Rusya Bilimler Akademisi Sosyoloji Merkezi’nin geleneksel ‘Nasılsın, Rusya?’ araştırmasına göre, Putin’e ve Rus ordusuna güven artarken, en büyük problemin ekonomi olduğu ve Rus medyasına güvenin dibe vurduğu görülüyor.
Rusya, günümüzde dünya gündeminde Ukrayna savaşı ve Çin’le birlikte ABD’nin liderliğindeki emperyalist cepheyle karşı karşıya olduğu bir bağlamda öne çıkıyor. Ancak, üst düzey isimlerle ve resmi adımlarla açıklanırken, Rus halkının görüşleri genellikle gölgede kalıyor.
Ancak, Rus toplumunun siyasi, ekonomik ve toplumsal algısı, Rusya siyasetine ve Kremlin’in parçası olduğu gelişmelere dair önemli ipuçları barındırıyor.
Dolayısıyla, Rusya Bilimler Akademisi Sosyoloji Merkezi’nin (“ФНИСЦ РАН” / FCTAS RAS) yürüttüğü ‘Nasılsın, Rusya?’ (Как живёшь, Россия?) programının Mayıs 2025 verileri1 kritik.
Bu kurum, Rusya Bilimler Akademisi’ne bağlı en büyük sosyoloji ve kamuoyu araştırma merkezi. Sovyet döneminden bu yana araştırma yürüten bu kurum; özellikle kamuoyu, siyasal kültür, değerler, sosyal tabakalaşma ve toplumun dönüşüm süreçleri üzerine yoğunlaşıyor.
FCTAS RAS, 2017 yılında yeniden yapılandırılarak ‘Federal Bilimsel ve Analitik Sosyolojik Araştırmalar Merkezi’ haline getirildi ve Bilimler Akademisi çatısı altında faaliyet göstermeye devam etti.
1992 yılından bu yana düzenli olarak uygulanan ‘Nasılsın, Rusya?’ programı ise, bu kurumun en uzun soluklu projelerinden biri.
Rus halkına sorulan “Nasılsın?” sorusuyla halkın ruh hali, değerleri, kurumlara güven düzeyleri, siyasi ve ekonomik algılarını ölçülüyor. Her turda yaklaşık 1300 kişilik örneklem üzerinden, yüzde 3’lük hata payıyla tüm Rusya’yı temsil edecek şekilde veri toplanıyor.
Dolayısıyla araştırmalar yalnızca ‘anket sonucu’ değil, aynı zamanda Rusya’nın toplumsal-siyasal nabzını tutan bilimsel bir barometre niteliğinde değerlendirilebilir.
Rusların ‘lider’ algısı: Putin zirvede, Lenin itibarlı, Gorbaçov ile Yeltsin sevilmiyor
Bu yılın Mayıs ayında düzenlenen anketin kuşkusuz en önemli sonuçlarından biri, Rusya lideri Vladimir Putin’e duyulan güven düzeyi. Ankete göre Putin, ankette yer alan diğer tüm siyasetçi ve tarihsel figürlere kıyasla hala ‘ülkeye en fazla fayda sağlayan lider’ olarak görülüyor.
Putin dışında, Rus devriminin lideri Vladimir Lenin’in halk nezdindeki itibarının, II. Nikolay’dan daha yüksek olduğu görülüyor. Yine ankete göre, en popüler siyasetçiler Stalin ve Brejnev iken, en çok nefret edilenler Gorbaçov ve Yeltsin olarak dikkat çekiyor.
Etnik ve dini çelişkiler önemsenmiyor
Ankete göre Rus toplumundaki en büyük çelişki, ‘alt sınıflar ile üst sınıflar’, yani yoksullar ile zenginler arasında hissedilirken, en az hissedilen çelişkiler arasında etnik ve dini çelişkilerin sıralandığı görülüyor. Bu veri, Rusya’ya karşı çoğunlukla ‘esir halklar’ söylemi üzerinden kurgulanan siyasetin de başarısı hakkında önemli ipuçları barındırıyor.
Yine ankette, özelleştirmelere karşı genel bir memnuniyetsizlik söz konusu. Rus halkı, özelleştirmeden kazanç sağlayanları ‘bürokratlar, yeraltı dünyası aktörleri, girişimciler, eski nomenklatura, Rusya dışındaki mafya, yabancı sermaye, yeni nomenklatura ve ticaret çalışanları’ olarak sıralıyor. Geri kalan herkes kaybeden taraf.
Ekonomi birincil kaygı
Ekonomi, ise, ankete göre halkın birincil kaygısı konumunda. Katılımcıların en güçlü endişe olarak işaretlediği maddeler; gıda fiyatlarının yükselmesi, kira ve enerji faturalarındaki artış ve genel hayat pahalılığı. Araştırmada ‘endişe’ ölçeğinde en yüksek değerleri alan bu kalemler, diğer tüm meselelerin önüne geçmiş durumda. Ankete katılan kişilerin, gelir durumunu ağırlıklı olarak ‘kısıtlı’ veya ‘orta düzey’ olarak tanımlaması da ekonomik sıkıntının boyutu hakkında fikir veriyor.
Öte yandan, ankete katılanların yüzde 35’i her şeyin kamulaştırılmasını, yüzde 45’i bir kısmının kamulaştırılmasını, yüzde 20’si ise hiç kamulaştırma yapılmamasını istiyor. Yani, Rus halkı arasında, ‘özelleştirme karşıtlığının’ dikkat çekici düzeyde olduğunu söylemek mümkün.
Ukrayna savaşı konusunda karmaşa
Rusya ile Ukrayna arasında 2022’den beri devam eden savaş, Rusya resmi anlatısında ‘savaş’ olarak değil, ‘Özel Askeri Operasyon’ (SVO) olarak tanımlanıyor. Bu konudaki anket verileri ise dikkat çekici.
Ukrayna savaşına dair, ‘tüm Rus topraklarının’ ele geçirilmesini isteyenlerin oranı yüzde 28 olarak belirlenmiş. Bunu takiben, ‘Batı hariç tüm Ukrayna’ diyenler yüzde 18, ‘yalnızca Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri’ diyenler yüzde 13, ‘sadece Kırım’ diyenler yüzde 2 olarak belirlenmiş.
Ancak, veriler arasında yüzde 28’le birinciliği alan ‘tüm topraklar’ talebini, yalnızca bir puan geride, yüzde 27 ile “Hiçbir fikrim yok” seçeneği takip ediyor.
Bu da, Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü savaş konusunda bu derece yüksek bir ‘fikirsizlik’ oranı, halkın politize edilmesi konusundaki başarısızlığı gözler önüne seriyor. Bu başarısızlığın nedenlerini ise, yine anketin diğer verilerine bakarak anlayabiliriz.
Zira ankete göre Rus halkı, yüzde 26.4’lük oranla, savaşın halkın sağlığını ve psikolojisini bozduğu görüşünde. “Hiç etkisi olmadı” diyenler ise, “Fikrim yok” diyenlerle paralel nitelikte yüzde 23.4, “Harcamalar arttı” diyenler ise yüzde 20 oranında.
Lidere ve orduya güven yüksek, medyaya düşük
Anketin en çarpıcı noktalarından bir diğeri ise, Rus halkının Putin’e ve orduya yüksek düzeyde güven duyduğu halde, medya başta olmak üzere kurumlara güveninin dikkat çekici şekilde azalması.
Ankete göre, Putin’e güven yüzde 75, orduya güven ise yüzde 69 düzeyinde. Ancak, iş kurumlara geldiğinde, güven oranı gittikçe azalıyor:
Hükümete güven yüzde 52, kiliseye güven yüzde 45, bölgesel yönetimler yüzde 41, siyasi partiler yüzde 28, medya yüzde 26.
Medyaya güven konusunda ise ‘vahim’ bir tablo var. Medyaya güvenenlerin oranı yüzde 26, ancak güvenmeyenlerin oranı da yüzde 26. “Kararsızlar” ise, yüzde 48 oranında. Bu da, Rus halkının Rus medyasına olan güvensizliğinin en çarpıcı göstergesi.
SSCB’ye özlem yüksek, Komünist Parti’ye destek düşük
Araştırmanın bir diğer dikkat çekici sonucu ise, sosyalizm kavramı ve eşitlik üzerine. ‘Sosyalizm’ kavramı, ankete katılanlara göre kolektivizm, adalet, vatanseverlik, yardımlaşma, düzen, herkesin yasa önünde eşitliği, ahlak, halkın yönetimi, insan hakları, özgürlük, hümanizm ve maneviyat anlamına geliyor.
‘Kapitalizm’ kavramı ise özel mülkiyet, rekabet, dar bir grubun iktidarı, yolsuzluk, sosyal güvencesizlik, suç ve bireyin ezilmesiyle özdeşleştiriliyor.
Anket verilerine göre, sosyalist bir toplumda yaşamak isteyenlerin oranı yüzde 44 olarak belirlenirken, kapitalist bir toplumda yaşamak isteyenlerin oranı yalnızca yüzde 14.
Ancak, Rus halkının ‘sosyalizme’ duyduğu özlemin, politik bir hedef olarak sosyalizme ulaşmakla pek bir ilişkisi yok. Bunun iki sebebi var. Birincisi, halkın sosyalizmden daha çok ‘kaybedilen eski, güzel günleri’ algılaması, ikincisi ise Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin (KPRF) muhalefet partisi olarak etkisiz, ‘Putin destekçisi’ ve ‘oldukça yaşlı’ bir parti olarak değerlendirilmesi.
Örneğin, ankete katılanların yüzde 32’si Birleşik Rusya’ya (Putin’in partisi) oy vereceğini belirtti. Komünist Parti ise yüzde 6 ile ikinci sırada.
KPRF’ye destek oranı, 90’lı yılların sonunda yüzde 15-20 bandındaydı. 2010’larda yüzde 8–10 seviyelerine gerileyen destek, son yıllarda yüzde 6–9 aralığında dalgalanıyor. 2025 anketinde bu oran alt sınıra inerek yüzde 6 olarak kaydedildi. Bu tablo, KPRF’nin muhalefetin en büyük partisi olmayı sürdürse de toplumsal etkisinin giderek daraldığını gösteriyor.
Rus halkının sosyalizme özleminin ve sempatisinin, aynı anda Sovyetler’in ardından gelen yıkımla da ilgisi var. Ani özelleştirmeler, yoksulluk, yağma ve yolsuzluk patlamaları, ‘tutanın elinde kaldığı’ yeni ‘demokratik’ düzenin Rus halkı üzerinde yarattığı şok, diğer eski Sovyet ülkelerine oranla çok daha büyüktü.
SSCB’nin yıkılmasının ardından geçen birkaç senede ülke ekonomisi yaklaşık yüzde 40 küçüldü, fiyatların serbest bırakılmasıyla yıllık enflasyon yüzde 2500’lere çıktı, halkın birikimleri bir gecede buhar oldu, devlete ait fabrikalar, madenler, petrol şirketleri özelleştirmelerle yok pahasına satıldı, çok küçük bir azınlık (oligarklar) aşırı zenginleşirken milyonlar yoksullaştı, milyonlarca insan aylarca maaşsız çalıştı, emekliler aylarca ödeme alamadı, Sovyet döneminde yok denecek kadar az olan dilencilik ve evsizlik kitlesel bir sorun haline geldi, alkol tüketimi ve organize suç patladı; mafya yapıları güçlendi, halkın yaşam süresi düştü, Ruble çöktü, iç savaşlar ve etnik gerilimler patlak verdi…
Bir diğer önemli veri ise, partilere güven genel olarak düşük olması. Ankete katılanlar arasında, yüzde 42–47’lik kesim “Hiçbir partiye destek vermiyorum” yanıtı verdi. Bu durum, Rus siyasetinde ‘güçlü liderlik – zayıf partiler’ ikileminin en büyük göstergesi.
Rusya’nın ‘yeniden doğuşu’ nasıl olacak?
Ankette, ‘Rusya’nın yeniden doğuşunun’ temeline oturabilecek kavramlara bakıldığında, en üstte adalet, barış, insan hakları, hukuk, düzen, vatanseverlik, devletçilik, eşitlik, özgürlük kavramları, orta düzeyde ahlak, sosyalizm, uzlaşı, kardeşlik, SSCB, en altta ise ulus, özel mülkiyet, rekabet, mutlak monarşi, enternasyonalizm, dindarlık ve kapitalizm öne çıkıyor.
Rusya için en uygun ekonomik gelişme yolu sorulduğunda, katılımcıların büyük çoğunluğu vatandaşların adil ekonomik ilişkiler üzerine kurulu bir düzeni ya da ‘Çin örneğini’ tercih ettiği görüldü.
‘İsveç tarzı sosyal yönelimli ekonomi’ ya da ‘ABD tarzı serbest piyasa’ ise neredeyse hiç destek görmedi. Ayrıca çoğunluk, Rusya’nın içine kapanmaması, aksine dünya ile aktif ilişkiler geliştirmesi gerektiğini düşünüyor.
Özetle genel eğilim, Rusya’nın dindarlık ve kapitalizm üzerinden yeniden yükselemeyeceği yönünde. Ancak, Rus merkez siyasetinin ‘emperyalist ABD’ye karşı öne çıkardığı ‘Ortodoks Hristiyanlık ve Slavlık’ anlatısının toplumda pek de karşılığı olmadığını gösteriyor. Bu ‘koyu’ propagandanın aksine, katılımcıların büyük çoğunluğu kendisini ‘demokrat ve vatansever’ olarak tanımlarken, bu oranı ‘sosyalist/komünist’ kimlik takip ediyor. Liberallik ve milliyetçilik ise son sırada.
Bu tablo nasıl oluştu?
Araştırma genel olarak, Rus halkının gözünde istikrarın ‘güçlü lider, güçlü ordu’ denklemiyle korunduğunu gösteriyor. Siyasi partiler ve medyaya duyulan güvensizlik ise, iktidara yönelik bir tehditten çok, liderin gücünün pekişmesine yol açacak bir niteliğe sahip.
Bu tablonun oluşmasının elbette Putin’in kişiliği ve ‘lider karizmasıyla’ doğrudan ilgisi var.
Batı siyaseti ve medyası, Putin’i çoğunlukla ‘diktatör’, ‘işgalci’, ‘otoriter lider’ gibi kavramlarla tanımlıyor ve Soğuk Savaş’ın bir alışkanlığı olarak Putin’i yer yer Stalin’le eşleştirip, ‘Sovyetler Birliği’ni canlandırma’ hevesine sahip olduğu fikrini işliyor.
İşte özellikle bu son kavram, Putin’in Rusya’nın gözündeki sevgisini artıran etkenlerden biri olarak kabul edilebilir. Ne Putin, ne de diğer üst düzey Rus yönetici elbette ‘Sovyetler Birliği’ni yeniden kurmak gibi bir niyeti yok. Ancak özellikle Putin, ‘SSCB’i yıkan’ diğer yöneticiler arasında, Sovyet mirasına yaptığı vurgularla eski Sovyet coğrafyasındaki etki alanını sürdürmek konusunda diğer liderlerden ayrışıyor.
“Sovyetler Birliği için pişmanlık duymayanlar, vicdanı olmayanlardır. Artık zamanı geçmiş olan Sovyetler Birliği’ni restore edip geri getirmek isteyenlerin ise aklı yoktur” cümlesi, Putin’in Sovyet mirasına temel yaklaşımını en net anlatan açıklaması olarak görülebilir.
Örneğin, Putin, Yeltsin’in aksine, 2000 yılında Sovyet ulusal marşının Rusya’nın ulusal marşı olmasını ve kızıl bayrağın da Rus ordusunun bayrağı olmasıyla ilgili yasayı geçirdi.
Putin, Batılılar için ‘Sovyetik bir diktatör’ veya ‘KGB geçmişi tarafından yönetilen bir otokrat’ olarak tanımlanırken, sosyalistler için ‘SSCB’yi yıkan bir liberal’ olarak tanımlandı. Ancak, Putin’le ilgili en doğru değerlendirmelerden birini, dönemin sağ kanat siyasi güçler koalisyonu lideri Nemtsov yapmıştı:
“O benimle konuşurken bir sağcı, Züganov’la görüşürken solcu olabiliyor.”
Yeltsin döneminin eski Başkanlık Bürosu yöneticisi Çubays da, Putin için “Onunla görüşen birisi, kendisiyle aynı çizgide olduğuna inanır” demişti.
KPRF lideri Gennadi Züganov ise, uzun yıllardır Putin liderliğinin ‘KPRF programını taklit ettiğini’ iddia ediyor.
Putin ise aslında her zaman ‘çok açık’ konuşuyordu:
“Bizler yalnız ve yalnız pazar ekonomisini, demokrasinin evrensel ilkelerini ve Rusya gerçekliğini birleştirebilirsek parlak bir geleceğe sahip olabiliriz.”
Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından kelimenin tam anlamıyla yağmalanan Rusya, Putin döneminde görece siyasi ve ekonomik istikrar kazandı ve Putin, her seferinde ‘halktan yana’ bir tavır aldığı algısını geliştirmeye çalıştı. Öyle ki, bir yandan ‘kendi oligarklarını’ çevresinde toplayan Putin’in, 2009’da işçiler tarafından protesto edilen oligark Oleg Deripaska’ya anlaşmayı imzalaması için kameralar önünde kalem fırlatması hala bir ‘efsane’ olarak tekrar tekrar anlatılır.
Sovyetler Birliği, dünya için olduğu kadar Rus halkı için de çok önemli bir ‘istikrar merkeziydi’. Özlem duyulan, eksikliği hissedilen şey de, ‘ideolojik bir komünizm’ değil, bu istikrar düzeniydi. Bu istikrar kaybolduktan sonra gelen yağma düzeni o kadar vahşiydi ki, ‘eski güzel günlere’ bir adım dahi olsa yaklaşan her lider, başarılı ve ‘halktan’ kabul edildi.
Rusya’da bu ‘özlem’, siyaseten Putin’le bugüne kadar başarılı bir şekilde eşleşmiş durumda. Halkın hem Sovyetleri özleyip, hem de onu yıkan kadrolardan birini bu kadar çok sevmesi, bu açıdan hiç mantıksız değil.
- https://www.fnisc.ru/index.php?page_id=1198&id=14172 ↩︎