Türkiye’nin yaşlanan nüfusu, doğum hızlarının düşmesi, ekonomiye, işgücüne ve demografiye dair sorunlara dair alarm zillerinin çaldığını gösteriyor.
Nüfus verilerine bakıldığında ekonomik büyüme, sanayi üretimi, işgücü gibi konularda kaotik bir geleceğin bizi beklediğini görülürken Türkiye’nin kanayan yaralarından olan sosyal güvenlik-sosyal koruma noktasında da (planlı, eşitlikçi bir ekonomik sistem kurulmadığı takdirde) oldukça karamsar bir tabloyla karşılaşacağımız açık.
Ancak plansız bir ekonomide ve gelişmekte olan bir ülkede nüfusun yaşlanması ve bu sorunlara rağmen nüfus kontrolü için herhangi bir önlem-planlama girişiminde bulunulmaması, demografide, işgücünde ve sosyal güvenlik alanında ciddi krizlerin yaşanmasına sebep olabilir.
YAŞLANIYORUZ
TÜİK verileri incelendiğinde nüfusun yenilenme hızının düzenli ve hızlı bir şekilde düştüğü görülüyor. Buna ortalama yaşaman beklentisinin artışı da eklendiğinde genç nüfusun genel nüfusa oranının hızla azaldığı ve toplumun zamanla yaşlandığı görülüyor.
Veriler öncelikle işgücünün geleceğine sonrasında ise Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan ve maalesef hem siyaset hem medya tarafından görmezden gelinen yaşlı bağımlılığı ve bakımı sorununun kronikleşeceğini gözler önüne seriyor
Diğer yandan ülkedeki plansız ve hızlı kentleşmenin yanında kentli nüfus içerisinde nüfus artış hızının azalması ve eğitim seviyesinin yükselmesi ile tarım, inşaat, turizm gibi emek yoğun sektörlerde yaşanan demografik değişim, ülkenin politik iklimine son yıllarda damga vurmuş olan göçmen sorununu da körüklüyor.
İSTATİSTİKLER ALARM VERİYOR
Yazının bu bölümünde tezlerimizi desteklemesi açısından Türkiye’de nüfusun durumun fotoğrafını çekmekte yarar var.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçtiğimiz haftalarda açıkladığı nüfus verileri, Türkiye’nin geleceğine dair bu alanda ciddi alarm zillerinin çaldığını ortaya koydu. Potansiyel üretici güçlerin ve işgücünün geleceğine dair önemli ipuçları sağlayan veri, Türkiye’nin nüfus artış hızının yavaşladığını ve ülke nüfusunun yaşlandığını da ortaya koydu.
Verilere göre, Türkiye’de ikamet eden nüfus 2023’te yalnızca 93 bin kişi arttı. Nüfusumuz toplamda 85,4 milyon kişi oldu. Yıllık nüfus artış hızı 2022 yılında binde 7,1 iken, 2023 yılında binde 1,1’e geriledi. Böylece 2007 yılından bu yana erişilebilir olan yıllık nüfus artış hızı en düşük rakam kaydedildi.
Türkiye’nin 2007 ve 2023 yılı nüfus piramitleri karşılaştırıldığında ise doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalmaya bağlı olarak, yaşlı nüfusun arttığı ve ortanca yaşın yükseldiği görüldü. Türkiye’de 2022 yılında 33,5 olan ortanca yaş, 2023 yılında 34’e yükseldi.
Türkiye’de geçtiğimiz yıl yayınlanan Doğum İstatistikleri’nde de doğum hızının düştüğü görülmüştü. Bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade eden toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2022 yılında 1,62 çocuk olarak gerçekleşti. Yani, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2022 yılında 1,62 oldu. Bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığını gösterdi.
15-19 yaş grubunda bin kadın başına düşen ortalama canlı doğan çocuk sayısını ifade eden adölesan doğurganlık hızı, 2001 yılında binde 49 iken 2022 yılında binde 12’ye düştü. Diğer bir ifadeyle, 2022 yılında 15-19 yaş grubundaki her bin kadın başına 12 doğum düştü.
YAŞLI BAĞIMLILIĞI KRİZİ BÜYÜYOR
İstihdamda yaşanan sorunların yanı sıra nüfusun yaşlanmasının getirdiği en büyük sorun; Türkiye’de yaşlı bağımlığının artması ve sosyal güvenlik sisteminin tırpanlandığı ortamda ‘bakım’ konusunun büyük bir krize girmesi.
Bu konuyu irdelemeye başlarken öncelikle geçmiş sosyo ekonomik yapı ile bugünkü yapıyı kıyaslayalım. Geçmişte hem ortalama insan ömrü, hem de yaşam beklentisi çok daha düşüktü. Örneğin bugün Türkiye’de (2022 verilerine göre) doğumda oluşan yaşam süresi beklentisi 77 yıl civarında. Dünya Bankası verilerine göre bu rakam 1960 yılında 51 yıl, 1980 yılında ise 63 yıldı.
Gelişen teknoloji, kentleşme ve tıp bilimindeki gelişmeler insan ömrünü uzatsa da özellikle 55-60 yaşın üzerindeki pek çok insan hayatına kronik hastalıklarla devam etmek zorunda kaldı. Diğer taraftan devletin bakım emeğini tamamen ailenin üzerine yüklemesi, özellikle evde bakım isteyen ağır hastalar için ailenin genç üyelerinin hayatlarından hem maddi hem de fiziki olarak çok büyük fedakarlıklar yapması gerekiyor.
HUZURLU EMEKLİLİK HAKKI
Öte yandan IMF’nin önerisi ile 2007’de hayatımıza giren sosyal güvenlik reformunun sonucu olarak, yeni emekli olan kişilerin maaşlarının düşük seviyelerde olması, yaşlı nüfusu büyük bir geçim sorunu ile baş başa bırakıyor. Aynı zamanda yaşlılar için sosyal imkanların kısıtlı olması, hayat pahalılığı ve emekli maaşlarının son yıllarda enflasyon karşısında büyük bir darbe alması emeklileri sosyal olarak büyük bir yalnızlığa itiyor.
Dolayısıyla bugün göçmen bir hasta bakıcının dahi evde bakım için istediği fiyat 30 bin TL’leri aşarken 10 bin TL maaş alan bir emeklinin ailesine maddi olarak bağımlı olmaktan başka şansı kalmıyor. Böylesine bir tabloda, kimsesi olmayan veya ev sahibi olmayan bir emeklinin ise herhangi çaresi yok.
Sonuç olarak yaşlı nüfusun artması, yaşlı bakımı ihtiyacını da artıran bir etken. Bu sorunun tek çözümü ise ekonomik planlama temelinde nüfus artış hızın da birlikte planlanacağı eşitlikçi bir ekonomik sistem inşa etmekten geçiyor.
Sağlık hizmetinin ücretsiz olması ve temel haklarda yaşlılara hem ücretsiz hizmet sağlanması, bu toplumsal krizi çözmenin tek yolu. Ayrıca sağlık ve huzur içinde bir yaşlılık-emeklilik geçirmek de tüm ömürlerini çalışarak geçirmiş milyonların en doğal hakkı…
Ayrıca nüfusun yaşlanması, emek yoğun sektörlerdeki işlerin göçmen emeğine havale edilmesi anlamına gelecek. Bu nedenle Türkiye’nin açık kapı politikasını bir yönüyle buradan da okumak gerekiyor. Bu durum, Türkiye’deki göç kaynaklı huzursuzlukları kaşıyacağı gibi, bölgede daha fazla savaş, kan ve gözyaşı doğuracak.
PLANCI MÜDAHALE ŞART
Öte yandan bu yazımızda her ne kadar nüfus artış hızın yavaşlamasına dönük uyarılarda bulunuyor olsak da, normal şartlar altında plansız ve ilkel bir nüfus artış hızını da savunacak durumda değiliz. Nihayetinde kapitalist ekonomilerde hızlı nüfus artışı işsizlikle birlikte varlığını sürdürüyorsa, artan nüfus, işgücü arzının artması ve yedek emek ordusunun yükselmesi anlamına geliyor. Bu nedenle bu sorunun yarattığı sıkışmayı çözmenin tek yolu plancı bir müdahaleden geçiyor.
Diğer taraftan nüfusun yaşlanması, iktisadi büyümenin aynı ivmede sürebilmesi için emek yoğun üretimden teknoloji yoğun üretime geçişi de zorunlu kılmaktadır. Ancak bu da Türkiye ekonomisinin dayandığı mevcut kapitalist üretim mantığında, yani yoğun sömürü üzerinden kâr eden bir sistemde mümkün görünmüyor. Bu sıkışmayı aşmanın tek yolu ise diğer tüm yazılarımızda söylediğimiz gibi planlı ve sosyalist bir kalkınma!