Türkiye’de tatil beldelerinde yaşandığı tespit edilen bazı görüntülerin haber kuruluşları ve sosyal medya hesapları aracılığıyla gündeme gelmesi, yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi.
Görüntülerde, tatil beldelerindeki işletmelerde genç erkeklerin bazen dans ettiği, bazen cinsel çağrışımlara sahip, yer yer tacizi andıran ve rahatsız edici hareketler sergilediği görülüyor.
Haberler kısa sürede sosyal medyada yayıldı ve sosyal medya kullanıcılarının tepkisini çekti.
Örneğin, Cumhuriyet gazetesi, ilgili görüntülerin ardından açılan soruşturmaları aktardığı haberinde ‘Rezilliğin’ bedeli ağır oldu!’ başlığını kullandı. Ayrıca, Milliyet, ‘Marmaris’te tuhaf dans!’, Halk TV ‘Tuhaf danslarla tepki çekmişti’, Mynet ‘Marmaris’te iğrenç görüntüler… Turizm böyle katlediliyor’ gibi bol ünlemli başlıklarla aktardı.
Sosyal medyada ise aynı haberler, 143 bin takipçili ‘Daily Turkist’ tarafından ‘Kekolar, Marmaris’te kertenkele dansıyla turist darlamaya devam ediyor.’, 229 bin takipçili ‘Vaziyet’ tarafından ‘Yine Marmaris, yine rezil görüntüler’, 579 bin takipçili ‘Muhbir’ tarafından ‘Keko terörü’, 416 bin takipçili ‘Türkçü Paylaşım’ tarafından ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük beka sorunu kekoların turistleri rahatsız ettiği 14 mekan kapatıldı’ gibi ifadelerle paylaşıldı.
Örnekler çoğaltılabilir…
Özellikle bu sosyal medya hesapları, her gündemde yanlış ve yanıltıcı içerikleriyle algı yaratmaya çalışan, Türkiye’de ırkçılığı yaygınlaştırmaya çalışan bir ağın parçası.
Dolaşıma giren görüntüler oldukça rahatsız edici, ancak bu görüntüler üzerinden oluşturulmaya çalışılan iklim daha dikkat çekici ve oldukça tehlikeli.
Çünkü mesele sadece görüntü değil; o görüntüyü yaratan düzen, temsil ettiği çürüme…
Bu ülkede uzun yıllardır ‘turizm’ başlığı altında yaşananları konuşmak istemeyenler, iş dans eden gençlere gelince birdenbire hassaslaştı. Yukarıdaki başlıklardan görüleceği üzere, bu ortamın nasıl oluştuğu değil, “Diyarbakır’dan gençlerin turizmi katlettiği”, “Kürtlerin turizmi batırdığı”, “Yabancılarla evlenmek için böyle hareketler yaptıkları” tartışıldı.
Oysa Türkiye’nin turizm bölgeleri yıllardır kara para aklamanın, uyuşturucu trafiğinin, kadınların fuhuşa sürüklenmesinin, doğa talanının ve taşeron işçiliğin merkezleri haline geldi. Ancak bu yapısal sorunlara dair kamuoyunda bu kadar güçlü bir tepki oluştuğunu pek görmedik.
Bugün, o genç erkeklerin Kürt olduğuna inanıldığı için gösterilen tepki, son dönemde yükseltilmeye çalışılan ırkçı, Batıcı, ‘seküler milliyetçi’ eğilimden bağımsız değil. Bu anlayışa göre, Türklüklerinden koparılmaya çalışılan Türkler, Kürtler, Afganlar, Afrikalılar, ‘kekolar’ tarafından ülke içinde ve dışında ‘rezil ediliyor’, yanlış temsil ediliyor.
Ne olursa olsun sistem, ‘alttakinin alttakini suçlayacağı’ bir yol buluyor; ama düzenin kendisini sorgulayan pek olmuyor.
Gençler suçlu mu? Kürt oldukları için mi dans ediyorlar?
Böyle bir senaryoda, söz konusu rahatsız edici görüntülerin aktörlerinin dış görünüşlerine bakarak bir önkabule varılması, bilinçli bir şekilde artırılan sistematik ırkçılığın ve sınıfsal körlüğün bir tezahürü, her şeyden önce bunu açık bir şekilde ifade etmek gerekiyor.
Peki, gönüllü ya da gönülsüz, söz konusu görüntülerin aktörü olan bu gençler, Kürt oldukları için mi turizm bölgelerinde barlarda dans ediyor? Elbette hayır. Bu gençler, Türkiye’deki yerleşik kapitalist düzenin en yoksul kesimleri oluşturan, turizm sektörünün ‘en büyük ihtiyacı’ olarak ucuz işçilik ve güvencesiz çalıştırma sisteminin en çok başvurduğu, çoğunluğu Kürt yoksullarından oluşan toplumsal kesime dahil olan, eğitimsiz gençler.
Turizmi kim baltalıyor?
Ege’deki tatil beldeleri ve Kürt gençlere yönelik tartışmalar ne zaman gündeme gelse, ‘Kürt mafyası’ söylemi de öne çıkıyor. Evet, özellikle turizm ve hizmet sektöründe, aralarında aşiret veya örgüt bağlarına sahip olanların bilindiği, ‘Kürt mafyası’ olarak bilinen birden fazla yasa dışı grubun varlığı biliniyor. Ancak, sistemin konuşturmak istemediği nokta, mafyanın rant paylaşırken hiçbir etnik köken gözetmediği gerçeği. Kapitalist sistemin mafya-tarikat rejiminde tek devlet, tek din, tek millet paradır.
Böyle bir rant düzeni içerisinde, yalnızca ‘Kürt’ mafyanın bulunduğu iddiası, ülkücü mafyanın, hükümet/muhalefet çevrelerine yakın grupların, yerel aktörlerin sorumluluğunu gizlemeye hizmet ediyor. Daha basit bir ifadeyle şöyle açıklayalım: Turizm sektöründe mafyalaşma dendiğinde, aklınıza karikatürize edilmiş bir ‘Kürt mafya’ imgesi geliyorsa, muhtemelen o mafya sistemin devamlılığı için üretilen rıza çarklarının dişlilerinden biri de sizsiniz demektir.
Halbuki, bırakın kimin kimin mafyası olduğunu, bugün sahil bölgelerindeki eğlence mekanlarının kime ait olduğu, kimin kimle ortak çalıştığı sorusu bile sorulamıyor.
Paylaşım kavgaları etnik kimlikler üzerinden değil, sermaye, silahlı güç, ucuz işçilik üzerinden yapılıyor. Ama halka sunulan hikaye kolay olmalı.
Asıl sorun ne?
Turizm sektörüne dair her şey tartışılırken, konunun kendisi hiçbir şekilde tartışılmıyor.
“Turizm ülkenin kalkınma motorudur” söylemiyle inşa edilen sistem, sorunun ta kendisi. Her yaz milyonlarca yabancı turistin “Döviz bırakıyor” diye yere göğe sığdırılamadığı bu sektör, gerçekte Türkiye gibi ülkeler için bir refah kapısı değil, tersine bir yıkım makinesi ve kapitalizmin ‘eğlenceli’ görünen en sinsi araçlarından biri. Bu düzenin içinde turizm, kalkınma değil, sömürgeleştirme niteliğine sahip.
Bugün İstanbul başta olmak üzere bütün ‘turistik’ şehirlerimiz, Bodrum’dan Antalya’ya, Çeşme’den Marmaris’e kadar uzanan bütün sahil şeridimiz ‘yatırım’ adı altında emperyalizme peşkeş çekilmiş durumda. Halkın tatil kesimlerine ulaşım hakkı kalmadı, kamuya ait koylar “turistik tesis” diye çok uluslu otel zincirlerine devredildi. Her biri birer ekonomik işgal üssü gibi işleyen bu oteller, yalnızca doğayı tahrip etmekle kalmıyor, aynı zamanda bölge halkını da düşük ücretli, güvencesiz işlerde köle gibi çalıştırıyor.
Turizm gelirleri üzerinden büyüme anlatıları, aslında utanılması gereken bir itiraf. Sanayinin, tarımın çöktüğü, ekonomisini emperyalist merkezlere bağımlı hale getiren bir ülke için turizm ‘kolay para’ gibi görünebilir. Ancak bu ‘döviz girişi’, turistlerin bizim kaynaklarımızı kullanmasının bahşişinden başka bir şey değil. Kalıcı bir kalkınma yaratmayan, nitelikli istihdam üretmeyen bu düzen, mafyanın ve bağlantılı olduğu büyük şirketlerin cebini doldurmaktan başka bir işe yaramıyor.
Turizmin en iğrenç sonuçlarından biri de, ‘Batılı turistin beklentileri’ adı altında doğamızın, kültürümüzün, var oluşumuzun ‘tatil paketleri’ haline getirilmesi. Özellikle fuhuş ve insan ticareti, turizm kuşağında neredeyse bir sektör haline gelmiş durumda. Büyükşehirlerdeki turistik bölgelerde ve ülkemizin güney sahillerinde, organize fuhuş şebekeleriyle örülü bir turizm anlayışı iç içe geçmiş durumda.
Ucuz, güvencesiz işçilik, fuhuş sektörü, kara para aklama, kamusal alanların işgali, doğanın yağmalanması… Bu düzenin kazananı mafya, zincir otelleri işleten uluslararası şirketler, doğal alanları imara açan resmi görevliler, kaybedeni ise artan kiralar yüzünden yaşadığı evi terk etmek zorunda kalan halk, gündelik işlerle tutunmaya çalışan, lumpenleştirilen geleceksiz gençlik, yazın ortasında, bütün gün sıcak fırının karşısında vitrinde oturtulan gözlemeci teyzeler…
Rahatsız edici, yakıcı bir sorunu çözmenin anahtarı, o sorun için bulduğunuz çözümden geçer. Kimin hangi rahatsız edici görüntüyü sergilediği ise, o düzenin alt basamaklarında yer alanları hedef göstererek ve mekanlara kesilen cezalarla çözülebilecek bir şey değil.