Son günlerde yaşadıklarımız oldukça ürkütücü olsa da ne yazık ki şaşırtıcılıktan uzaktı. Kayseri’de başlayıp çeşitli illere yayılan ve sığınmacıları hedef alan şiddet eylemleri, kontrolsüz göçün beklenen sonuçlarındandı. Şimdilik arkası gelmemiş gözükse de benzer olayların tekrarlanmayacağını ya da çok daha büyük felaketlerin ülkemizi beklemediğini hiçbirimiz iddia edemeyiz.
Göçmen sorunu ülkemizin bir gerçeği ve bu sorunun her türlü istismarı uzunca bir süredir mümkün. Sorundan rahatsızlık duyan kitlelere kimi evrensel değerlerin tekrar tekrar hatırlatılmasının ise anlamlı bir karşılığının olmadığı açık. Tabi yalnızca kendi vicdani sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmakla yetinmek istemiyorsak…
Sorun siyasal bir sorun ve çözüm için de elimizdeki tek gerçek araç siyaset.
Doğru siyaseti geliştirmek için ise bugün ülkeler arası göçün ne anlama geldiğini doğru anlamalıyız. Emekçilerin ve hatta genel olarak halkın tarihten gelen en önemli kazanımları, genelde yasalarla korunan kazanımlar. Dolayısıyla geçerlilikleri ulusal düzey ile sınırlı. Zaman zaman ortaya atılan “bölgesel asgari ücret” gibi önermeler ulusal düzeydeki kazanımlardan kurtulma çabasına dair önemli bir gösterge. Dış göç ise, ulusal düzeydeki tüm kazanımları anlamsız kılmanın daha etkili bir yolu olarak anlam kazanıyor.
Emperyalizm dediğimiz olgunun temelinde de zaten başka türlü bir göç olan sermaye göçü yer alıyor. Kapitalist sömürü ile biriktirilen sermaye, işgücü piyasasında sermaye arzı emek arzının önüne geçmesin diye ülke dışına çıkma eğilimi gösteriyor. Aksi durumda emekçilerin iş seçme ve daha yüksek maaşlar talep etme özgürlükleri artacağı için patronların kârları düşerdi. Bu birinci neden. Sermayenin yurt dışına çıkması için ikinci motivasyon kaynağı ise emekçi halkın ulusal düzeydeki kazanımlarından kaçarak yasaların emekçilere daha az hak tanıdığı ülkelere gidebilmek. İşte bu ikinci gerekçe, emek göçünün sömürücülere sağladığı katkının da temelini oluşturuyor.
Emek göçü, hem göç alan hem de göç veren ülkelerdeki kazanımları fiilen ortadan kaldırma potansiyeline sahip.
Göç veren ülkeler, genelde iktisadi olarak daha geride ve/veya iç karışıklık yaşayan ülkeler oluyor. Yaşadıkları kayıp nedeniyle hem emperyalist merkezler tarafından daha kolay dize getirilebiliyorlar hem de emek gücünün ciddi bir bölümünün ülkesi ile aidiyet bağı zayıfladığı için yerli sömürücüler tarafından çok daha kolay yönetilebilir hale geliyorlar. Göç eden emekçileri ise ağır çalışma koşulları, sahipsizlik hissi ve elbette ırkçılık bekliyor. Yabancı bir ülkede olmanın getirdiği dezavantaj, mücadele ederek kazanımlar elde etmeyi imkansız kılmasa da oldukça zorlaştırıyor. Hiçbir yere tam olarak ait olamayan yığınlar, hiçbir şeyi kalıcı olarak kazanamıyorlar.
Göç alan tüm ülkelerde en istenmeyen işleri, en elverişsiz koşullarda ve en ucuza göçmenler üstlenir. Ancak emek göçü yalnızca niteliksiz olarak görülen iş kolları ile sınırlı değildir. Emperyalist merkezler, kendilerinin belirli sayının üstünde yetiştirmelerinin mümkün olmadığı ya da oldukça masraflı olacak nitelikli emeğe de göz dikerler. Bu durum, ekonomik fayda sağladığı gibi zamanında sosyalist ülkelerden gelen göçte olduğu gibi emekçi halkın ortak gücü ile yetişmiş nitelikli insan gücünü çalarak hasma zarar verme işlevi de görür. Bugün gündemde olan Suriye’de aynı olmasa da benzer bir süreç işlemiş, iç savaşın henüz başında Suriye’nin nitelikli emek gücünün önemli bir bölümü Batılı devletler tarafından ülkesinden kopartılmış, Suriye felç edilmeye çalışılmıştı.
Bugün Türkiye’de de belirli bir eğitim almış gençlerin ülkeden umudunu keserek Batı ülkelerine yönelmesi ülkemize ciddi ölçüde zarar veriyor. Cumhuriyet değerlerini önemseyenlerin bu göçte taşıdığı ağırlık ise AKP eliyle yürütülen gerici dönüşüme doğrudan katkı sağlamış oluyor.
Göç alan ülkelerin emekçileri de göçten ciddi zarar görüyorlar. Göçmenlerin mevcut haklardan uzak bir şekilde istihdamı, yerel işçileri işsizlik artışı ve ücretlerde düşüşle karşı karşıya bırakıyor. Ülkede çalışan emekçiler arasındaki dil ve kültür bariyerleri ise tek bir sınıf olarak sömürücülerin karşısına çıkma ve kaybedilen hakları yeniden kazanma ihtimalini düşürürken egemenlere yeni bir silah kazandırıyor. Göç nedeniyle ortaya çıkan haklı öfke, kolaylıkla göçmenlere yöneltilebiliyor. Irkçı ya da ayrımcı saldırıların önemli bir bölümü, ideolojik yanılsamalardan çok bu siyasal yönlendirmeden kaynaklanıyor. Sömürenler, ekonomik açıdan olduğu gibi siyasal açıdan da bu işten oldukça kârlı çıkıyorlar.
Türkiye’de de benzer bir süreç işliyor. Ülkemize yönelik göçmen akınına büyük ekonomik kayıplar eşlik ediyor. Özellikle ucuz işgücüne dayanan sektörlerden ve onun temsilcisi patron örgütlerinden gelen göç övgüsü de göçün kimin işine yaradığını anlamamızı kolaylaştırıyor.
Kitlesel göçle örtüşen bir başka olgu ise yurttaşlığın aşınması. Türkiye’ye akan çoğunlukla Suriyeli nüfus, karşı devrimin ülkenin demografisine bir müdahale aracı olarak da değerlendiriliyor. Bu sayede Cumhuriyet ile sembolize olan ortak kazanımlar ve yurttaşlık bilinci pratik karşılığını daha kolay yitiriyor. Türkiye’deki Suriyeli nüfusun ÖSO gibi cihatçı çetelerin örgütlenme sahası haline getirilmesinin AKP tarafından teşvik edilmesi, Suriye’de ortaya konulan gerici politikalara asker gücü sağladığı gibi göçmenlerin yaşadığı bölgeleri de gericiliğin kaynaklarından birisi haline getiriyor. Türkiye’ye göçen topluluklar, ülkenin devrim mirasından faydalanmak ve ilerleme kavgasının parçası olmak bir yana bu mirasa karşı saldırının araçlarına dönüştürülüyorlar.
Ülkemizin Avrupa’nın göçmen deposu haline getirilmesi, AKP iktidarına da hem emperyalistlerle pazarlık gücünü artırma hem de Suriye’nin emperyalist planlar çerçevesinde parçalanması projesinde aktif rol alma fırsatı veriyor. Avrupa Birliği emperyalizmi ise işlediği suçlar sonucunda ortaya çıkacak sosyal gerilimleri yılda birkaç milyar avroya Türkiye’ye havale edebiliyor. Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale bu şekilde sorunsuzca yıllara yayılabiliyor.
Özetle bugün dış göç ve göçmenlik durumu, halk kitlelerinin zararına ve onları sömürenlerin yararına işliyor. Dolayısıyla bugün emeğin ve halkın çıkarlarına olan, mevcut göç düzenine karşı olmak. Elbette istisna durumlar ayrıca değerlendirilir ancak bugün önümüze gelen gerçek sorunlar, yaptığımız genellemeyi doğruluyor.
O halde bugün, dış göçü daha başlamadan önleyecek ya da göçmenlik durumunu sonlandıracak siyasal önermeler her zamankinden daha büyük önem taşıyor.
Sorunun çözümü en başta emperyalist müdahalelerin karşısında durmaktan, bu müdahaleler sonucu ortaya çıkan göçmenlik olgusunun nasıl sona erdirilebileceğini göstermekten ve halkı gerçek sorumlulara karşı mücadeleye dahil edebilmekten geçiyor.