Salı, Temmuz 29, 2025
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
No Result
View All Result
ideo
No Result
View All Result

“Sünnet değil farzdır Cumhuriyet”

İnönü Alpat İnönü Alpat
27 Temmuz 2025
Yazı
“Sünnet değil farzdır Cumhuriyet”

Evet, Can Yücel’in yazdığı gibi “sünnet değil farzdır cumhuriyet”. Yani vazgeçilmezdir. Bir nedenle yerine getirilmezse telafi edilmesi şarttır. Çünkü sonuçları ağırdır. Sünnet ise sıradandır. Yapılmazsa büyük sonuçlar doğurmaz. Bir nedametle işin içinden sıyrılmak mümkündür.

Türkiye, hadi sınırları biraz daraltalım, Türkiye solu Cumhuriyet tartışmasında “farz” ile “sünnet” ikilemini aşamamıştır. Daha doğrusu ne anlama geldiğini henüz idrak edememiştir. Bir başka ifade ile hatları karıştırmakta, kavram kargaşası yaşamakta, dahası Cumhuriyetsiz kalmanın kendisine alan açacağını düşünmektedir. Yanılmaktadır. Biliniyor, geçelim.

Bizi Cumhuriyetsiz bırakma potansiyeli taşıyan ve hatta bu noktada maalesef epey mesafe kat eden güçler ortadadır. Kim bunlar? Ahmet Hakan’ın “gerçek olamayacak kadar iyi” dediği ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın etrafına kümelenenlerdir. Onun işaret ettiği “yeni Türkiye” modelinde, “yeni Osmanlı” demek daha doğru, kendisine yer bulacağını umanlardır. Yanılıyorlar. Sır değil, geçelim.

Tekrarlamaya gerek var mı? ABD’nin, kendisini haydut devlet mertebesine taşıyan suçları ortadadır. Dünyanın hemen her bölgesine kan, acı ve gözyaşı taşıyan devletin Türkiye vaadi barış, demokrasi, insan hakları vb. olacak, öyle mi? Bunu da geçelim.

Yazının başlığına çıkartılan Can Yücel dizesi “Yaşasın Cumhuriyet” şiirindendir. Bu şiirin yer aldığı “Rengâhenk” isimli kitap 1982 yılında yayımlanmıştır. Kitabı “Beynin Piri Reisi Gazi Yaşargil’e” diyerek Gazi Yaşargil’e ithaf etmiştir. Can Yücel ile Gazi Yaşargil ilişkisi bir açıdan Cumhuriyet tarihine dair bir öyküdür ve o yıllara öykünmemize vesiledir.

Devam edelim: “Yaşasın Cumhuriyet”in 12 Eylül günlerinde yazıldığını varsayabiliriz. Can Yücel 12 Eylül’e şiirle direnenler arasındadır ve ülkenin Cumhuriyetle bağını kesmeye dönük en sert darbelerin vurulduğu zamanlarda Cumhuriyete sahip çıkmanın farz olduğunu ifade etmiştir. Çünkü bilinmektedir ki 12 Eylülcü paşalar vakti zamanının tanımı ile “gardırop Atatürkçü”leridir ve Cumhuriyeti en fazla ve sadece “sünnet” olarak gören Türk-İslamcı şemsiyenin altına sığınarak iktidarlarını sağlamlaştıranlardır. Gardıropçularla 12 Mart yargılanmaları sırasında da hesaplaşılmıştır. Ulaş Bardakçı savunmasında “Şunu herkes öğrensin ki: Emperyalizm ve yöneticileri, zamanın büyük devrimcilerini aziz, evliya haline getirir, doktrinlerinin devrimci yanlarını küllendirir, statik, statükocu yanlarını ortaya atar, kendileri için kabul edilebilir yanlarını reklam eder (…)” demiştir. 

12 Mart ve 12 Eylül’de Türkiye’nin devrimci geleneği büyük oranda tasfiye edilmiş,  devrimcilerin devre dışı bırakılmasıyla gericilerin topluma nüfuz etme kanalları açılmış, uzun ve ayrı mevzu ama diğer taraftan “kimlikçilik” sosyalist saflarda etkisini artırmıştır.

Burada biraz duralım. 

Irkçılık, gericilik ve kimlikçilik emperyalizm eliyle güçlenmiştir. Emperyalizm, ırkçılık ve gericiliği ki ikiz kardeş gibidir bunlar, halkları birbirine düşürmek için kullanmakta, teslim almak istedikleri ülkeleri dini ve etnik farklılıklar çomağıyla karıştırmakta ve çoğu yerde görüleceği üzere maalesef sonuç almaktadır. Bu girişimlerin “köpeksiz köyde değneksiz gezer” gibi kolayca hayata geçmesi için de devrimcilerin kafasından sopayı eksik etmemekte ve hatta safların kolay gedik vermesi için kimlikçiliği zerk etmektedir. Birbirimizi kandırmayalım. Durum şudur: Devrimciliğin temel kabullerinden küçük bir sapma, yalpalama ya da onları değişen şartlara ve “yeni insanın” ihtiyaçlarına istinaden “güncelleme” girişimi solun güçsüzleşmesiyle sonuçlanmıştır. Hadi burada “beton solculuk” yapalım: Temel kabullerimiz ve bizi diğer akım ve anlayışlardan ayırt eden hassasiyet hareketimizin anti emperyalist, anti kapitalist ve anti faşist olmasıdır. 

Buradan kolayca Cumhuriyete geçebiliriz. Geçer geçmez de bizi yine Can Yücel karşılar. Can Yücel’in Mehmet Altan’ı konu ettiği bir şiiri vardır. Şiir “Mehmet Altan Eski Datça’daymış/ Yirmi yıl oluyormuş burayı mesken tutalı” diye başlar. Bitişi ise başta liberaller olmak üzere bilumum Cumhuriyet düşmanlarına verilen ültimatom niteliğindedir. Şiir şöyle biter:  “Şunu da söyleyim: İkinci Cumhuriyet taraflısıdır kendisi/ Sayısını artırmakla düzelecekse Cumhuriyet/ ‘Onuncu Cumhuriyet’ diyelim en iyisi.”

İkinci Cumhuriyet denilen Barrack’ın “Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir” demesidir. Erdoğan’ın Türklerin, Kürtlerin, Arapların birlikteliği üzerinden yeni bir ülke ve toplumsal hayat tarifidir. Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı olarak değil ama iki yardımcılık için bir Kürt ve bir Alevi atanabileceğine dair sözleridir. Hatırlanacaktır: 2013 yılında Öcalan Türklerin ve Kürtlerin İslam bayrağı altına bin yıldır yaşadığını ve geleceğin bu minvalde ortaklaştırılabileceğinden söz etmişti. Bunlar ikinci Cumhuriyetin sözcüleridir.

Biz ise devrimci Cumhuriyetin neferleriyiz. “Küçük burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin” nasıl başardığını biliyoruz. Başaracağız.

Lafı dolandırmanın gereği yok. Açık ve net olarak bunlar Cumhuriyeti, laikliği, yurttaşlığı devre dışı bırakarak yerine ümmeti koymak istiyorlar. 

Direneceğiz tabii. “Etimiz ne budumuz ne demeden” direneceğiz. “Sayımızın azlığına, düşmanın çokluğuna” bakmadan direneceğiz.

Lakin direnirken Cumhuriyeti, kurtuluş ve kuruluş hassasiyetlerine uygun bir rotaya sokacağız. Bağımsızlıkçı, laik, kamucu, eşitlikçi bir zemine oturtmaya çalışacağız. Bu konularda surda epey gedik açıldığının farkındayız. Gedikleri kapatacağız. Şunun bilincindeyiz: Ortada bir Cumhuriyet kalmazsa, ayaklarımızı basacak zemin de kalmayacaktır. Mahir Çayan da bu minvalde bir şeyler söylemişti, vakti zamanında. Neydi o? “Zaman gerçekten çok kısadır. Toprak hepimizin hissettiği gibi hızla ayağımızın altından kaymaktadır.”  Evet toprak hızla ayağımızın altından kaymaya devam etmektedir. Şu açık ki ayaklarımızı hala ülke topraklarında hissetmemizi sağlayan, Cumhuriyet değerlerinden, kazanımlarından eser kalmamış olsa da, örneğin Gezi’de yürüyen yüz binlerce Cumhuriyetçinin varlığıdır. Dolayısıyla bakmayın “sayımızın azlığına” dediğime. Çok olduğumuzu biliyoruz. Nazar değmesin, göz düşmesin diye…   

Adettendir, şiirle başlayan yazılar şiirle biter. Can Yücel’le başlayan İlhan Berk’le bitebilir. İlhan Berk aşk şiirinin orta yerinde böyle yazar: “Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.”

Derdimiz budur. Selam olsun.

İnönü Alpat

İnönü Alpat

Diğer içerikler

IDEF 2025: ‘Milli gururumuzu’ hangi emperyalist şirketler okşuyor?
Yazı

IDEF 2025: ‘Milli gururumuzu’ hangi emperyalist şirketler okşuyor?

Erkin Öncan
24 Temmuz 2025
Amerikan askerleri, birkaç gün içinde paraşütle Kayseri’ye inecek
Yazı

Amerikan askerleri, birkaç gün içinde paraşütle Kayseri’ye inecek

Erkin Öncan
17 Temmuz 2025
Karşı devrimcinin karşı devrimciye darbesi
Yazı

Karşı devrimcinin karşı devrimciye darbesi

ideo
17 Temmuz 2025
Afgan bozkırlarının “maharetli çocuğundan” ChatGPT’ye: Dijital ekonomi ve Trump 2.0’a bakış
Yazı

Afgan bozkırlarının “maharetli çocuğundan” ChatGPT’ye: Dijital ekonomi ve Trump 2.0’a bakış

Emre Köse
17 Temmuz 2025
Rusya’ya karşı Avrupa silahlanmasında yeni adım: Türk ve Norveç şirketleri barutu birlikte dolduracak
Yazı

Rusya’ya karşı Avrupa silahlanmasında yeni adım: Türk ve Norveç şirketleri barutu birlikte dolduracak

Erkin Öncan
17 Temmuz 2025
ideo

© 2024 ideo

  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
  • Künye

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
  • Künye

© 2024 ideo