Bu koşullar altında “Suriye’de kazanan kim?” sorusuna “bölge halkları” yanıtını vermek mümkün gözükmüyor. Bugünün kazananı emperyalizmin çıkarları. Ancak bunu mutlak bir zafer olarak görmemek gerekiyor. Bölgeye kalıcı bir istikrar getiremeyen emperyalist projeler, kendi direnişçilerini yaratacaktır.
Mehmet Yaşar Kaya
ABD Başkanı Donald Trump, bugün Beyaz Saray’da Suriye’de kendini Geçici Cumhurbaşkanı ilan eden HTŞ lideri Ahmed Şaraa (eski adıyla Colani) ile görüşecek. Görüşmede Suriye’ye yönelik yaptırımların tamamen kaldırılmasının karşılığında İsrail ile bir güvenlik anlaşması imzalanması ve ABD’nin Şam’daki bir hava üssüne asker konuşlandırması konuları ele alınacak. ABD’nin Suriye’nin başkentinde kavuşacağı askeri varlık, Beşar Esad’ın devrilmesinin ardından cihatçıların eline geçen Şam’ın ABD emperyalizminin güdümüne girdiğinin en net göstergelerinden biri olacak.
ABD, Trump-Şaraa görüşmesi öncesinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) Şaraa’ya ve HTŞ yönetiminin İçişleri Bakanı Enes Hattab’a yönelik yaptırımların kaldırılmasını istedi. Rusya ve Çin’in de daimi üyesi olduğu Konsey öneriyi kabul ederek yaptırımların kaldırılmasına hükmetti. Böylece, HTŞ’nin El Kaide ve IŞİD’le iç içe geçmiş kanlı tarihinin üzeri resmen örtülmüş oldu. Hedef ise açık: Suriye’nin geleceğini, toplumsal meşruiyeti olmayan, uluslararası güçler tarafından aklanan bir cihatçı rejime teslim etmek.
İsrail-Suriye saldırmazlık paktı yolda
ABD’nin konuşlanacağı üs, Trump yönetiminin arabuluculuk ettiği İsrail-Suriye saldırmazlık anlaşmasının bir parçası olarak askerî yönden arındırılmış bölge oluşturulması beklenen güney Suriye’nin bazı bölgelerine açılan kapıda yer alıyor.
Batılı yetkililer, Pentagon’un son iki ayda üste birçok keşif görevi gerçekleştirdiğini ve uzun bir pistin hemen kullanım için hazır olduğunu belirtti. İki Suriyeli askeri kaynak, ABD ile yapılan teknik görüşmelerin üssün lojistik, gözetleme, yakıt ikmali ve insani operasyonlar için kullanımına odaklandığını; ancak Suriye hükümetinin tesis üzerindeki tam egemenliğini (!) koruyacağını söyledi. Dahası bir başka Suriyeli yetkili, ABD’nin C-130 askeri nakliye uçaklarıyla üste pistin kullanılabilirliğini test ettiğini aktardı. Üssün girişlerinden birindeki güvenlik görevlisi, Amerikan uçaklarının “test” amacıyla iniş yaptığını söyledi. ABD askerlerinin üsse ne zaman konuşlandırılacağı ise henüz netlik kazanmadı.
Suya düşen planlar
Suriye, geçtiğimiz yıl Esad’ın düşüşünün ardından belirsizliğe sürüklendi. Ülkenin iç savaş yıllarındaki bölünmüş yapısı hâlâ tek bir ulus-devlet çatısı altında birleştirilmiş değil. Ülkenin sürüklendiği kaosta emperyalizmin oynadığı rolü düşündüğümüzde, bunun önümüzdeki günlerde de kolayca gerçekleşeceğini söylemek güç.
İsrail, Suriye’nin parçalı bir yapıda kalmasını ve Şam’ın egemenliği olmayan bir kukla yönetim olarak varlığını sürdürmesini istiyor. AKP’nin Suriye ile ilgili planlarının suya düştüğü yer de burası:
Suriye’yi parçalamaya yönelik emperyalist operasyonun parçası olmayı tercih eden AKP iktidarı, ülkeyi büyük bir mülteci kriziyle karşı karşıya bırakan ve onlarca yurttaşın bombalı terör saldırılarında yaşamını yitirdiği güvensizlik ortamını tetikleyen bu kumarın sonunda beklediğini elde edemedi. Emperyalizm beslemesi cihatçı çeteler Suriye’de bazı bölgeleri elinde tutsa da, ülkenin geleceğinde tek başına söz sahibi olabilecek bir kapasiteden ve toplumsal meşruiyetten yoksun. Öte yandan ABD’nin Suriye sahasındaki diğer ortağı (!) SDG, sahip olduğu askeri güç ve denetimindeki bölgelerle birlikte Şam’a entegre olacak gibi duruyor; ancak bu entegrasyon, SDG kadrolarının belirli bölgelerde etkinliklerini sürdürdüğü, kendi ağırlıklarını korudukları bir düzen içerisinde gerçekleşecek. Bu nedenle, Erdoğan’ın sık sık “dostum” dediği Trump’ın “Tebrikler, Suriye’yi siz aldınız” sözlerini, ABD-İsrail emperyalizminin Suriye’deki stratejik hedeflerine taşeronluk görevini başarıyla yerine getirdiklerine yönelik bir tebrik olarak okumak mümkün.
Suriye’de kazanan kim?
Suriye’deki seküler Arap milliyetçiliğine yaslanan Baas yönetimi, Sovyetler Birliği’nin Batı kapitalizmine karşı alternatif bir kutup sunduğu yılların ürünüydü. Sovyet varlığının sağladığı siyasal zemin, Suriye gibi ülkelerde emperyalizm karşıtı arayışlara kapı açıyor, kamucu toplumsal düzenlerin kurulmasına olanak tanıyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ise bölgede yeni ve daha kırılgan bir dönem başladı.
Irak’ın işgali, Libya’da Kaddafi’yi hedef alan NATO müdahalesi ve son olarak Suriye’nin düşmesi… Tüm bu gelişmeler, Sovyet sonrası dönemde emperyalizmin bölgede “Soğuk Savaş kalıntılarını” temizleme; İsrail’in bölgedeki tek anlamlı egemen güç olarak kalmasını sağlama projesinin birbirini tamamlayan basamakları.
Gazze halkı soykırıma uğrarken direnişin tasfiye edilmeye çalışılması, Lübnan’da terör saldırılarıyla üst düzey kadroları katledilen Hizbullah’ın köşeye sıkıştırılması, İran’ın bölgedeki ittifak ağlarıyla birlikte etkisizleştirilmesi ve Esad’ın devrilmesi için yürütülen operasyonların tamamı, ABD emperyalizminin bölgedeki “büyük ortağı” İsrail’in çıkarları doğrultusunda atılan adımlar. “Küçük ortaklara” düşense bu stratejinin ya arka tekeri olmak ya da sahadaki taşeronluğunu üstlenmek.
Gazze’yi dilinden düşürmeyenlerin Trump’ın “barış” planına methiyeler düzerek yedeklenmesi, güvenliğini emperyalist üslere teslim edenlerin İsrail füzelerince vurulması bu tablonun bütünlüğünü tamamlıyor.
Bu koşullar altında “Suriye’de kazanan kim?” sorusuna “bölge halkları” yanıtını vermek mümkün gözükmüyor. Bugünün kazananı emperyalizmin çıkarları. Ancak bunu mutlak bir zafer olarak görmemek gerekiyor. Bölgeye kalıcı bir istikrar getiremeyen emperyalist projeler, kendi direnişçilerini yaratacaktır. Türkiye’de anti-emperyalistlere düşense, emperyalist oyunların parçası olmayı görev bellemiş işbirlikçilere ve Amerika’dan ithal “meşruiyet” arayanlara karşı cumhuriyet ve bağımsızlık mücadelesini yükseltmek. Ülkenin kaderini Washington’daki pazarlıklara terk edenlerin elinden kendi ellerimize almak…





