İsrail’in İran’a yönelik başlattığı saldırı, Türkiye’de her İran gündeminde ortaya çıkan tartışmaları yeniden alevlendirdi. İran kentlerine bombardıman sürerken, Türkiye’de hatrı sayılır bir kesim, yönetim şekli üzerinden İran’ı savunup savunmamayı tartışıyor.
Emperyalizm çağında, bölgesel ya da ulusal düzeyde dünyada yaşanan neredeyse bütün savaşlar, askeri darbeler, siyasi skandallar, emperyalist yayılmacılıkla doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı özellikler sergiliyor.
Emperyalist merkezler, kendi stratejileri gereği hedef aldıkları bölge ve ülkelere karşı saldırılarını, dezenformasyon temelinde, kapsamlı propaganda kampanyalarıyla meşrulaştırıyor.
Hedef alınan ülkelere ilişkin üretilen argümanlar ise genellikle ‘otoriter rejim’, ‘özgürlük karşıtı yönetim’, ‘ifade özgürlüğü problemleri’ gibi kavramlar üzerinden şekillendiriliyor.
Böylelikle, hedef alınan ülkelerdeki siyasi yapıya ait her problem, her çatlak, bu kampanyanın parçası haline geliyor, o ülkede yaşayan halkın problemlerinden çok, emperyalist müdahaleciliğin vesilesi haline geliyor. Kırılma, tam bu noktada yaşanıyor.
Kimin sorunu çözülüyor?
Öyleyse şu soruyu sormak yerinde olacaktır: Hedef alınan ülkede var olduğu belirtilen problemlerin çözümünde dış müdahaleyi savunmak veya en iyi ihtimalle yok saymak, o halkın yaşadığı problemi mi çözüyor yoksa emperyalist yayılmacılığın rızasını mı üretiyor?
Çok basit bir soru daha soralım: Dünyada, eğer sıkça dile getirildiği gibi ‘yıkılması gereken’, ‘otoriter rejimler’ varsa, bu sorunun çözümü neden her seferinde dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücü olan ABD’nin birincil gündemi oluyor, bu ehliyeti ona kim veriyor ve neden her seferinde ortaya çıkan sonuç ekonomik ve askeri olarak ABD’nin işine geliyor?
Elbette bu ehliyeti, emperyalist merkezlerin medya ve propaganda gücü sağlıyor.
Buradaki sorun aslında ‘otoriterlik’ tanımında. Emperyalizmin ‘otoriterlik’ tanımının sosyalist ülkelere karşı da, İran gibi ‘molla rejimi’ denen, dini yönetimi esas alan ülkelere karşı da aşağı yukarı aynı içeriğe sahip olması, bu tanımın, o ülkenin özelliklerinden değil, ülkenin emperyalizm karşısındaki konumundan kaynaklanıyor.
Dünya iyi ve kötülerden mi oluşuyor?
Bu konuda ne yazık ki ciddi hatalara düşülüyor. Her şeyden önce, dünya ‘iyi ve kötü masal kahramanlarından’ oluşmuyor. Dünyada ilişkiler birden fazla katmana sahip, girift ilişkilerle dolu, sınıfsal, ulusal çıkarlarla, belirli stratejiler kapsamında şekilleniyor. Emperyalizm ise, bu karmaşık ve çok katmanlı düzeni, kendi çıkarları söz konusu olduğu zaman siyah ve veyaz olarak tanımlıyor. Birbirinden çok farklı siyasi sistemlere sahip ülkelerin hepsine aynı şekilde ‘otoriter’ denmesinin sebebi bu.
Emperyalizmin en başta kendi stratejisine göre belirlediği otoriterlik tanımı, oyunun baştan emperyalizmin kurallarıyla oynandığının bir göstergesi. Emperyalizm, hedef aldığı ülkeler birbirlerinden ne kadar farklı olursa olsun, otoriterlikten her şeyden önce merkezi planlamayı, denetimi yüksek ulusal pazar sistemini, Batı ittifaklarından bağımsız askeri inşayı kastediyor.
Hiçbiri olmasa dahi, ABD emperyalizmi, kaynaklarını sömürmeyi planladığı Afganistan’ı, zamanında SSCB’ye karşı bizzat palazlandırdığı selefi cihadizmi bu sefer düşman ilan edip işgal ediyor, CIA ise işgale karşı muhalefeti azaltmak için açıkça “Feminizmi kullanın” diye raporlar hazırlıyordu.
Örneğin yönetim şekilleri birbiriyle alakasız denecek kadar farklı olan İran’la Küba’ya yöneltilen suçlamalardaki söylem ortaklığını da tam olarak bu eğilim sağlıyor.
Veya, Suudi Arabistan’daki siyasi sistem ve başta kadın sorunu olmak üzere bu sistemin kökleşmiş problemleri, Suudi Arabistan’ın emperyalist kampla ilişkileri nedeniyle gündeme getirilmiyor, Beşar Esad sonrası kaosa sürüklenen Suriye’de bikini yasaklarına kadar varan yeni kararlar kınanmıyor, Alevilere yönelik sistematik imha girişimine karşı ‘özel kuvvetler’ görevlendirilmiyor, ‘demokrasiyle’ yönetilmeyen Ürdün’ün siyasi sistemi, İran İHA’larını imha ettiği sürece konu edilmiyor.
Emperyalizm, hedef aldığı ülkelerde otoriterliği sorgulatırken, otoriterliğin küresel ölçekteki en etkili silahı olan dolar hegemonyasını ve onun sosyokültürel izdüşümünü ‘özgür dünya düzeni’ diye pazarlıyor.
Peki, İran başta olmak üzere, bu ülkedeki sosyal ve politik sorunları tartışmayacak mıyız?
Bu noktada öncelike, dünyadaki ülkelerin kendine has yönetim sistemlerine sahip olduğunun, bu sistemlerin o ülkelerin tarihinden ve toplumsal yapısından gelen özellikler taşıdığının bilincinde olmak, farklı coğrafyalardaki farklı sorunlarla mücadele yöntemlerinin geliştiğini unutmamakta fayda var.
İran örneğinde somutlaştıracak olursak, İran’ın siyasi sisteminden kaynaklanan sorunların çözümünde dış askeri müdahaleye, renkli devrim girişimlerine ve sivil toplum adı altında toplumsal provokasyon çabalarına amasız fakatsız karşı çıkmakta tereddüt edilmemeli.
Neyin, neye göre yapılacağının çok basit bir matematiği var: Bir ülkede yaşanan ‘demokrasi sorunları’, o ülke bombalandığı zaman aklımıza geliyorsa, orada bir sorun var demektir.
Emperyalizm İran’da ‘Molla rejimini’ mi yıkmaya çalışıyor?
İran konusunda Türkiye’de, İran’la İsrail’in ‘danışıklı dövüş’ içinde olduğunu söyleyip, mezhepçi bir temelden İran karşıtlığı yapıp, İsrail saldırılarını İran’ın adını anmadan kınamaya çalışmak, İran’ı bölgedeki en saldırgan, savaş çıkarma ihtimali en yüksek unsur olarak görüp, İsrail saldırdığında bu sefer İran’ın ‘zayıflığından’ dem vurmak, bölgedeki dengeleri ‘İran dinci, İsrail laik’ gibi çarpık bir denklemle ele alıp buna göre pozisyon almak, Türklük temelinde İsrail’in bölgedeki çıkarlarını savunmak veya ünlü “Ne Sam ne Saddam” sloganını hatırlatan “İkisine de karşıyım” eğilimleri öne çıkıyor.
Ancak, İran’ın ABD ve İsrail tarafından hedef alınmasının İran’ın ‘demokrasi problemleriyle’ veya ‘Molla rejimi’ olmasıyla ilgisi yok, hiç olmadı. Mesele, İran’daki Molla rejimi ile halk arasındaki yaşanan çelişkiden çok, uluslararası meselelerde takındığı tutum.
İran kendi kaynaklarını Batı sermayesine açsa, nükleer program geliştirmese, dolara alternatif para birimleri aramasa, ABD dışında uluslararası ortaklıklar içine girmese ilişkiler güllük gülistanlık olabilirdi.
İran bunların hiçbirini yapmadığı için, ülke içinde yaşanan her şey bir dış müdahale konusu haline getiriliyor. Bu durumdan, hedef alınan ülkelerin de çıkarması gereken ciddi dersler var.
Emperyalizm tam olarak böyle işliyor. Bu ülkeler İran’ın toplumsal yapısını umursamıyor. İran’ın tarihi, bugünlere nasıl geldiği de genel olarak bilinmiyor ama, eğer İran ‘özgürleşmesi’ gereken bir ülkeyse bile, bunun için önce ABD ve İsrail saldırganlığının sona ermesi gerekiyor.