Bizim dermanımız “büyük abi”lerden bağımsız devrimci bir hat inşa etmekse, ilk adım itibariyle sendikalarda, meslek odalarında üyelik lütfedilmesini, milletvekili listelerinde yer açılmasını beklemekten vazgeçeceğiz. Herkes namı hesabına bakacak artık.
Aslında susarak izlemek lazım. Elden fazlaca bir şey gelmiyor çünkü. Herkes kendi derdine derman arıyor. Biz onların dermanına bakıp kızıyoruz. İşin doğrusu, nafile olduğunu bilmek bizi daha da öfkelendiriyor. Öfkemizi özellikle sosyal medyada iki satırla dile getiriyor, biraz rahatlıyor ve bizleri zıvanadan çıkartacak yeni gündemleri beklemeye başlıyoruz. Ne yapalım böyle olur bu işler. “Duruma el koyacak” gücün yoksa izlemek ve öfkelenmekle yetinirsin.
Bazen biri çıkar, diğerlerine göre daha naiftir, en azından daha açık sözlüdür, “Sosyalist dostlarımız, ‘Kürtler bizi satıyor’ demesin. Biz çok acılar çektik. Bizi de anlayın. Bu fırsatı kaçırmayız “der. Eh öyle deyince de sana susmak düşer. Ahmet Telli’nin şiiri burada lazım olur işte. Ne demişti şair “Ters yüz edilen” isimli şiirinde: “Susmak bir şeylerin anlatımıysa/şüphesiz en anlamlı şeydir susmak.”
Olan biten karşısında yutkunsak da durum böyle maalesef. Biraz kızacağız, biraz yutkunacağız ve asıl olarak işimize bakacağız. Burada işimizle ilgili ahkam kesilmeyecek, gerek yok. Her partinin, her politik çevrenin farklı hassasiyetleri, öncelikleri, bunları elde etmede farklı örgütlenme anlayışı ve mücadele tarzı bulunuyor. Bu konulara girersek, işin içinden çıkamayız. Önceliklerimizi önemseme hakkımız saklı tabii ki. Kocaman bir antiemperyalist geleneğin parçasıyız. Ayak izlerimizi takip edenler Cumhuriyetçilikle, halkçılıkla, kamuculukla, laiklikle, özgürlükle ilgili değerli birikime tanık olacaktır. Belki bundan sonra bu birikime daha canı gönülden sarıldığımızı, her birini varlık nedeni olarak kabul ettiğimizi görecektir. Bunların “dostlarımız kusura bakmasın, bu fırsatı kaçırmayız” cümlesini kurmaya gerek kalmayacak ölçüde kapsayıcı ve her yurttaş için vazgeçilmez olduğunu da bilmenin özgüvenine sahibiz. Yeter mi bu? Yetmeyeceğini biliyoruz, tecrübeyle sabit.
Tahmin ediyorum ki bu, ömrü hayatımda yazdığım en kısa ve en az “politik” içeriğe sahip yazı olabilir. Eski yazılarıma şöyle bir göz attım. Kürt sorunu, sorunun “otantik temsilcileri”, legal ve illegal partileri, onların eylem ve ittifak anlayışları, sorunları çözme yöntemleri üzerine kamyonla yazmışım. Şimdi yeni bir yazının faydası olur mu, sanmam.
Farkındayız, Kürt sorunu artık “yerli ve milli” değil. “Haydut devlet”in bölgesel çıkarları neyi gerektiriyorsa, onlar yaşanıyor. Taraflar da dermanı burada buldu. Biz de “kusura bakmayacağız” artık. Hiç değilse “40 yıldır Türk solunu sırtımda taşıyorum” sözünün altında kalmanın ezikliğinden kurtulacağız.
Tam da bu noktada samimiyet kavramı devreye giriyor.
Şimdi özetle, lafı dolandırmadan, uzatmadan ifade ederim ki ne DEM’lilerin Meclis’te Erdoğan’la “huşu” içindeki pozlarına ne de Suriye’de SDG’nin Amerikan askerleriyle “kader birliği” yapmasına bakıp kahırlanmalıyız. Olan oldu. Bunu durdurmaya gücümüz yok. Zaten bizim eleştirilerimize, uyarılarımıza, ibret alınacak tarihi gerçeklere, en önemlisi de emperyalizmin ne menem bir şey olduğuna dair hatırlatmalarımıza kulak asan yok. Bilinen ifadeyle, “biz artık ayrı dünyaların insanlarıyız”.
Samimiyet konusu bunun neresinde? Şurasında: Kimse alınıp incinmesin, vakti zamanında muktedirle, emperyalist odaklarla bu denli içli dışlı olan bir hareket ki kendileri açısından haklı olsalar da, selamı sabahı kesmede kimse tereddüt etmezdi. Şimdi bu selam mevzusunun politik açıdan neye tekabül ettiği ayrı bir konu. Herkes namı hesabına bakacak artık.
Çünkü bizim dermanımız “büyük abi”lerden bağımsız devrimci bir hat inşa etmekse, ilk adım itibariyle sendikalarda, meslek odalarında üyelik lütfedilmesini, milletvekili listelerinde yer açılmasını beklemekten vazgeçeceğiz. Herkes namı hesabına bakacak artık.
Sonra “ayrı dünyayı” nasıl olup da memleket için, istisnasız tüm yurttaşlar için cazip hale getireceğiz, onun derdine düşeceğiz. Herkes namı hesabına bakacak artık.