Onlarca yıldır Avrupa burjuvazisi, kendisini koruması için Amerika’ya bel bağlarken, bir yandan da Sovyetler Birliği ve ardından Putin’in Rusya’sı ve son olarak da Çin ile mutlu mesut bir şekilde ticaret yaptı. O günler geride kaldı. Avrupa artık ABD çıkarlarına iktisadi bir tehdit oluşturmuyor ve artık yatıştırılmasına veya korunmasına gerek yok.
Rusya’nın Ukrayna’daki askeri müdahalesinden seyrinden çıkarılan paradoksal sonuçlardan biri, bir sonraki savaşın ana faktörünün ne dronlar ne de tanklar olacağıdır. Elbette bu silahlar ortadan kalkmayacak, bilakis üretilmeye ve geliştirilmeye devam ederek evrimlerini sürdürecekler. Fakat savaşlardaki asıl belirleyici faktör, bir ordunun büyük veri yığınlarıyla çalışma ve bu verileri analiz edip silah sistemlerini yönetmek için yapay zeka sistemlerinden faydalanma kabiliyeti olacaktır.
“Maharetli Çocuk” neler yapabilir?
Burada yapay zekanın Amerikan silahlı kuvvetlerinde nasıl kullanıldığına göz atmak faydalı olabilir. Henüz Nisan 2023’te Amerika’nın muharip yapay zekasının Ukrayna’daki çatışmalar esnasında test edileceği bildirilmişti. Söz konusu olan, İngilizceden çevrildiğinde “maharetli çocuk” anlamına gelen Maven projesiydi. Ancak Maven programının geçmişi çok daha eskiye dayanıyor.
2017 yılında Afganistan’da, ABD 18. Hava İndirme Kolordusu komutanlığı, daha sonra Maven olarak tanınacak olan ve istihbarata yardımcı olmak üzere tasarlanan ilk yapay zeka sisteminin deneysel kullanımına yönelik hazırlıklara başladı. O dönemde kolordu komutası altında, geleneksel 101. Hava Taarruz ve 82. Hava İndirme Tümenlerinin yanı sıra 10. Dağ Tümeni ve 2003’te Irak ordusunun tüm sol kanadını ezen 3. Piyade Tümeni de bulunuyordu. Bu birliklerin unsurları sürekli olarak Afganistan’da görev yapıyordu ve yeni sistemin, gerilla taktiklerine başvuran düşmana karşı operasyonlarını kolaylaştıracağı varsayılıyordu.
2020’de Amerikalılar, muharip yapay zeka deneylerine devam etti. 18. Hava İndirme Kolordusu komutasında, “Kızıl Ejder” (Scarlet Dragon) tatbikatı adı altında sistem testleri gerçekleştirildi. Bu tatbikata ordu mensuplarının yanı sıra 2. Deniz Piyadesi Seferi Gücü’nün istihbarat birimleri de dahil edildi.
Bugün, o dönemde yaptıklarının çok daha fazlası olduğunu biliyoruz. İlk aşamada, “Maharetli Çocuk”a ordunun ilgilendiği bölgeye ait ticari uydulardan elde edilen tüm güncel fotoğraflar “yedirildi” ve önemli askeri hedefleri bulmaya yönelik algoritmalar öğretildi. Bu veri setinin sadece insanlar tarafından incelenmesi aylar sürer ve kaçınılmaz olarak çeşitli “küçük detaylar” gözden kaçırılırdı. Maven ise kendisine sunulan algoritmaları kullanarak bu işi 12 saatte tamamladı ve hiçbir şeyi atlamadı.
Daha sonra sisteme sadece görsel değil, diğer veri türleriyle de çalışması öğretildi ve işlem hızı arttı. Bugün Maven, o ilk görevi 12 saatte değil, bir dakikadan biraz fazla bir sürede tamamlardı. Ancak Amerikalılar, hız artışından önce dahi önemli bir sonuç elde etmişlerdi. Sistemin uygulanmasından önce sahadaki birliklerin çabasının yaklaşık yüzde 80’i hedef aramaktan ibaretken, sistemden sonra bu oran yüzde 20’ye düştü. Birliklerin geri kalan kaynakları ise hedeflere saldırmaya ve imha etmeye yönlendirildi.
Bugün Maven’in potansiyeli o kadar yüksek ki, örneğin bir topçu taburu gibi küçük bir birlik bile ondan saatte 1000 hedef alabiliyor. Bu, kendi imkânlarıyla imha edebileceğinden çok daha fazla bir sayı.
Kısa süre sonra sistemin başarısının ardından, arkasında duran devasa yapı, yani Palantir Technologies’in korkunç hatları belirdi. Bu teknoloji devi, adını büyücülerin dünyada ilgilerini çeken herhangi bir yeri ve meydana gelen her olayı görebildikleri, Yüzüklerin Efendisi üçlemesindeki efsanevi sihirli küre palantir’den alıyor.
Geçen sene Palantir Technologies, Maven projesinin birikimlerine dayanan yapay zeka sisteminin orduya entegrasyonu için toplam değeri yarım milyar doları aşan ihaleler kazandı.
Şu anda sistemin sahadaki en alt askeri birimlere kadar entegrasyon aşaması devam ediyor. İlk görev, yapay zekayı Gelişmiş Saha Topçusu Taktik Veri Sistemi’ne (AFATDS) entegre etmek. Bu sistem, Amerikalıların halihazırda kullandığı, ancak yalnızca insan kontrolüyle çalıştığı için yeterince verimli olmayan, topçu için otomatik veri işleme ve hedef belirleme sistemi.
Yapay zekanın Amerikan ordusuna entegrasyon süreci başlamış durumda. Ve Ukrayna’daki savaş, bu sürece pek çok yeni ayar getirdi.
Biden’ın düşüşü ve Trump 2.0’a kısa bir bakış
Burada kısa bir parantez açıp Joe Biden’ın düşüşüne giden ortamı izah etmek önemli olur. Tüm bu yaşananlar, yaşından veya kabiliyetlerinden ziyade, Amerikan ekonomisinin değişen fıtratının ABD’deki yönetici zümre içinde yarattığı kaymalardan kaynaklanıyordu.
Burjuva iktisatçılarının “Trump trade” olarak adlandırdığı bu durum, piyasaların Donald Trump’ın zaferine ve bunun küresel ekonomi üzerindeki etkisine nasıl tepki verdiğini anlatır. Fakat burjuva iktisatçıları, her zamanki gibi meseleleri tersten ele alıyor. Esasında emperyalist sistem genelinde siyasi değişimi tetikleyen, küresel ekonomideki derin dalgalanmalar.
Trump 2.0, Amerika’nın Avrupa da dahil olmak üzere tüm ithalata yüzde 10’luk tek tip gümrük vergisi uygulamasını beraberinde getirdi. Trump ayrıca tüketimi ve yatırımı artırmak için vergileri düşürmeyi planladığını beyan etmişti ki bu da kaçınılmaz olarak ABD’nin milli borcunu yükseltecektir. Sonuç: ABD borsası, Trump idaresinin yeni bir iktisadi patlamayı teşvik edeceği beklentisiyle bu yıl rekor seviyelere ulaştı. Başka bir deyişle, Ameirkan yerli sermayesi, kendi adamını Beyaz Saray’a getirip vergileri düşürtmek ve ekonomiyi kuralsızlaştırmak için bir Trump başkanlığını daha finanse etmiş oldu.
Trump taraftarı bağış örgütleri, geçen senenin nisan ve haziran ayları arasında başkanlık kampanyası için 400 milyon dolardan fazla para topladı. Bu miktar, 2016’daki tüm kampanyası boyunca toplanan parayla neredeyse aynı. Bankacılık sektörünün mirasçılarından Tim Mellon, 75 milyon dolarlık bağışıyla Trump’ın açıklanan en büyük bağışçısı konumunda. Bu bağışın 50 milyon doları, eski başkanın bir porno film aktörüyle olan ilişkisini örtbas etmek için iş kayıtlarında sahtecilik yapmaktan hüküm giymesinden bir gün sonra yapıldı. Ayrıca, Marvel Entertainment’ın eski yöneticisi Ike Perlmutter da kararın ardından 10 milyon dolar bağışladı.
Fakat bir pürüz var. Amerikan ekonomisi halihazırda kapasitesine yakın bir seviyede faaliyet gösteriyor. “Ekonomiyi daha da canlandırmak”, enflasyonun hızlanmasına neden oluyor. Normalde bu durumun, ABD hükümetinin borçlandığı tahvil piyasasında yansımaları olur. Enflasyon tahvil değerlerini erittiği için, enflasyon yükseldikçe tahvillere olan talep düşüyor. Bu da tahvil getirilerini —yani borçluların (bu durumda ABD hükümetinin) daha yüksek faiz oranları sunması— artırıyor. Fakat bu normal süreç tersine dönmüş durumda.
Enflasyon tehdidine rağmen daha fazla yatırımcının çok daha fazla sayıda orta vadeli ABD devlet tahvili satın alması sonucunda ABD tahvil fiyatları fiilen yükseliyor. Neden? Çünkü ABD tahvilleri, parayı park etmenin en güvenli yolu. Amerika’nın borcu, askeri ve siyasi gücüyle destekleniyor. Küresel burjuvazi, emperyalist ittifaklar arasındaki yoğunlaşan iktisadi ve askeri rekabetin krize ve belki de bölgesel çatışmalara yol açacağının farkında. Özünde bu çatışmanın kışkırtıcıları, rakip sermayedarların ta kendileri. Ancak sermaye, kendi bekasını sigortalama konusunda da usta. Bu nedenle güvenli finansal limanlara, yani ABD tahvillerine ve altına bir kaçış yaşanıyor.
Oligarkların yükselişi
İkinci Trump başkanlığı, basit anlamda eskisinin bir tekrarı değil. ABD sermayesinin bileşiminde derin bir değişim de yaşandı. Onlarca yıldır Demokrat Parti, Silikon Vadisi’nin ve Amerika’nın büyük yüksek teknoloji tekellerinin siyasi aracı oldu. Bu kesimler, ücretlerin daha düşük olduğu Asya’ya üretimi kaydırabilmek için “küreselleşmeyi”, emeğin ve sermayenin serbest dolaşımını destekliyordu. Şimdiye kadar Joe Biden, bu stratejinin siyasi vitriniydi.
Bu küreselci odak, teknoloji sermayesini ABD yerli sermayesi (perakende, telekom, sağlık, temel imalat) ve onun siyasi temsilcisi Donald Trump ile savaş hâline soktu. Bu ayrım, son üç veya dört başkanlık seçimi boyunca ABD siyasetinin rotasını tayin etti. Ancak şimdi teknoloji sermayesi içinde büyük ayrışmalara ve belli başlı teknoloji oligarklarının Trump’a yöneldiğine tanık oluyoruz.
Bu akımın başını, Trump’ın kampanyasını ayda 45 milyon dolarla finanse eden elektrikli araba ve uzay yatırımcısı Elon Musk çekiyordu. Ancak Musk’ın (bugün aralarına kara kedi giren) Trump ile olan dostluğu, Musk’ın öngörülemez ve dengesiz tavırlarındaki basit bir dönüşten daha fazlasını temsil ediyordu.
Bir grup Silikon Vadisi milyarderi Trump’ın safına. Bunlar arasında Palantir’in kurucusu Peter Thiel, risk sermayesi şirketi Andreessen Horowitz’in kurucuları ve Silikon Vadisi finansmanının en önemli iki figürü olan Marc Andreessen ve Ben Horowitz ve Mark Zuckerberg ile Facebook’un icadı üzerine verdikleri hukuk mücadelesiyle tanınan Winklevoss kardeşler bulunuyor.
ABD teknoloji sermayesinin önemli bir bölümü sadece Trump’ı finanse etmekle kalmıyor, aynı zamanda Beyaz Saray’ı doğrudan kontrol etmeye de yönelmiş durumda. Nitekim Trump’ın Başkan Yardımcısı JD Vance, Peter Thiel’in adamı.
Vance, epey enteresan bir siyasi yükseliş yaşadı. Vance’i ilk olarak 2017’de küresel yatırım şirketinde işe alan ve ardından 2022’deki başarılı Ohio Senato kampanyasına 15 milyon dolar bağışlayarak siyasi kariyerini besleyen Peter Thiel’di. Yani JD Vance, Trump’ın ilgi odağı olmamak için yanına aldığı bir taşralı bezirgandan ibaret değil. JD Vance, teknoloji oligarklarının 2028 başkanlığı için hazırladığı isim.
Peki, bu siyasi ayrışma neden ABD yüksek teknolojisi saflarında yaşanıyor? Ne de olsa Elon Musk elektrikli arabalarını hâlâ Çin’de üretiyor, öyleyse neden şimdi Trump’ın korumacılığına yönelsin? Ve Thiel’in de Palantir aracılığıyla Amerika’nın istihbarat camiasıyla çok yakın bağları var.
İzahlardan biri, ABD kapitalizminin giderek daha oligarşik bir yapıya bürünmesi. Elbette, Amerikan kapitalizminde İç Savaş’tan bu yana her zaman bir oligarşi damarı oldu. Fakat tarihsel olarak burjuva sistemini devirememek; neoliberal dönemde ABD ve küresel toplumsal artığın giderek daha az sayıda elde merkezileşmesi, Amerikan yüksek teknolojisi karşısında Avrupa teknolojisinin ağır başarısızlığı, tüm bunlar bir araya gelerek, daha önce görülmemiş ölçüde hareketli zenginliklere sahip bir oligarşik zümre yarattı. Dolayısıyla, bu oligarşinin zıvanadan çıkmış kesimleri şimdi her türlü devlet vergisine, düzenlemesine ve hatta her türlü toplumsal kontrole karşı çıkıyor.
Bu devlet ve bürokrasi karşıtlığı, “liberteryenizm” etiketiyle ve sözde elitlere (Thiel’in özel takıntısı) karşı mücadeleyle onurlandırılıyor. Fakat oligarkların devlete ihtiyacı var; zira Musk’ın SpaceX’i ve Thiel’in Palantir’i kamu ihaleleriyle ayakta duruyor.
Oligarkların “derin devlete” yönelik güya saldırısı, Amerikan vergi mükelleflerinden sağladıkları kârlarla doğru orantılı. Özünde, Musk ve Thiel gibiler devlet karşıtı falan değil. Trump ve Vance’i Beyaz Saray’a yerleştirme konusundaki ani arzuları, kendi derin devletlerini inşa etme arzusundan ibaret.
‘Büyük Altılı’
Bazı teknoloji oligarkları kendilerini Demokrat Parti’den ve (dolayısıyla) geleneksel iktisadi sistemden kurtarırken, onlarla ilk “Büyük Altılı” teknoloji firması —Apple, Amazon, Alphabet (Google), Meta (Facebook), Microsoft ve (son zamanlarda) Nvidia— arasında uçurum açılıyor.
Büyük Altılı, devasa, küresel teknolojik tekelleri ifade ediyor. Zamanla, kendi işlerine kârlı bir şekilde yeniden yatıramadıkları devasa mali fazlaları biriktirerek küresel finansın da önemli aktörleri hâline geldiler. Fakat Büyük Altılı, bu fazlaları düşük riskli, muhafazakâr bir şekilde yönetiyor. Onu kullanmak, büyütmek veya toplumsal fayda için kullanmak yerine değeri korumaya çalışıyorlar. Geç kapitalizmin akıl dışı mantığı işte budur.
Sonuç olarak, Büyük Altılı (ve Bill Gates gibi bazı liberal hissedarları), istikrarlı bir dünya düzenini sürdürme yönündeki maddi ihtiyaçlarının bir yansıması olarak Demokratlara yakın durmaya devam ediyor. Ayrıca, Trump’ın (ilk başkanlığı esnasında) Büyük Altılı’nın ABD dışında park ettiği fazla nakdi vergilendirmeye çalışarak onları Amerika’da daha fazla istihdam yaratmaya zorladığını da hatırlıyorlar.
Musk ve Thiel gibi oligarklar bu sistemin dışında. Musk, şirketlerini devasa borçlanmalarla finanse ediyor; Tesla ve SpaceX, Büyük Altılı’nın devasa mali rezervlerine sahip değil ve piyasa başarısıyla yaşıyor. Thiel, Büyük Altılı’yı potansiyel olarak tehdit eden veya onlar tarafından tehdit edilen bir dizi yeni girişimin özel yatırımcısı.
Trump ve Vance’i finanse eden oligarklar, Demokratlar aracılığıyla kontrol edilen Büyük Altılı’nın hükümet üzerindeki nüfuz tekelini kırmaya çalışıyor. Aynı zamanda, Büyük Altılı da doymuş piyasalarla karşı karşıya ve bu durum son zamanlarda hisse başına kazançlarda düşüşe neden oluyor. Onların korumacılığa değil, dış pazarlara daha fazla erişime ihtiyacı var.
Büyük Altılı’nın (yani yöneticilerinin ve kurumsal hisse sahiplerinin) çıkarları ile yırtıcı oligarklar arasındaki keskinleşen ihtilaf, ABD borsasının davranışlarında görülebilir. Aslında bu finansal kaymalar, ortaya çıkan siyasi ve iktisadi karşıtlıkların hayati birer parçası. Büyük Altılı’nın hisse senedi fiyatları yıllardır ABD finans piyasalarına hakim oldu, ancak bu durum değişiyor. Büyük Altılı, yapay zekaya büyük yatırım yaptı ancak getiriler hâlâ çok uzakta ve yatırımcılar bunu fark etmeye başlıyor.
Aynı zamanda, Büyük Altılı’nın bazı bölümleri —özellikle yarı iletkenlerde— yoğunlaşan küresel rekabetle karşı karşıya. Sonuç olarak, bu yıl Amerikalı yatırımcılar giderek daha fazla Russell 2000 hisse senedi endeksindeki küçük ölçekli şirketlere yöneliyor. Burada, büyüme potansiyeli olan bir dizi küçük yapay zeka, enerji, bulut bilişim ve biyoteknoloji firması yoğunlaşmış durumda.
‘Project 2025’
Trump etrafında yeniden şekillenen yönetici zümrenin fikri arka planına bakmak da faydalı olabilir. Bu yeni düşüncenin büyük bir kısmı, sağcı Heritage Foundation düşünce kuruluşu tarafından geliştirilen Project 2025 başlıklı 900 sayfalık raporda yer alıyor. Project 2025’in yazarları, son Trump idaresinin eski üyeleri. Başkan Yardımcısı adayı JD Vance’in, teknoloji oligarkları ile ABD yerli sermayesi arasında kurulan yeni siyasi ittifakın ideolojik gücü olmayı hedefleyen Heritage Foundation ile yakın bağları var.
Trump’ın kendisini (temsil ettiği sınıf güçlerinin maşasından ibaret) teknoloji oligarklarının Project 2025’te ifade edilen daha sofistike, uzun vadeli stratejisiyle karıştırmamaya dikkat etmek elzem. Proje, Biden’ın yapay zekanın gelişimini kontrol eden ve sıradan halktan çok Büyük Altılı’nın çıkarlarını korumak için çerçevelenmiş pek çok düzenlemesinin ortadan kaldırılmasını tavsiye ediyor. Teknoloji oligarkları, Çin ile daha iyi rekabet edebilmek için yapay zekanın tamamen serbest bir şekilde geliştirilmesini istiyor.
Project 2025’in ayrıca büyük anayasal sonuçları da var. Rapor, Fed’in daha doğrudan siyasi kontrol altına alınmasını teklif ediyor. Kısa vadedeki amaç faiz oranlarını düşürmek. Uzun vadede ise Project 2025, büyük bankacılık kuralsızlaştırması öngörüyor.
Belki de bir Trump başkanlığının en acil sonucu dış ilişkilerde görüldü. Avrupa, Trump zaferinin ardından Amerika’nın angajmanı kesmesiyle karşı karşıya kaldı. Başkan Yardımcısı Vance ise, daha pragmatik olan Trump’tan bile daha açık sözlü bir “tecritçi”. Burada işleyen güçler sadece ideolojik değil. Trump ve Vance’in “tecritçiliği”, küresel angajmandan toptan bir geri çekilmeden ziyade, temelde Amerika’nın Avrupa burjuvazisinden bir kopuşu. Bir kez daha, bu kopuşun iktisadi kökleri var.
Dijital ekonomi, kapitalizmin normal işleyişini derinden bozdu. Dijital teknolojide yasal veya piyasa tekeline sahip olmak, devasa süper kârlara erişim sağlıyor. Teknoloji tekelleri, ürünleri için fahiş kâr seviyeleri talep ederek küresel artı değerin büyük miktarlarını ele geçirebiliyor. Ek olarak, teknoloji şirketleri yalnızca kendilerinin sömürebileceği kişisel verilere tekelci erişime sahip. Bu birikim rejiminde, teknoloji devleri normalde sermaye birikimine fren görevi gören ortalama kâr oranındaki kaçınılmaz düşüşü bir süreliğine erteleyebildiler. Bu nedenle, Çin’den gelen ve Amerika’nın teknolojik üstünlüğüne meydan okuyan varoluşsal tehdidin, Amerikan burjuvazisinin tüm hiziplerinden aşırı bir tepki provoke etmesi şaşırtıcı değil. Hâlâ Çin’de ciddi menfaatleri olan Elon Musk bile, Çin’in artık küresel elektrikli araç piyasasına hakim olmasından rahatsız.
Trump, Amerika’nın Çin ile olan mücadelesinin önüne çıkan her türlü dış taahhüdü bir kenara atıyor. Buna, Rusya ile savaşında Ukrayna’yı süresiz olarak desteklemek de dahil. Bu jeopolitik ve iktisadi gerçeklikte, Avrupa bir yük. Onlarca yıldır Avrupa burjuvazisi, kendisini koruması için Amerika’ya bel bağlarken, bir yandan da Sovyetler Birliği ve ardından Putin’in Rusya’sı ve son olarak da Çin ile mutlu mesut bir şekilde ticaret yaptı. O günler geride kaldı. Avrupa artık ABD çıkarlarına iktisadi bir tehdit oluşturmuyor ve artık yatıştırılmasına veya korunmasına gerek yok.