“1848 burjuvazinin dinsizliğini tedavi etti,” der Tocqueville. Papazlara ve imamlara, tarikatlara teslim edilen taşra artık en sömürgen sağ politikacıların oy deposudur.
Kılıçdaroğlu geçtiğimiz ay sonunda Menzil tarikatının özerk bölge kurduğu haberleriyle gündeme gelen Adıyaman’a yaptığı ziyaretin devamını, önce depremzede mezarlığında, ardından türbe ziyareti çıkışında uğradığı sözlü saldırılar üzerine iptal etti. Ziyareti takip eden muhabir mezarlıkta Ensar, Tügva ve Hüdaparcıların olduğunu, provokasyon için hazır beklediklerini anlattı. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olduğu ülkenin ilinden “Fatiha okumayı bilmez”, “Biz Müslümanız” sözleriyle kovulurken Erdoğan da Sultanahmet Camii’nden seçim propagandası yapıyor, Kılıçdaroğlu’na Diyanet üzerinden yükleniyordu. Salt son iki günde yaşadıklarımız bile kutsal ve manevi değerler dediklerine nasıl bir misyon yüklediklerini de laikliğin hem inanç hem özgürlüğünü koruyabilecek tek güvence olduğunu da açıkça gösteriyor.
Öte yandan, Adıyaman provokasyonları sağ siyaset tarihinde taşranın ne denli kritik önemde olduğunu da bir kez daha hatırlatıyor. Hem Fransız hem de Amerikan Devrimlerine tanıklık etmiş Alexis de Tocqueville’in belki kendisi kadar ünlü bir sözü var: “1848 burjuvazinin dinsizliğini tedavi etti”. Tocqueville’in işaret ettiği şu: Burjuvazi, iktidar savaşında, eski rejimin egemenlerinden kilise ile mücadele etmek zorunda olduğu ölçüde handiyse tavizsiz bir laiklik politikası izlemişken, iktidarı aldıktan sonra, işçi sınıfı tevekkülü bırakıp hakları için ayaklanınca, Napolyon’un deyişiyle, “yoksulların zenginleri katletmesini engelleyen dine” döndü. Bu nedenle liberallerin zamanında sayıkladığı gibi sadece Türkiye’de değil, çok sayıda erken dönem cumhuriyetinde radikal laik bir çizgi olduğunu ama zaman içinde burjuvazinin gittikçe daha fazla dinselleştirmeye yaslandığını, özellikle de dinselleştirme üzerinden taşrayı en sömürgen sağ politikacıların oy deposuna dönüştürdüğünü görürüz.
Fransa’da 1848’de ikinci cumhuriyet kurulduğunda taşrada eğitim sistemi öncelikli tartışma başlıklarından birini oluşturdu. Eğitimi veren öğretmen mi olacak, papaz mı, tartışma buydu. Cumhuriyetçiler öğretmen diyordu, muhafazakârlar papaz. 1849 yılında Kurucu meclis döneminden normal meclis dönemine geçilip bir de sosyal demokratlar sokakta yenilgiye uğratıldıktan sonra düzen partisi eğitimi Cizvit papazlarına teslim etti. Çünkü papaz eğitiminden geçen köylüler sağ partilere oy veriyorlardı. Taner Timur, Devrimler Çağı kitabında bunu şu sözlerle anlatıyor: “Böylece burjuvazi bir yandan nefret edilen bir vergiyle eski sistemi ihya ederken, öte yandan da onu tevekkül içinde kabul ettirecek eğitimi empoze ediyordu.” Öğretmen mi papaz mı mücadelesi, artısı eksisi bir yana Köy Enstitüleri’nin tarihini, kuruluşunu ve kapatılışını anımsatmıyor mu?
Şimdi Köy Enstitüleri’nin altını oyan CHP, tarikatlara teslim edilmiş taşradan kovuluyor. Üstelik Kılıçdaroğlu türbeden çıkarken, üstelik müttefiki Karamollaoğlu, “Biz Ayasofya içinde namaz kılarken dışarıda da İslami hükümlerin uygulanmasını isteriz, derken”. CHP’nin altı okundan tavizle başlayıp gittikçe daha büyük bir hevesle mahcup islamcılaştırıcı rolünü benimsemesinin Türkiye’yi getirdiği yerdeyiz. Tarikatlar kapatılmadıkça, tavizsiz laiklikte ısrar edilmedikçe demokrasicilik oyununun dahi oynanamayacağı artık aşikardır.