‘Milli gururumuz’ olarak kabul edilen bir etkinlikten gurur duyabilmenin yolu, emperyalist şirketlere ürünlerimizi ‘beğendirmekten’ mi geçiyor? ‘Türk savunma sanayisinin kritik ürünleri’ neden ‘görücüye çıkmak’ zorunda? Neden ‘son teknoloji ve milli’ ürünlerini tanıtan şirketlerimiz, ‘gözünü dünya pazarına’ dikiyor’?
Savunma sanayii alanında dünyanın sayılı organizasyonlarından biri olarak kabul edilen Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı (IDEF 2025) başladı.
IDEF aynı zamanda Türkiye’nin ‘en prestijli ve stratejik öneme sahip savunma sanayii etkinliği’ olarak tanımlanıyor. İlk kez 1993’te düzenlenen fuar, iki yılda bir İstanbul’da gerçekleştiriliyor ve savunma, havacılık ve güvenlik alanlarında dünyanın önde gelen şirketlerini bir araya getiriyor.
Fuarda aynı zamanda ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN gibi yerli firmaların yeni sistem ve teknolojileri tanıtılıyor. Örneğin IDEF-2025’in öne çıkan ‘yerli’ ürünü, Türkiye’nin ilk hipersonik balistik füzesi TAYFUN BLOK-4 oldu.
Erdoğan’dan İsrail’e tepki
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, fuarın açılış konuşmasında yerel ve uluslararası kimi konulara değindi. Erdoğan’ın konuşmasında, özellikle Gazze’deki insani kriz ve İsrail saldırganlığına değindiği noktalar dikkat çekiciydi:
• “Gazze’de, insani yardım malzemesi girişine izin verilmediği için açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocukların derdi bizim derdimizdir. 13,5 yıllık zulmün ardından 8 Aralık Devrimi ile umutların yeniden yeşerdiği Suriye’ye yönelik saldırılar bizim sorunumuzdur. Karadeniz’in güvenliğini tehlikeye atan sıcak çatışmalar aynı şekilde bizim için büyük bir endişe kaynağıdır.”
• “Her gün onlarca masumun bir lokma ekmek, bir yudum su bulamadığı için can verdiği bir acımasızlığı zerre kadar insanlık onuru taşıyan hiç kimse kabul edemez, buna sessiz kalamaz. Bu cinnet haline rıza gösteremez. Her kim, Gazze’deki soykırıma sessiz kalıyorsa İsrail’in işlediği insanlık suçlarına ortak oluyor demektir.”
• “O masum bebeklerin kopmuş kafalarını, o çocukların kopmuş ellerini, bacaklarını, affedersiniz köpeklerin açlıktan yemeye başladığı gömülmemiş cesetleri, o açlığı, o feryadı, annelerin yüreklerimizi yakan o çığlıklarını hiçbirimiz unutamayız, hiçbirimiz unutmayacağız.”
• “Daha önce de söyledim Netanyahu ve katliam şebekesi barbarlıkta Hitler’i çoktan geride bıraktı.”
Merkez medyada yayınlanan haberlerde, Erdoğan’ın İsrail’e yönelik tepkileri öne çıkarılsa da, Erdoğan’ın Başbakan Binyamin Netanyahu ve İsrail yönetimine yönelik sert tepkileri yeni değil. Erdoğan bu ve benzeri vurguları, uluslararası meselelere değindiği her konuşmasında dile getiriyor zaten.
Erdoğan’ın bu konuşmasını ‘farklı’ kılan şey ise, konuşma içeriği değil, dinleyicileri. Açılış konuşmasında Erdoğan’ı yalnızca destekçileri değil, uluslararası silah devlerinin temsilcileri de dinledi.
Bazı fuar katılımcıları ise, Erdoğan’ın ‘katliam şebekesi’ olarak tanımladığı İsrail’le ciddi düzeyde silah ticaretinde bulunan şirketler.
Erdoğan’ın karşısında konuştuğu bazı fuar katılımcısı şirketlere bakalım;
Lockheed Martin
ABD’li silah devi. 2004-2009 yılları arasında İsrail’e 102 adet özel model F‑16I Sufa uçağı temin etti. 2010’dan itibaren, F‑35 Adir programı kapsamında İsrail’le yapılan anlaşmayla toplam 50 uçak siparişlendi, 27’si teslim edildi. Proje yaklaşık 6 milyar dolar tutarındaydı. Buna ek olarak şirketin, 2.5 milyar dolarlık IAI kanat üretimi projesi de var.
Lockheed Martin ayrıca, İsrail ordusuna roket sistemleri, radarlar, hedefleme sistemleri, eğitim sistemleri dahil ciddi düzeyde ekipman sağladı, bu yıl ise İsrail için 12 adet CH‑53K ağır helikopter modifikasyonu üzerine milyonlarca dolarlık yeni bir anlaşma daha yapıldı.
İsrail, “O masum bebeklerin kopmuş kafalarını, o çocukların kopmuş ellerini, bacaklarını, affedersiniz köpeklerin açlıktan yemeye başladığı gömülmemiş cesetleri” işte bu şirketle yaptığı anlaşmalar sayesinde yarattı.
ThyssenKrupp Marine Systems
Almanya merkezli bu şirket, İsrail’e 4 adet Sa’ar‑6 sınıfı korvet, 3 adet Dakar sınıfı denizaltı sağladı. Şirketin İsrail Savunma Bakanlığı ile 1.8 milyon euro’luk iş hacmi, 2022’ye gelindiğinde 3 milyar euro’ya çıktı ve Alman hükümeti de 600 milyon euro destek sağladı.
“Her gün onlarca masumun bir lokma ekmek, bir yudum su bulamadığı için can verdiği bir acımasızlığı” yaratan şirketler arasında, ThysennKrupp da bu ‘karlı’ anlaşmalarıyla yer aldı.
BAE Systems
İngiliz havacılık ve savunma şirketi. BAE Systems, F‑35 programının iki ana sanayi ortağından biri olarak (diğeri Northrop Grumman), F‑35’in kuyruk / kontrol sistemi bileşenlerini temin ediyor; İsrail’in F‑35 filosu ile doğrudan ilişkili. Şirket ayrıca, 2018’de İsrail için F‑35 uçakları kapsamında 20.4 milyon dolar değerinde verici (transmitter) tedarik sözleşmesi aldı. İsrailli savaş pilotlarının “o açlığı, o feryadı, annelerin yüreklerimizi yakan o çığlıklarını” yaratan bombardımanları, BAE Systems tarafından güçlendirilen kontrol sistemleri sağladı.
Bu üç büyük şirketle beraber, İsrail’in F-35 ve M346 programlarında yer alan, korvetler için top üretimi yapan, radar teknolojileri ve tank treyler üretimi gibi süreçlerde ortaklıklara sahip İtalyan Leonardo’nun, İsrail’in ‘ünlü’ Merkava 4 ve 5 tanklarının motorlarını temin eden Rolls‑Royce Power Systems çatısı altındaki MTU Friedrichshafen’in, İsrail ordusuna yüz milyonlarca dolar değerinde mühimmat kontrol sistemi ve elektronik bileşenler sağlayan Honeywell’in, Batı Şeria’da ‘askeri kontrol noktası’ isimli cinayet gruplarının kullandığı biyometrik erişim sisteminin bakımını sağlayan HP’nin, Gazzeli sivilleri öldüren İsrailli sniper’ların nişangahlarını sağlayan, İsrail’in en önemli ‘uzun menzilli nişangah tedarikçisi’ Leupold’un şirket temsilcileri de Erdoğan’ın İsrail’i lanetlediği konuşmayı dinleyenler arasındaydı.
Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin İsrail konusundaki söylem/eylem çelişkisi, hükümete yakın çevreler tarafından çeşitli argümanlarla gerekçelendiriliyor. Kimileri ‘anlaşmaların daha önce yapıldığını, öyle hemen bozulamayacağını’ söylerken, kimileri ise “Bakmayın ticarete, devletimiz neler yapıyor neler” tadında ‘esrarengiz, oyun kurucu devlet aklı’ söylemine sığınıyor.
Erdoğan’ın İDEF’teki son konuşması da belki, “İsrail’e silah satanların yüzüne yüzüne konuştu” benzeri bir ‘meydan okuma’ anlatısıyla yorumlanacak.
Artık klişeleşmiş bu söylemler savaşı devam ederken, birkaç gün önce yaşanan dikkat çekici bir toplantıda yaşananlar şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Kısaca hatırlayalım. Birkaç gün önce, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına karşı uluslararası düzeyde artan tepkiler kapsamında, Güney Afrika ve Kolombiya’nın öncülüğünde, 30 ülkeden oluşan Hague Grubu tarafından Kolombiya’nın başkenti Bogota’da bir uluslararası toplantı düzenlendi.
“İmzaya daha vakit var”
Türkiye, konferansa Dışişleri Bakan Yardımcısı düzeyinde katılım gösterdi ve İsrail’e yönelik kınama bildirisine destek verdi. Ancak Türkiye, toplantının en çarpıcı sonucu olan 6 maddelik eylem planına imza koymadı.
Dışişleri Bakanlığı, bu durumu ‘dezenformasyon’ olarak nitelendirerek, “Uluslararası toplantılarda ele alınan kararlara ve ortak bildirilere katılım hususu çoğunlukla belli bir takvime yayılmaktadır” dedi ve ülkelerin Ortak Bildiri’ye 20 Eylül 2025 tarihine kadar katılabileceğini hatırlatarak “Teknik olarak imzalamadık denemez” mesajı vermiş oldu.
Türkiye’nin imza atmama tutumunu “Önce kurumlarımızla görüşeceğiz” diyerek açıkladığı bildirinin Türkiye’yi ilgilendirebilecek kısımları özetle şu şekilde:
• İsrail’e silah, mühimmat, askeri yakıt, ilgili askeri teçhizat ve çift kullanımlı ürünlerin tedariki ya da transferininin uygun olduğu ölçüde engellenmesi,
• Bir geminin İsrail’e silah, mühimmat, askeri yakıt, ilgili askeri teçhizat ya da çift kullanımlı ürünler taşıma riski açıkça mevcutsa, bu tür gemilerin limanlarda demirlemesinin, hizmet almasının ya da transit geçiş yapmasının önlenmesi,
• Kamu kurumları ve kamu kaynaklarının, İsrail’in Filistin topraklarındaki yasa dışı işgalini desteklemesinin önüne geçmek amacıyla, tüm kamu sözleşmelerinin ivedilikle gözden geçirilmesi.
Bu noktada en başa dönelim. Türkiye’nin Gazze krizindeki konumu düşünüldüğünde, Erdoğan’ın IDEF kürsüsünde Netanyahu’ya “Hitler’i geride bıraktı” demesi, büyük şirketlerle iş bağlamak üzere ellerini ovuşturarak fuara koşan Türk şirketlerin temsilcilerini, alkışlayıp sosyal medyada paylaşmak dışında ne kadar etkileyebilir?
Aynı şekilde, Erdoğan konuşurken salonda bulunan İsrail ortağı şirketlerin temsilcileri, Türkiye’nin somut adımları ortadayken, Erdoğan’ın konuşmasını ‘bir formaliteden’ başka ne olarak görebilir?
‘Milli gururumuz’ olarak kabul edilen bir etkinlikten gurur duyabilmenin yolu, emperyalist şirketlerin cinayet aletlerini izlemekten mi geçiyor? ‘Türk savunma sanayisinin kritik ürünleri’ neden ‘görücüye çıkmak’ zorunda? Neden ‘son teknoloji ve milli’ ürünlerini tanıtan şirketlerimiz, ‘gözünü dünya pazarına’ dikiyor’?
Bir ülkenin tutumunu söylemler değil, attığı somut adımlar belirler. Başta Türk şirketler olmak üzere, Erdoğan’ın İsrail karşıtı açıklamalarını kimsenin ‘ciddiye almayacağını’ tahmin etmek zor değil. Zaten Erdoğan da muhtemelen uluslararası savunma şirketleri için yapmıyor bu konuşmayı. Erdoğan her zaman yaptığı gibi ‘içeriye’, seçmen kitlesine sesleniyor.
Konu uluslararası olsa bile iç kamuoyuna seslenmek, çok uluslu resmi platformlarda kayda değer bir adım atmamak. İşte ülkemizin ‘oyun kurucu küresel aktör’ olma serüveni bu…