarak kendi içindeki çelişkileri daha rahat yönetebilme olanağı yakalamaktadır.
Gezi Direnişi ve sonrasını hatırlayalım. Direnişin ortaya çıkardığı yeni denklem iktidar içi dengeleri bütünüyle sarsmış, o dönemde fiilen koalisyon gibi hareket eden AKP ile Fethullahçı çete arasında işaretleri öncesinde de görülen gerilimi tırmandırarak taraflar arasında açık savaş hali ortaya çıkarmıştı. Dönemin iktidar koalisyonundaki çatırdamanın kaynağı, halk hareketinin yarattığı yeni denklemdi. Halk hareketi yerine bu ayrışmayı veri alarak kendince Fethullahçı çete ile temas yüzeyleri arayan, bu çeteyle rezonans arayan politik denemelerin tamamı halka kaybettirdi ve halka karşı işlenen suçlara ortak oldu. Fethullahçı medyaya yapılan operasyonlarda operasyona hedef olan medya organları etrafında verilen “dayanışma” fotoğrafları, farklı seçimlerde bu çetenin oy potansiyeli üzerinden girilen hesaplar… Bunların kaybedeni halk oldu.
Aynısını günümüze de uyarlamak mümkün. Belediyelere ve ana muhalefet partisine yönelik operasyonlarda MHP kapısında destek arayışları, AKP çözüm sürecinde ayak diriyor diye Bahçeli’ye yapılan şikayetler, öncesinde türlü hukuksuzlukların sorumluluğunu tek taraflı olarak MHP’ye yükleyerek AKP’ye ya da AKP içindeki şu ya da bu kanada yapılan çağrılar… Bunların kaybedeni de halk oldu. İktidarı tüm bileşenleriyle süpürme potansiyeline sahip uğraklar bu yüzden heba edildi, iktidar bloku içinde olası bir çözülüş anının tetikleyebileceği onarılamaz çatışmalar ertelenebildi ve devamında iktidar kendi iç krizlerini çözebildi.
İktidar içi çatlaklar önemlidir ve çatlakları büyütmenin yolu, halkın mücadelesini yükseltmekten geçmektedir. Kurtuluş halkın ellerinde, satın alınamayacak olanların mücadelesinde.