Fatih Yaşlı ile Yusuf Karadaş arasındaki “Atatürkçülük” polemiği sol açısından eski bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Düzen muhalefetinin iç gündemleri ile sosyal medyada laf cambazlığı dışında bir tartışmaya tanık olduğumuz için kısmen memnun olsak da bu eski tartışmada en temel meselelerin hala ıskalanabilmesi şaşırtıcı.
Yaşlı’nın 23 Ağustos’ta Sol Haber’de yazdığı “Bir Anomali Hali: Atatürkçülüğün Yokluğu”(1) başlıklı yazıyla başlayan tartışma, Karadaş’ın Evrensel’de özetle Kemalizmi bir burjuva ideolojisi ve yakın tarihimizde milliyetçilikten kaynaklanan pek çok kötülüğün müsebbibi olarak mahkum ettiği (nedense arada AKP’li yılların sembol siyasi davalarından Ergenekon davasıyla gündeme gelen uydurma “Ergenekonculuk” tabirine de başvurduğu(2)) üç yazı ve arada Yaşlı’nın yazdığı bir cevap yazısıyla devam etti. Yaşlı özetle Atatürkçülüğü temsil eden bir siyasal aktörün yokluğunu bir anomali olarak tanımlayıp Atatürkçülüğün siyasal bir akım olarak örgütlendiği dönemlerde sosyalist ve Atatürkçü siyasetlerin birlikte büyüyebildiğini, bunun sosyalistler açısından arzu edilir bir durum olacağını savunuyor. Karadaş ise “Türk burjuva hareketi” diye tanımlayıp Kürt sorunu bağlamında eleştirdiği(2) Kemalizmin “tekelci Türk burjuvazisinin bir eğilimini” temsil ettiğini, bu nedenle onunla olumlu bir ilişki kurulamayacağını iddia ediyor.(3)
Karadaş’ın Kemalizmi ve Türkiye’nin Cumhuriyet deneyimini düşmanlaştıran yaklaşımı, sosyalist hareketin Fransız Devrimi başta olmak üzere burjuva devrimlerle kurduğu “içerip aşma” ilişkisiyle taban tabana zıt. Bu yaklaşım, Türkiye’nin tarihsel ve güncel durumunu yansıtmıyor, sosyalist hareketin önündeki görevleri tamamen ıskalıyor.
Meraklı okur ilgili yazıları inceleyecektir, ancak Karadaş’ın 1 Eylül’deki “Atatürkçülük Tartışması: Sınıf, İdeoloji ve İttifak Politikasının Aynası!” başlıklı yazısında geçen şu ifadeler, Cumhuriyet deneyimi ve Kemalizme yönelik “reddiye” tutumunun ne kadar sağlıksız bir noktaya varabildiğini göstermesi bakımından ilgiyi hak ediyor:
“Atatürkçüler eğer işçi sınıfının iktidarını savunmuyorlarsa, onlarla hangi kamuculukta birleşeceğiz?”(4)
Karadaş’ın aynı akıl yürütmeyi örneğin HDP ya da Kürt siyasetinin herhangi bir temsilcisi için neden işletmediğini, kendi siyasi çizgisinin güncel ittifaklarını nasıl anlamlandırdığı sorusunu şimdilik bir kenara bırakalım. Kemalizmin tarihi mirasına ya da Cumhuriyet deneyiminin bütününe bakış güncel ittifak tartışmalarına ve milliyetçilik sorununa indirgenebilir mi? Bugün Türkiye’nin içine itildiği karanlıktan kaygılanan milyonlarca yurttaşın farklı biçimlerde ifade edilse de aslında siyasette temsil edilmeyen özlemlerini zihinlerde kurgulanmış, tanımlı bir “Atatürkçülük” kalıbına sokarak bu özlemlere sırt çevirmek devrimci bir tutum değil.
Cumhuriyet mirasıyla kuracağımız ilişki, güncelliğin ötesinde tarihsel olmalı. Özellikle 90’lardan itibaren düşünce dünyamızı sakatlayan “post-Kemalist” paradigmanın iddialarının aksine, 20. yüzyılın en radikal devrimlerinden biridir Türk Devrimi. Üstelik izole değil, iki anlamda daha geniş bir bütünün parçasıdır.
Birincisi, 200 yıllık modernleşme tarihimizin bir parçası, onun zirvesini oluşturan üçüncü dalgasıdır. İlk iki dalgasını Tanzimat ve Meşrutiyet deneyimlerinin oluşturduğu bu tarihte anayasal düzenin yerleşiklik kazandığı, gücü ve yetkisi sistematik olarak geriletilen Saltanat ve Hilafet kurumlarının tamamen ortadan kaldırıldığı, tebaadan yurttaşa geçişte geri dönülmez bir eşiğin yakalandığı, bunlara ek olarak ülkemizde devrimciliğin programına anti-emperyalist mücadelenin de eklendiği deneyimin adıdır Cumhuriyet. Bu nitelikleriyle modernleşme tarihimizin dördüncü dalgası olan 60’lı yılların sol yükselişine de zemin oluşturmuştur. Türkiye’nin geleceğinde mutlaka gerçekleşecek olan sosyalist devrimin dayanaklarından biri, halkımız için gerisine düşülmeyecek eşiktir.(5)
Cumhuriyet’in parçası olduğu ikinci bütünlük ise gerçekleştiği dönemin dünya denklemiyle ilgili. Kurtuluş ve kuruluş uğraklarından oluşan Cumhuriyet deneyiminin kurtuluş uğrağı, I. Dünya Savaşı ile öncesindeki Trablusgarb ve Balkan Savaşları’nda yıkıma uğrayan Türkiye’nin anti-emperyalist bir savaşla bağımsızlığını koruduğu uğrak. Bölgede emperyalist planları sekteye uğratan Kurtuluş Savaşı, dünyanın ilk işçi devleti Sovyet Rusya’nın mali, askeri ve siyasi boyutları olan unutulmaz desteğinin de katkısıyla kazanıldı. İlk sosyalist devrimin önderlerinin komşu ülkedeki bağımsızlık mücadelesine uzattıkları elle kurulan dostluk, Türkiye’yi yönetenlerin dümeni emperyalizme kırdığı II. Dünya Savaşı yıllarına kadar devam etti. Sadece bağımsızlığımızda değil, Türkiye’nin sosyalist geleceği açısından referans oluşturan ve özellikle AKP’li yıllarda yapılan özelleştirmelerle tasfiye edilen kamucu birikimimizde de Sovyetler Birliği’yle kurulan dostluğun önemli yeri vardı.(6)
Bambaşka dünya ve ülke tahayyülleri olan figürleri, örneğin Amerikancı Kenan Evren ile devrimci yurtsever Doğan Avcıoğlu’nu aynı anda içerdiği varsayılan tanımlı “Atatürkçülük” kalıbının bildiğimiz anlamda sosyalizmle uyumsuz olmasından hareketle koyduğu mesafe, Karadaş’ı düşünce dünyamızda bir dönem Cumhuriyet düşmanlığını ana akım haline getiren post-Kemalist tezlere yakınlaştırıyor.
Cumhuriyet, Türkiye modernleşmesinin zirvesi olmanın yanında ülke tarihinin en devrimci dönemidir. Yıkıma uğrayan Osmanlı İmparatorluğu’nun restorasyonunun gerçekçi bir hedef olmadığını kavrayan, bunun yanında manda ve himaye seçeneklerini de kesin olarak reddeden devrimci bir liderliğin “ulusal bağımsızlık ve cumhuriyet” eksenli bir rotayı zorlamasının ürünüdür. Kuvayı Milliye hareketi ve devamında Cumhuriyet deneyimi, bu rotanın gerek emperyalist planlarla gerekse eski düzenin kalıntılarıyla çatışmayı gerektirdiği uğraklarda çatışmaktan geri durmayarak anti-emperyalist ve ilerici nitelikler kazanmış, devrimcileşmiştir. Kendilerine Atatürkçü sıfatını yakıştıran şu ya da bu politik akımın nitelikleri bir yana, kurtuluş ve kuruluş uğraklarıyla Cumhuriyet deneyimi, tarihte oynadığı rol itibariyle devrimcidir. Bu devrimi dünyanın ilk sosyalist devrimiyle ortaklaştıran da Türkiye’nin sosyalistleri açısından değerli yapan da bu gerçekliktir. Cumhuriyet deneyiminin tarihte oynadığı rol, günümüzde “tekelci Türk burjuvazisinin bir eğilimini” temsil etmek bir yana, burjuvazinin TÜSİAD dahil tüm unsurları için geride bırakılması arzulanan bir yüktür. Emekçilerin omuzlarında geleceğe taşınması gereken bir yük…
Cumhuriyet mirasıyla kurulacak ilişkinin niteliğine gelince…
Sol kendi hedefini “Atatürkçü kitlelerle iletişim” ile sınırlayamaz. Cumhuriyetçi bir çağrışımı olsa da pragmatist ve verimsiz bir yaklaşım bu. Meselemiz ittifak değil, bir tarihi mirasın sosyalist siyasete içkin hale getirilmesi.
Yaşlı’nın da saptadığı gibi, günümüzde Yön hareketi ya da muadili olabilecek bir Kemalist siyasal hareket yok.(7) Oysa “ittifak” ilişkisi, siyasal özneler arasında söz konusu olabilir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partiyle aynı adı taşıyan günümüz ana muhalefet partisi kurucu lidere ve onun temsil ettiği değerlere utanmazca hakaret eden gericilere bol keseden dağıttığı vekillik, bakanlık ve danışmanlık kontenjanları ve “Gençler sizin yüzünüzden ateist oluyor” çizgisindeki muhalefetiyle Cumhuriyet değerlerini temsil etmiyor. TÜSİAD dahil tüm bileşenleriyle sermaye sınıfının geride bırakmak istediği Cumhuriyet değerlerinin günümüzdeki tek tutarlı temsilcisi sosyalistler.
Yüzü sola dönük bir Kemalist öznenin bulunmadığı günümüz koşullarında yapılması gereken, önümüzdeki tarihsel zorunluluğu siyasal gerçeklik haline getirmek. Laiklik ve Cumhuriyet kavgasını, sosyalizm mücadelesi ile örtüştürmek. Yani karşı devrim iktidarının bu topraklardan kazımak istediği, tüm bileşenleriyle sermaye sınıfının da fazlalık olarak gördüğü Cumhuriyet deneyiminin sunduğu ilerici zemini koruyup onun da ilerisine sıçrama hedefini sosyalizm mücadelesinin doğal biçimi haline getirmek.
100 yıl önce kurtuluş ve daha ileri bir zeminde kuruluşu getiren devrimci birikim, bugün milyonların özlemlerini ifade etse de siyasal alanda sahipsiz. Yapılması gereken bu birikimi geleceğe taşımak, yeni bir devrimci atılımın parçası haline getirmek. Türkiye’nin devrimci birikimi bu potansiyele sahip.
Notlar:
- https://haber.sol.org.tr/yazar/bir-anomali-hali-ataturkculugun-yoklugu-382937
- https://www.evrensel.net/yazi/93499/meger-tek-eksigimiz-ataturkculukmus-1
- https://www.evrensel.net/yazi/93504/meger-tek-eksigimiz-ataturkculukmus-2
- https://www.evrensel.net/yazi/93534/ataturkculuk-tartismasi-sinif-ideoloji-ve-ittifak-politikasinin-aynasi
- Cem İnan’ın 18 Ağustos’ta, bugün gündemimizde olan polemik henüz başlamamışken yaptığı katkı, bu konuda sağlıklı bir çerçeve çiziyor: https://hararet.org/bir-tartismanin-dusundurdukleri-sosyalizm-cumhuriyet-ile-nasil-iliski-kurmali/ Konuyla ilgili daha kapsamlı değerlendirmeler için bkz. https://devrim.org.tr/genel/100madde/
https://dsosyal.com/devrim/sayi-7/cumhuriyetciligin-tarihsel-dayanaklari/
https://dsosyal.com/devrim/sayi-7/cumhuriyetin-kokleri-nerede/
https://dsosyal.com/devrim/sayi-3/sosyalizm-nasil-buraya-ait-oldu/ - Bu konu hakkında ayrıntılı değerlendirme için Devrim Hareketi’nin Cumhuriyet’in 100. yılı vesilesiyle yayımladığı “Devrim ve Cumhuriyet: 100. Yılda 100 Madde” metninin “Modernleşmenin zirvesi Cumhuriyet” başlıklı ikinci bölümüne bakılabilir. https://devrim.org.tr/genel/100madde/
- https://haber.sol.org.tr/yazar/tek-eksikligimiz-ataturkculuk-mu-383368