Çarşamba, Ağustos 13, 2025
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
No Result
View All Result
ideo
No Result
View All Result

Halktan gizlenen ne?

Deniz Ali Gür Deniz Ali Gür
12 Ağustos 2025
Yazı
Halktan gizlenen ne?

Pazarlık yok, şu yok, bu yok, sadece barış, kardeşlik, demokrasi umudu var iddialarını bir kenara bırakalım. Müzakere masasının ana odağının Ortadoğu’nun yeniden tasarımı olduğu biliniyor.

Halkın siyasal süreçlere katılımı nasıl sağlanır?

Devlet kurumlarının teknik işlemleri ile siyasi işlevleri nasıl ayırt edilir?

Parlamento kürsüsü ne işe yarar?

Soruları artırmak mümkün ama burada durabiliriz. “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” (ya da Emperyalist Savaşa Hazırlık) Komisyonu’nda MİT, MSB ve İçişleri Bakanlığı’nın sunum yapacağı ikinci toplantının kapalı yapılması dahil ortaya çıkan güçlü mutabakatı ele almak için bu kadarı yeterli.

Komisyon ve parçası olduğu sürece başından beri itiraz ediyoruz. Amasız, fakatsız, “Silahların susması tabii ki iyidir” kaydını düşmeye gerek duymayan bir itiraz bu. Meselenin silahların susması, Kürt sorununun bir biçimde çözümü değil Ortadoğu’nun emperyalist planlar doğrultusunda yeniden tasarımı ve masadaki aktörlerin bu tasarım içinde pay kapma arayışları olmasından kaynaklanan bir itiraz.

Dolayısıyla masada konuşulan içeriğin ve kapalı toplantı dahil çalışma usulünün somut ayrıntıları da kendi özellerinde değil, sürecin zorunlulukları temelinde eleştiriye tabi. Somutlamak gerekirse “sürecin emperyal hayaller ve AKP-MHP iktidarının ömrünü uzatma hevesleri için istismarı” bizim açımızdan dikkat edilmesi, önlem alınması gereken bir risk değil, sürecin doğasının gereği. Sürecin bütünün halkı dışlayarak yürütülmesi de öyle.

Özellikle muhalefet partilerince şeffaflık ve ilgili toplumsal kesimlere doğrudan söz hakkı vaadiyle savunulan komisyonun ikinci toplantısı için oy birliğiyle gizlilik kararı alınması bu açıdan tartışılmayı hak ediyor. Bağlamdan bağımsız düşünürsek istihbarat aygıtının gizli çalışması ve muhataplarıyla diyaloğunu kapalı yürütmesi olağan sayılabilir. Ancak istihbaratın yürüttüğü operasyonların siyasal işlevi, adı üzerinde siyasetin konusudur. Üstelik AKP Türkiyesi’nde istihbarat aygıtı, gizli operasyonların ötesinde Dışişleri Bakanlığı’yla birlikte bizzat siyaset üretme ve diplomasi yapma işlevlerini de üstlenmiş durumda. Bu gündem özelinde Abdullah Öcalan’la müzakerenin doğrudan istihbarat aygıtı tarafından yürütüldüğü de biliniyor. İktidarın Öcalan’ı doğrudan siyasi muhatap olarak tanıdığı, dolayısıyla Öcalan’la bu süreçte kurulan diyaloğun da istihbarat örgütlerinin genel olarak görev tanımlarını aşacak türden bir siyasi müzakere niteliği taşıdığı açık. 

Sürecin gizli kapaklı, halktan kaçırılarak yürütülmek zorunda olması da bundan kaynaklanıyor: Kritik jeopolitik gündemlerde siyaset üretme işlevi, doğası gereği gizli çalışan bir kuruma havale edilmiş durumda. Bu da üretilen siyasetin kendisine dair tartışmayı doğrudan güvenlik sorunu haline getirmeyi mümkün kılıyor. Burada salt iktidar çevreleri ve bağlı yayın organları ile trol ordularının yaftalamalarını değil, somut yasal dayanakları da olan bir karartmadan söz ediyoruz. Halkı doğrudan ilgilendiren gündemlerin siyasi boyutunun halka kapalı bir kurumsal yapı tarafından üstlenilmesi, yurttaşın siyasetten dışlanmasının ve dolayısıyla yurttaşlığın tasfiyesinin parçası. 

Üstelik bölgesel planda siyaset üretimini müşterek yürüten Dışişleri ile istihbarat aygıtının birinin en tepesindeki kişinin yakın zamana kadar diğerinin tepesinde bulunuyor olması, bu siyaset üretiminin bir kurumsal akıldan ziyade şahıslara ve çıkar odaklarına dayalı güç ilişkilerince belirlendiğinin göstergesi. Bu da devletin çözülmesi olarak adlandırdığımız ve yine yurttaşlığın tasfiyesiyle doğrudan ilgili olan durumun çok somut bir örneği.

Yurttaşın siyasetten dışlaması, Türkiye’nin yaşadığı karşı-devrim sürecinin bir ürünü. Başkanlık sistemiyle hukuki altyapısı da tamamlanmış olan bu model, halkın siyasal süreçlere etkide bulunabileceği mekanizmaları tahrip ederek siyaseti tüm kurum, kural ve yasalardan azade olağanüstü yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanı’nın farklı çıkar odakları arasında kurduğu dengeye ve bunlar arasındaki çatışma ve pazarlıklara indirgiyor. Böylece yurttaşın siyasal katılımı da oy kullanmaya, yani seçmenliğe indirgenmiş oluyor. Halkın bütününü ilgilendiren sorunlar (Kürt sorunu dahil) siyasi, idari, hukuki, askeri boyutlarıyla halktan kaçırılarak ele alınsın, halkın sürecin bütününde bir katılımı ya da söz hakkı olmasın, seçmenlikten fazlasının reva görülmediği halk da kaderini her konuda yetkili olan AKP’li Cumhurbaşkanı ile aralarında iktidar ortaklarının da olduğu gizli-açık diğer unsurlar arasındaki gizli pazarlıklara teslim etsin. 

Bu tuhaf denklem o kadar içselleştirilmiş ki, düne kadar her ağızlarını açtıklarında yargı sopasıyla hedef alınan, seçilmiş tüm belediye başkanlarının yerine kayyum atananlar Kürt sorunundaki tıkanıklıktan bu baskı politikalarının sorumlusu iktidarı değil de “bazı Kemalist kesimleri” sorumlu tutarak iktidara zeytin dalı uzatıyor; “iktidarla birlikte menemen bile yapmama” sözü verenler iktidarın bölgesel hesaplarla başlattığı süreç ve süreç kapsamında kurulan komisyonu altın fırsat olarak parlatıyor, bunu henüz çökülmemiş belediyelere ve bizzat partisinin kurumsal kimliğine el konulmamasının güvencesi olarak görüyor.

Oy birliğiyle alınan kapalı toplantı kararına evet oyu veren ya da çekimser kalarak gölge etmeyen milletvekilleri, esasen bu tabloya onay vermiş oldu.

Denilebilir ki, komisyonda muhalefetin ya da bu başlıkta itiraz geliştirmesi daha fazla beklenebilecek partilerin ret oyları sonucu değiştirmezdi, arka planı ne olursa olsun istihbarat ve güvenlik bürokrasisinin sunum yapacağı bir toplantının basına açık yapılması gibi bir karar çıkması mümkün değildi. Bu da bizi siyasete halk katılımının sağlanması ve parlamento kürsüsünün ilerici amaçlar için kullanımı sorununa getiriyor.

Kapitalist toplumlardaki güç dengelerine göre şekillenen bir parlamentonun bütünüyle halkın sesi olması, genel doğrultu itibariyle ilerici rol oynaması mümkün değil. Ancak emekçiler adına buraya girme iddiasındaki öznelerin bu kanalı zorlaması mümkün. Oylama sonucunda toplantının hangi usulle yapılacağı bir yana, ilgili devlet kurumlarının yürüttükleri operasyonların siyasal işlevi ve bu süreçlerde halkın siyaset dışına itilmesi sorunu, sosyalistler açısından öncelikli gündem olarak görülmeli. Üstelik söz konusu süreç kapsamında bölge ölçeğinde yürütülen siyasi pazarlıklar, doğrudan halkın gündemine taşınmayı ve halkın örgütlü gücüyle durdurulmayı bekliyor.

Pazarlık yok, şu yok, bu yok, sadece barış, kardeşlik, demokrasi umudu var iddialarını bir kenara bırakalım. Müzakere masasının ana odağının Ortadoğu’nun yeniden tasarımı olduğu biliniyor. Somutlamak gerekirse Baas iktidarının tasfiyesi sonrası cihatçı HTŞ eliyle kanlı katliamlara ve parçalanmaya sürüklenen Suriye’nin İsrail için kolay lokma haline getirilirken ABD’nin iki müttefiki olarak AKP iktidarı ve Kürt ulusal hareketi arasında bölüşülmesi, Suriye’den çıkarıldıktan sonra Zengezur Koridoru’nun ABD’ye peşkeş çekilmesiyle kuzeyden de kuşatılan İran’ın dişlerinin  sökülmesi, Irak’ın direniş unsurlarından arındırılması, Lübnan ve Filistin’de direniş güçlerinin silahsızlandırılması ve dolayısıyla Lübnan ve Gazze’nin de İsrail açısından yol geçen hanına dönüştürülmesi… Pazarlığın konusu bunlar ve daha fazlasıdır. Komisyonda temsil edilen tüm partiler değilse de iktidar bloku ve Kürt ulusal hareketi, işte bu pazarlığın tarafı ve birinci dereceden muhatabıdır.

Süreç tam da bunun için halktan kaçırılarak ve doğası gereği gizli çalışan kurumlarca yürütülüyor. Uluorta yapılması, halkın gözünün içine baka baka anlatılması, sorumluluğu alenen üstlenilmesi mümkün olmayan işler yapıldığı için. İstihbarat ve güvenlik bürokrasisinin elindeki özel bilgiler ya da ilan edilen silah bırakma sürecinin somut ayrıntıları gibi hassas bilgiler ötesinde siyasi pazarlığın doğrultusu gizleniyor, halk hiçbir şey anlamasın diye bol bol laf kalabalığı yapılıyor.

Sürece şu ya da bu niyetle dahil olunduğunda söz konusu pazarlıklara da doğrudan değilse bile dolaylı yoldan onay verilmiş, itiraz geliştirme hakkından feragat edilmiş oluyor. Tümü birer siyasal işleve sahip olan kurumlar ve operasyonlarının siyasal niteliklerinin üzerinin örtülmesi, halktan gizlenmesi ve tartışılamazlığına muhalefet cephesinden verilen her onay, yürütülen sürecin toplumsal meşruiyeti çok zayıf olduğu halde iktidarın elini güçlendirmekle kalmayıp sürecin yaratması kaçınılmaz olan toplumsal tepkilerin sözcülüğünü de ABD-İsrail planları doğrultusunda bir başka projeksiyonun sözcülüğünü üstlenmiş olan provokasyon ehli odaklara terk ediyor.

Olası ABD planları arasında seçim yapmaya mahkum değiliz. ABD planlarını bozmak için varız, bozacağız.

Deniz Ali Gür

Deniz Ali Gür

Diğer içerikler

Emperyalist Savaşa Hazırlık Komisyonu
Yazı

Emperyalist Savaşa Hazırlık Komisyonu

Ercan Bölükbaşı
7 Ağustos 2025
“Ölenlerin adını unutma” ya da “kimin bu sokaklar”
Yazı

“Ölenlerin adını unutma” ya da “kimin bu sokaklar”

İnönü Alpat
5 Ağustos 2025
“Sünnet değil farzdır Cumhuriyet”
Yazı

“Sünnet değil farzdır Cumhuriyet”

İnönü Alpat
27 Temmuz 2025
IDEF 2025: ‘Milli gururumuzu’ hangi emperyalist şirketler okşuyor?
Yazı

IDEF 2025: ‘Milli gururumuzu’ hangi emperyalist şirketler okşuyor?

Erkin Öncan
24 Temmuz 2025
Amerikan askerleri, birkaç gün içinde paraşütle Kayseri’ye inecek
Yazı

Amerikan askerleri, birkaç gün içinde paraşütle Kayseri’ye inecek

Erkin Öncan
17 Temmuz 2025
ideo

© 2024 ideo

  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
  • Künye

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
  • Künye

© 2024 ideo