Başlıktaki ağır ifade bugünlerde CHP’nin bir önceki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için çokça kullanılıyor. 13 yıl boyunca partiyi yönetmiş bu isim, bir önceki seçimde muhalefetin ortak adayıydı. Adaylığını desteklemeyen, başka bir ihtiyaç olduğunu ifade edenler ise yine benzer sıfatlarla anılıyordu.
Kılıçdaroğlu’na yönelik öfke elbette anlaşılır. Seçme-seçilme hakkını ortadan kaldırmak üzere harekete geçen AKP yargısı, bir süredir son CHP kurultayını hedef almış durumda. Kurultayda hukuksuzluk olduğu iddiası ile görülen davanın sıradaki duruşması ise yarın. “Mutlak butlan” talebi ile görülecek duruşmada eğer iptal kararı olursa Kılıçdaroğlu yeniden genel başkanlık koltuğuna dönmüş olacak. Devrik genel başkan ise şimdiye kadar bu saldırı karşısında mevcut yönetimle bir araya gelerek çözüm bulmayı değil, AKP yargısının yanında olduğunu hissettirmeyi tercih etti. Hatırlı isimlerin araya girmesine karşın CHP içindeki ayrılık çözülemedi.
İktidar kanadınca köpürtülen Alevilik tartışmalarının bu anlamda CHP içindeki ayrışmayı mezhep temeline çekmeyi amaçladığını da ayrıca not etmek gerekiyor.
Kılıçdaroğlu ve ekibinin sürece verdiği tepki ise kendisinin iktidara karşı durmak bir yana ondan beklentide olan bir konumda olduğunu düşündürüyor. AKP karanlığı altında yaşamaktan bıkmış milyonların bu süreci ihanet olarak görmesi bu nedenle de çok anlaşılır.
Ancak hatırlatmak zorundayız ki Kılıçdaroğlu CHP’sinin halka yönelik ihanetleri son hamle ile sınırlı değil. Daha genel başkanlığa geldiği ilk gün “laiklik tehlikede değil” diyerek gerici dönüşümün hızlanmasının önünde hiçbir engel olmadığının ilanı, halkın doğrudan aktif olarak katıldığı tüm mücadele örneklerinin “AKP’nin işine yarar” diyerek kötülenmesi ve bizzat CHP eliyle sönümlendirilmesi, başkanlık sistemine giden yolda “Yenikapı Ruhu”na ortak olunması, emekçiler ekonomik kriz altında ezilirken çözümün emperyalist merkezlerde ve onların beklediği tefeci politikalarında gösterilerek kitlelerin aklının bulandırılması ilk aklımıza gelen örneklerden.
Özetle Kılıçdaroğlu CHP’si daha ilk gününden itibaren toplumsal tepkinin iktidar açısından sorun yaratmayacak bir biçimde soğurulmasına ve sönümlendirilmesine hizmet etti.
Burada ister istemez komplo teorileri akla geliyor. “Kılıçdaroğlu başından beri Erdoğan’ın adamıydı” fikrine çıkabilecek bu tarz önermeler ise doğruluğunun kanıtlanamayacak olması bir yana aklımızı kötürümleştirmeye hizmet ediyor. Yaşananların arkasında yer alan ideolojik ve siyasal zemini görmemizi engelliyor.
Öyle ki halkın beklentilerine yönelik başkaca, hadi şimdilik ihanet demeyelim, umursamazlıkların önü böylece açılmış oluyor.
Kılıçdaroğlu davası üzerinden ortaya çıkan başka bir gelişme üzerinden örneklendirelim. 19 Mart sonrası ortaya çıkan halk tepkisi hem topluma umut vermiş hem de iktidarı korkutmuştu. Halkın kendi gücüne yönelik ortaya çıkan özgüven yıllardır iktidar ve muhalefet işbirliği ile daraltılan siyasal alanı alabildiğine genişletmişti.
CHP’nin mevcut yönetiminin olayın şokunu atlattıktan sonra bu gelişmeye ilişkin düşünülmüş ve planlanmış ilk tepkisi süreklileştirilmiş mitingler olmuştu. Başta ortaya çıkan heyecanı yansıtmaktan uzak, topluma hiçbir enerji vermeyen, karşı-devrim iktidarına yönelik gerçek hiçbir politik çıkışın konuşulmadığı bu mitingler halen sürse de toplumun gündemine dahi giremiyor.
Kılıçdaroğlu kanadının kurultay davası yaklaşırken eldeki araçlarını bu mitingleri tartıştırmak ve durdurulacağının sinyalini vermek üzere kullanması ise bu bağlamda anlamlandırılmalı. Tıpkı yurttaşlığın yıllarca seçme-seçilme hakkına daraltılmasının sonucunda sıranın bu hakkın kendisine gelmesi gibi, halkın siyasete katılımının etkisiz mitinglere sıkıştırılmış olması bunlara dahi tahammül edilemeyecek bir saldırıyı olanaklı kılıyor. Belli ki AKP iktidarı, mevcut mitinglerin sönümlendirme etkisinin sonuç aldığını düşünüyor, yeni ittifak unsuru eliyle de bu kalıntıyı da ortadan kaldırmak istiyor.
Halkı etkisizleştirme mitinglerle de sınırlı değil. Seçim sonrası normalleşme adı altında Erdoğan’ın değirmenine su taşınması, MİT’ten üye başvurularına yönelik denetleme talebi, Hatay’da deprem suçlusu Lütfü Savaş’ın yoğun tepkilere aldırış edilmeden aday gösterilmesi, tarikatlara gösterilen teveccüh, İzmir Büyükşehir Belediyesi eliyle işçiler ile halkın karşı karşıya getirilmesi, 19 Mart sürecine emperyalist merkezlerden destek talebi, iktidarın yeni çözümüne açık çek verilmesi gibi başlıklar güncelliğini koruyor.
İşin özeti hainlik de halkın umutlarına ihanet de Kılıçdaroğlu yönetimiyle sınırlı değil.
CHP içinde tablo şimdilik net gözükse de bu nedenle konunun bir şekilde “parti içi sulh”a bağlanması, yeni bir orta noktanın bulunması ihtimali de yok sayılamaz. Birlik ya da ayrışma, bu kavganın sonucu ne olursa halkın CHP ya da onun herhangi bir parçası sayesinde kazanabileceği bir şey yok.
Çünkü sorun kişilerin kendi başlarına beceriksizliklerinde ya da güvenilmezliklerinde değil.
Sorun, bu partinin ve onun kadrolarının emperyalizme ilişkin olumlu bakışlarında.
Sorun gericiliğin düşman değil de teskin edilmesi gereken meşru tepkiler olarak görülmesinde.
Sorun, halkın sırtından geçinenlerin düşman değil de dost olarak belirlenmesinde.
Peki o zaman ne yapacağız? Kime güveneceğiz?
Emekçi halkın kendi gücü, kendi mücadelesi dışında hiçbir şeye ve hiç kimseye…
Türkiye’de ne zaman dengeler sarsıldıysa, ne zaman gerçek bir umut dalgası kitleleri sardıysa orada halkın kendisini görürüz. Bizzat mücadeleye atılan, sokakları dolduran, alanlarda kendi çıkarları için ortaya çıkan halk verir gelecek güzel günlerin müjdesini.
Bu mücadelenin bir öncüye ve önderliğe ihtiyacı olduğu gerçeğini ise yok sayamayız. Türkiye’nin gerçek kırılma başlıklarında net olan ve halka bu anlamda yol gösterecek bir öncü özne vazgeçilemez bir zorunluluk. Emperyalist saldırılara karşı amasız fakatsız bir karşı duruş, emeğin çıkarının diğer tüm çıkar odaklarının üstünde tutulması, geri adım atılmayan bir laiklik mücadelesi yalnızca ahlaki olan ya da ihanet tezgahına düşmeyi engelleyici unsurlar değiller. Aynı zamanda siyasal olarak da iktidara karşı sonuç alabilecek tek siyasal çıkış rotasını işaret ediyorlar. Bu ihtiyacı karşılaması gereken ve mutlaka karşılayacak olanlar ise Türkiye’nin devrimcileri.