Seçim süreci henüz tamamlanmadı. Hem yürütmede tek yetkili organ olan Cumhurbaşkanlığı makamına kimin oturacağı konusu ikinci tura kaldı. Hem de sandıklarda iktidar lehine yapılan “hata”lara ilişkin itirazlar sürüyor.
Dolayısıyla bugün yapılacak değerlendirmelerin belirli ölçülerde bir “yarım kalmışlık” ya da “dağınıklık” görüntüsü vermesi normaldir. Bunu göze alarak yazıyoruz.
Seçimle çöken mitler
Birçok yanlışı doğru bilerek gittik seçime. Ya da doğrusunu bilsek de derdimizi bir türlü anlatamadık. Fark etmez.
Siz seçimlere hangi beklentilerle hazırlanırsanız hazırlanın, sürece hangi hislerle yaklaşırsanız yaklaşın güç belirleyicidir. Eğer seçimin bir tarafı yanlış fikirleri güçlü bir biçimde propaganda ediyorsa, en azından seçim gününe kadar, taraftarları bu fikirleri pek de sorgulamaz.
Sonuçta Erdoğan karşıtlarının ortak adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve elbette onu destekleyen medya araçlarında ne anlatılıyorsa AKP’den kurtulmak isteyen kitleler ona ikna olacaktı.
Birinci mit tam da bu konu ile ilgili: Bu iş ilk turda bitmeli.
Muhalif mecralarda her gün konuşturulan, sosyal medyada her yazdığı öne çıkarılan bol ünvanlı “akademik” birtakım kişilere göre bu tartışılmaz bir gerçekti. Bir önceki seçimlerdeki yenilginin ana sebebi muhalefetin parçalı bir biçimde gitmesiydi. Şimdi bu hataya düşülmeyecekti.
Evet dedi yurttaş, hak verdi. Bu kadar okumuş insan, “halk”ın kanallarında ısrarla bunu diyorsa kesin bildikleri vardır… Seçim gecesi ilk turda Erdoğan lehine bitmesini engellemek için sandık başında kavga ederken buldu kendini.
Oluşturulan basıncı biz sosyalistler de aşamadık. Erdoğan’ın karşısına bir aday çıkarıp doğru bildiğimizi okuyamadık. Sinan Oğan’ın aldığı oy oranı ve ikinci tur öncesinde geldiği konum çok büyük bir fırsatı daha elimizin tersi ile ittiğimizi gösteriyor. Sandık güvenliği ile korunması gereken her oyun taşıdığı önem ise ne kadar büyük ve anlamlı bir görevden zorla uzak tutulduğumuzu…
İlk turda bitirme ve tek aday arayışı eskilerden bir başka mitle beslendi: Sağı sağcılık yener.
Sonuçta sosyoloji belliydi. Türkiye’de toplum sağcıydı. Erdoğan’ın elinden bu koz mutlaka alınmalıydı.
Yurttaş buna da tamam dedi. Bu kadar seçim üst üste gericilerin neden kazandığını şimdi anlamıştı. AKP eskileri ve Madımak katliamcıları ile “helalleşme”yi sineye çekti. Bu sefer kesin diyerek sandığa gitti. Yine olmadı. Şimdi kendi oyları ile meclise giden 39 sağcıya oylarını helal edip etmeyeceğine karar vermeye çalışıyor…
Oysa Türkiye’nin sorunları, AKP’nin halka neler yaşattığı belliydi. İktidardan uzaklaşan toplum kesimlerinin beklentileri de… Onların suyuna gitmeye, aynı ideolojinin başarısız ve beceriksiz tiplerini önlerine çıkarmaya çalışmak yerine kavga edilmeliydi. Tarikatlarla, halkı sömüren sermaye gruplarıyla, Türkiye’yi göçmen hapishanesine çeviren emperyalist operasyonlarla kavga etmek gerekliydi.
Bunun yerine halka şu soru soruldu: “Her şey bir yana, Erdoğan mı yoksa Davutoğlu ve Babacan mı?” Alınan yanıt şaşırtıcı değil.
Üçüncü mit seçim sistemi değişikliği ile ortaya çıktı: Çoklu liste kaybettirir.
PhD’ler, PostDoc’lar bu sefer de aritmetik konusundaki hünerlerini konuşturdular. D’hont sistemine göre artık oylar boşa gidiyordu. Küçük partiler hemen büyüklerin listelerinin içine saklanmalıydı. Yoksa maazallah Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu alırdı.
Yurttaşta düşünecek ne hâl ne de sabır kalmıştı. İlk turda bitirme ve tek aday arayışı, çeşit çeşit sağcıyı etrafında toplama zorunluluğu kabul edilmişti bir kere. Onlara listelerde yer açmanın da bir sakıncası olamazdı. Tamam dedi. Hem zaten uzun süredir eve kapatılmış, “Sen mücadele etme biz hallederiz” telkinleri ile pasif bırakılmıştı. Stratejik oyları sayesinde doğru yerde doğru mücadeleyi vermiş olacaktı. Olmadı.
Öte tarafta, son ittifak yasasını hazırlayan iktidar ayrı listelerle girmeye hazırlanıyordu. Her parti kendi kadrolarıyla, kendi siyasetini yürütecek ve kendisine oy isteyecekti. Muhalefet ile kıyaslandığında ideolojik olarak birbirine oldukça yakın partilerden oluşan Cumhur İttifakı ayrı girmenin faydasını gördü. Birinden rahatsız olan için diğerine oy vermek mümkün oldu. Hatta muhalefetteki sağ partilerin kendi tabanı olarak gördüğü ciddi sayıda seçmen de iktidar partisinin ortaklarına yöneldi. Sonuçta hayatlarında siyasi parti binasında bulunmamış, parti kadroları çalışmaya nasıl motive olur bilmeyen çok bilmişlerden akıl almayan iktidar meclis çoğunluğunu ele geçirdi.
Tartışılması gereken notlar
Seçim sonuçları doğru bildiğimiz bazı yanlışları ortaya serdiği gibi, henüz farkına varmadığımız ya da göz ardı ettiğimiz kimi gerçekleri görme imkanını sunuyor:
- Türkiye iki partili sisteme sığmıyor. Başkanlık sistemi ABD’deki iki partiyi mümkün kılan seçim sisteminden ilham alınarak hazırlanmıştı. Emperyalist hiyerarşinin tepesindeki bu ülkede tam da bu konumu nedeni ile işliyormuş gibi görünen bu sistem Türkiye’de beklenen sonucu üretmiyor. Cumhur ve Millet ittifakları dışında siyasal alanlar kurmaya çalışanlar güçlerinin çok ötesinde karşılık bulabiliyorlar.
- Seçim sonuçlarını ve seçmen davranışını sosyoloji üzerinden açıklamak yanıltıyor. Türkiye toplumunun çoğunlukla sağcılara oy verdiği ezberi tüm siyasal alanı sağcılaştırmaya yaradığı gibi beklenen oy kaymalarını da yaratamadı. Üstüne bu kendi kendini doğrulayan kehanetin de etkisiyle aşırı milliyetçi partilerin oy oranı yüzde 25’e dayandı. Sosyoloji, üretilecek siyaset için yalnızca bir veridir. Fazlası siyaseti ortadan kaldırdığı gibi değişim ihtiyacına yönelik bir körleşme yaratır. Mevcut düzeni besler.
- Mücadele etmeden kazanılamaz. AKP, iktidarının en zor yıllarını yaşadı. Berbat bir ekonomi ve artık kendi tabanını dahi rahatsız eden dozda bir gericiliğin üstüne bir de depremde devletin en basit görevlerini bile yerine getiremediği görüldü. Muhalefet, bu dönemi mücadele etmeden, durumdan rahatsız olan yurttaşlara evden çıkmamalarını ve seçimi beklemelerini telkin ederek geçiştirdi. TV kanallarında “Tepkileriniz AKP’ye kazandırır” diyenler iktidara toparlanması için gerekli zamanı sunmuş oldu.
- Her şey normalmiş gibi davranmak zarar veriyor. İktidar tüm kamu kaynaklarını kendi lehine kullanıyor. Seçim süreçlerini yürütecek ve sonuçları halka duyuracak kurulları bizzat kendisi belirliyor. Erdoğan bu sayede Anayasa’ya aykırı bir şekilde üçüncü kez aday olabildi. Muhalefetin bir yandan demokrasi eksikliğinden ve tek adamcılıktan bahsedip bir yandan da tüm bu yaşananları sineye çekmesi büyük bir tutarsızlık görüntüsü veriyor. İnandırıcılığı kaybettirdiği gibi, iktidardan rahatsız yurttaşları rehavete sokuyor. Uyuşturuyor.
- Seçmenlerin her koşulda rasyonel davrandığı görüşü yanlıştır. Yurttaşlar elbette verdiği oylar mecliste temsil edilsin isterler. Ancak oy tercihindeki en önemli koşulun bu olduğu iddiası 14 Mayıs’ta yanlışlanmıştır. Seçilme ihtimali olmayan Sinan Oğan’ın aldığı 5.2’lik oy, barajı geçmesi mümkün olmayan Ata ittifakının ve Memleket Partisi’nin sırasıyla 2.4 ve 1 puan oy alması önemli göstergelerdir. Üstelik bu partiler herhangi bir medya desteğine ve örgütlü güce sahip değildir. Yalnızca belirli dönemlerde gündeme gelerek ve sağ popülist bir siyasete yaslanarak çok sayıda oy alabilmişlerdir. Devrimcilerin yeterince oy alamıyor olmasının nedeni seçmen rasyonalitesi değil, yurttaşı seçimlerde “irrasyonel” davranmaya çekebilecek siyasi halkayı yakalayamamış olmasıdır. Üstelik saydıklarımızdan farklı olarak devrimciler popülizm tuzağına düşmeme konusunda zaten beceriklidir. Sorun, oy bölme ya da baraj değil devrimci siyaset sorunudur.
- Sosyalistlerin bağımsız aydın ve politika sorunu vardır. Sosyalistlerin bağımsız bir siyasal odak olması son derece mümkün. Ancak bunun için öncelikle düzen muhalefetinin çizdiği düşünsel sınırları tanımayan bir akla ve iradeye ihtiyaç var. AKP’nin propaganda makinesine karşı gelişmiş direnç ne yazık ki düzen muhalefetine karşı geçerli değil. Sosyalist hareketi siyasal olarak da düzen muhalefetine yedeklemeye yol açan fikirler ve düşünsel kalkış noktaları herhangi bir süzgeçten geçmeden kabul görmektedir. Sosyalistlerin siyasal esnekliğini geliştirebilmesi için ideolojik katılığını ve kararlılığını artırması şarttır. Bunun için gerekli araçlar yaratılmalıdır.
- Devrimci siyaset için çok büyük bir alan vardır. Türkiye’de düzen, siyasal krizlerini bir türlü hafifletemiyor. Asgari rızayı üretecek bir dengeye kavuşamıyor. Yurttaşı eve kapatan, izleyici konumuna iten siyasal çizgi ısrarla duvara tosluyor. Muhalefetin seçim güvenliği rezaletinin ardından ortaya çıkan enerji ikinci tur sonucu ne olursa olsun toplumdaki arayışın kaybolmayacağını ve işlenmeye hazır bir biçimde beklediğini gösteriyor. Yeter ki kendi kavgamızı yurttaşın beklentileri ile örtüştüren doğru hattı kurabilelim.
Bunlar elbette başlangıç. İkinci turda ortaya çıkacak sonucun ardından tartışılmalı ve test edilmeliler. Bu nedenle henüz “yarım kalmışlık” taşıyorlar. “Dağınıklık” ise uzun zamanın ardından odanızı topladığınızda ortaya çıkan görüntüye benziyor. İhtiyacınız olmayan ve varlıkları ile kirlilik yaratan birçok ıvır zıvır, kenarda köşede unutulmasına karşın oldukça işe yarar araçlar böyle dönemlerde göze çarpıyor.
Önümüzde temizlik için önemli bir fırsat var. İhtiyacımız olmayandan kurtulalım, ihtiyaç duyduklarımızı öne çıkaralım.