Cuma, Temmuz 4, 2025
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Ekonomi
  • Kültür-Sanat
  • Söyleşi
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Ekonomi
  • Kültür-Sanat
  • Söyleşi
No Result
View All Result
ideo
No Result
View All Result

Zengin beyaz adamın “özgürlüğü”: 249 yılın ardından Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi

ideo ideo
4 Temmuz 2025
Dünya
Zengin beyaz adamın “özgürlüğü”: 249 yılın ardından Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi

Bugün ABD, özgürlük söylemiyle kaleme alınan Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilkeleriyle değil; o bildirgede yer alan her ilkenin tersine faaliyet gösteren bir ikiyüzlülüğün en somut hali. Geride kalan 249 yıl, bir halk devriminin değil, emperyalist-kapitalist hegemonyanın yükselişine sahne oldu.

Mehmet Can Karaca

Amerika’nın temellerinin atıldığı, 4 Temmuz 1776 tarihinde ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi’nin üzerinden tam 249 yıl geçti. Bu süre zarfında, kıtanın Avrupalı güçlerce sömürgeleştirilmesinden köle ticaretine, yerli halkların katledilmesinden bağımsızlık savaşlarına, iç savaşlardan küresel savaşlara ve nihayetinde modern çağda emperyalist bir süper güce dönüşmesine kadar pek çok tarihsel dönüm noktası yaşandı. Bugün “özgürlükler ülkesi” olarak pazarlanan ABD’nin tarihi, aynı zamanda yayılmacılığın, şiddetin ve çıkar çatışmalarının şekillendirdiği uzun bir geçmişe sahip.

‘Cenevizli kaptan ve kaşif’ olarak tanınan, özünde bir ‘sömürge öncüsü’ ve katil olan Kristof Kolomb’un 1492’de Karayipler’e ulaşmasıyla başlayan süreç, Avrupa’nın Amerika kıtasını sistematik şekilde sömürgeleştirmesinin başlangıcı oldu.

Başta İspanya ve Portekiz’in öncülük ettiği bu kanlı sürece, 17. yüzyıldan itibaren İngiltere, Fransa ve Hollanda da dahil oldu. İngilizler, ilk kalıcı yerleşim olan Jamestown’u 1607’de kurarak Kuzey Amerika’daki kolonileşme sürecini başlattı. 

İngiliz kolonileri zamanla Atlantik kıyısı boyunca yayıldı ve 13 koloni olarak bilinen yapıya ulaştı. Her biri ekonomik fırsatlar, dini özgürlük, yeni bir yaşam arayışı gibi gerekçelerle kurulmuş bu koloniler, zamanla hem İngiltere’yle hem de birbirleriyle çelişkili çıkar ilişkilerine sahip oldu. Kıta nüfusu, sadece yerli halktan değil, aynı zamanda Afrika’dan getirilen köleler ve Avrupa’dan göçen yoksullar eliyle iskan ve zorla yerleştirme politikalarıyla tekrar tekrar düzenlendi. Bu sömürgeleştirme süreci, sadece toprakların değil, halkların da sistematik biçimde sömürüldüğü bir düzenin temeliydi.

Tarihi vahşi sömürüye dayanan kapitalist sermaye birikiminin ve Avrupa merkezli beyaz üstünlükçü ideolojinin inşası ile şekillenen Amerikan kolonileri, Avrupa’daki imparatorluğun baskıları sonucunda “bağımsızlık”, “özgürlük” gibi kavramlarla tanışacaktı. 

Britanya borç batağından Amerikan kolonileriyle çıkmak istiyor

Büyük Britanya İmparatorluğu, “ilk dünya savaşı” olarak nitelendirilebilecek Yedi Yıl Savaşları’ndan (1756-1763) galip çıkmış ve on üç Amerikan kolonisini iktidar çemberine katmıştı. Bu savaş, kıtanın “sömürge efendileri” İngiltere ve Fransa’nın yerli halkların ve Avrupalı göçmenlerin kanı üzerinden yürütülen, kıtanın siyasi haritasını yeniden şekillendiren bir paylaşım savaşıydı.

Savaşın galibi olarak Britanya’nın Amerika topraklarındaki Fransız egemenliğine son vermesi onu dünyanın önde gelen süper gücü haline getirmişti. Dünya iktidarı ucuza kazanılmıyordu, çünkü Britanya aynı zamanda bu uzun soluklu savaşın sonunda büyük bir borç batağına da girmişti. 

Britanya’nın Fransa’ya ve dünya çapındaki Fransız kolonilerine karşı savaşabilmesi için müthiş askeri harcamalar gerekti. Avrupa, Kuzey Amerika, Karayipler ve Hindistan’dan birlikleri hareket ettirmek ve savaş için kaynak bulmak başlı başına bir krizdi. Savaş öncesinde bile 74 milyon pound dış borcu bulunan Britanya’nın dış borcu savaş sonrasında iki katına çıkmıştı. Küresel bir imparatorluğu koruyup genişletmek için daha fazla sermayeye ihtiyaç vardı.

Sömürgecinin akıl almaz vergi dayatmaları

Britanya, çözümü Amerikan kolonilerinin vergilerini artırmakta buldu. Büyük Britanya Parlamentosu’ndan vergi konusunda geçen ilk yasa, 1764 yılındaki Şeker Yasası’ydı.

Bu yasaya göre şeker, kahve, şarap gibi ürünler Amerikan kolonilerine sadece Britanya tarafından ihraç edilecek ve bu ürünler vergilendirilecekti. Bunu 1765 yılındaki Damga Yasası izledi. Damga Yasası’na göre her türlü kullanım kapsamındaki kağıtlar, resmi belgelerden oyun kartlarına kadar, damgalanarak vergiye tabi tutulacaktı. Damga Yasası’nın ortaya koyduğu absürt kapsam Amerikan kolonilerinde yaşayan tüccarlar için daha az kar, işçiler için zorlaşan yaşam koşulları demekti. Aynı zamanda Damga Yasası, kolonilerde ticaret kapsamına girmeyen ilk doğrudan vergi örneğiydi. Britanya, kolonilerin yönetimini kendisine hak gördüğü için onları vergilendiriyor, ama karşılığında bir hizmet sunmuyordu.

Bu gelişmeler nedeniyle kolonistler tarafından protestolar ve İngiliz mallarına karşı boykotlar örgütlendi. Damga Yasası’nı geri çekmek zorunda kalan Britanya, otoritesini Amerikan kolonilerinde güçlendirme zorunluluğu duydu. Kolonilerden gelen tepkilere cevap olarak parlamento “koloniler üzerine her türlü yasayı çıkarma ve uygulama hakkının olduğunu” ilan etti. Böylece Amerikan kolonilerinin Britanya parlamentosunda bir temsilcisinin bulunmamasına rağmen Britanya, koloniler üzerinde idare yetkisi iddia etmeyi ciddiyetini arttırarak sürdürmüş oluyordu.

İlerleyen yıllarda cam, kağıt, boya, çay gibi günlük tüketim ürünlerine vergilerin arttırılarak dayatılması, koloniler tarafından da yine artan huzursuzluk ve Britanya karşıtı protestolar ile karşılandı. Parlamenter temsiliyetin olmadığı bir düzlemde vergilere tabi olmak devlet erkinin önde gelen kolonistler tarafından sorgulanmasına ve otonomluk fikrinin tartışılmasına sebep oluyordu.

Sömürgeciye karşı direniş sertleşiyor

1773 yılında Boston limanına gerçekleştirilen büyük bir çay sevkiyatı, Britanya ve Amerika kolonileri arasında tamiri mümkün olmayan bir kırılmaya sebep olacaktı. İleride “ABD’nin kurucu babaları” olarak adlandırılacak Samuel Adams, John Hancock gibi isimleri de içinde bulunduran Sons of Liberty (Özgürlük Oğulları) ismindeki direniş örgütü, Britanya sömürgeciliğine karşı eylemlerini sertleştirmeye karar verdi. Boston limanında gemilerden karaya taşınmayı bekleyen 45 ton çay Sons of Liberty tarafından denize döküldü. Direnişçilerin şiddet içermeyen bu örgütlü eylemi, Britanya tarafından şiddetle karşılanacaktı.

Boston Çay Partisi olarak adlandırılacak bu eylemden sonra Britanya parlamentosu kolonilerde zorunlu ve daimi bir askeri varlık oluşturmak için hazırlıklara girişti. İngiliz askerlerin kolonilere konuşlandırılması tansiyonu tırmandırdı, direniş örgütleri stratejilerini silahlı mücadele eksenine kaydırmaya hazırlanıyordu. Milis örgütlenmesine hız veriliyor ve gayri nizami harp taktikleri yeni örgütlenenlere, eskiden Britanya safında olan, ardından direniş saflarına geçen subaylar tarafından Amerika’nın kırsal kesimlerinde öğretiliyordu. 

Silahlı mücadele fikrinin gittikçe güç kazanmasının yanında Amerikan kolonilerinin siyasal birliği meselesi üzerine de duruluyordu. Britanya, askerlerini Amerika topraklarında konuşlandırmasından sonra 1774 yılında İlk Kıta Kongresi toplandı. Kolonilerin kendi yasama meclisleri tarafından seçilen ve aralarında “Kurucu Babalar”ın da bulunduğu toplam 56 delege ile gerçekleşen bu kongre sonucunda “vergilerin ancak kolonilerin kendi yasama meclisleri tarafından yürürlüğe konulabileceği” ve “İngiliz mallarının ticaretinin yapılmayacağı” kararları alındı. Siyasal ve iktisadi bağımsızlık alanlarında birer adım olan bu kararlar neticesinde ileriki yıl İkinci Kıta Kongresi yapılacaktı.

Concord’da ilk kurşun

Britanya, direnişçilerin kaynaklarını ele geçirmeye karar verdi. Concord’ta tespit ettiği direnişçilere ait olan mühimmat depolarından birine doğru harekatını gerçekleştirdiğinde iki taraf karşılaştı ve ilk silahlı çatışmanın çıktığı gün olan 19 Nisan 1775 tarihi Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın başlangıcı kabul edildi.

İkinci Kıta Kongresi savaş ikliminde toplandı. On üç koloninin tam katılımıyla gerçekleştirilen bu kongre, sonucunda bağımsızlık konusunda ortaklaşılmasa da ABD tarihinin ilk siyasal ve idari birliğini temsil edecekti. Kongre temsilcilerinden Benjamin Franklin, askeri stratejik birlik görüşmeleri için Fransa’ya gönderildi. Diğer taraftan bağımsızlık konusunda hemfikir olunmadığından Britanya İmparatorluğu’na olası bir barış antlaşması için de dilekçe gönderildi. Dilekçenin Britanya imparatoru tarafından reddi, Amerikan kongre iktidarına bağımsızlık için savaşmak dışında bir seçenek bırakmadı ve Fransa ile ortaklık kurma çabalarına ağırlık verildi.

Bağımsızlık mücadelesinin tek yol olduğu kanaatine varılması sonucunda, 4 Temmuz 1776’da Thomas Jefferson tarafından Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi kaleme alındı.

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin temelleri atıyor

Bildirinin önemi bir koloninin tarihte ilk kez sömürgecisine karşı bağımsızlığını nedenselleştirerek ilan etmesiydi. Temellerini John Locke’un siyasal felsefesinde bulan bu metin, tüm insanların eşit olduğu; yaşama ve özgürlük gibi doğuştan temel haklara sahip olduğunu vurguluyordu. Britanya’nın Amerikan kolonileri üzerindeki baskıcı ve keyfi yönetimi eleştiriliyordu ve on üç koloninin özgür ve bağımsız devletler olduğu niteleniyordu. Devlet tiranlığı kınanıyor; devletin meşruiyetinin halk iradesinde aranması gerektiği, bireysel hak ve özgürlüklerin tanınmasının bu egemenliğin teminatı olacağı söyleniyordu.

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasıyla beraber dünyanın birçok yerindeki bağımsızlıkçı hareketler için esin kaynağı oldu. Amerikan kongre iktidarının müttefiki olarak savaşa katılan Fransa İmparatorluğu bile bu başarının bir uzantısı olarak meşruiyet kazanan cumhuriyet fikrinin altında ezildi ve Fransa’da 1792 yılında halk ayaklanmasıyla başlayan devrim mücadelesinin sonunda Birinci Cumhuriyet kuruldu.

ABD, tüm kuruluş ilkelerinin karşısında

Kuruluşunu “özgürlük” gibi ilkelere dayandıran Amerika Birleşik Devletleri, kurulduğu günden bu yana kendi ilan ettiği ilkelerle arasına kalın duvarlar ördü. Halk egemenliği, hukukun üstünlüğü, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi kavramlar; 1776’da Bağımsızlık Bildirgesi’nde dile getirilmiş olsa da, bu ilkeler beyaz, mülk sahibi bir azınlığın ayrıcalığı olarak tasarlanmış, geri kalan tüm halklar için sistematik bir inkarın aracı haline getirildi. 

“Tüm insanlar eşittir” ifadesinin yer aldığı bildirgenin yayınlandığı anda bile, milyonlarca Afrikalı zincire vurulmuş, yerli halklar katledilmiş, kadınlar siyasi yurttaşlık haklarından dışlanmış durumdaydı.

İnsanlıktan, eşitlikten bahsedilen bildirgede, Amerikan yerlilerinden “merhametsiz Kızılderili vahşiler” diye bahsedilmesi dahi, bağımsızlıkçıların kime “özgürlük” istediğine dair önemli bir işaretti.

Amerikalı zenginlerin henüz ilk solukta uygulamaya koyduğu bu ikiyüzlülük elbette Amerikan devletinin sınırları içinde kalmadı. ABD, kısa sürede bu çelişkilerini dünyanın dört bir yanında üretip ihraç eden bir güç haline geldi. Kuruluşunda bizzat karşı çıktığını söylediği sömürgeciliği modernleştirerek yeniden icat etti, kendi maruz kaldığı tahakküm biçimlerini geliştirip dünyanın dört bir yanında uygulamaya başladı. Britanya’yı “Ölüm, Askerileşme ve Tiranlık” ifadeleriyle nitelendiren, imparatorluğun bu tiranlığı “paralı askerler” eliyle kurmaya çalıştığını teşhir eden bu devlet, bugün seçimle gelmiş hükümetlere darbe tertipleyen, halk iradesini “ulusal güvenlik tehdidi” bahanesiyle hiçe sayan, paralı askerlerle istikrarsızlıklar yaratan bir yapıya dönüştü. 

ABD, yalnızca askeri saldırganlığıyla değil, ambargolarla boğduğu ekonomilerle, diz çöktürdüğü hükümetlerle, küresel şirketler aracılığıyla kurduğu ticari tahakkümle, halkların eşitliğini ve özgürlüğünü her geçen gün daha da çürüten bir sistemin merkezinde yer alıyor. Washington’un özgürlük söylemi, dünya halkları için sadece daha fazla savaş, daha fazla yoksulluk ve daha fazla eşitsizlik anlamına geliyor.

Bugün ABD, özgürlük söylemiyle kaleme alınan Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilkeleriyle değil; o bildirgede yer alan her ilkenin tersine faaliyet gösteren bir ikiyüzlülüğün en somut hali. Geride kalan 249 yıl, bir halk devriminin değil, emperyalist-kapitalist hegemonyanın yükselişine sahne oldu.

Kaynak

Brewer, J. (1989). The sinews of power: War, money and the English state, 1688–1783. Harvard University Press.

ideo

ideo

Diğer içerikler

Üslerle kuşatılan dünya: NATO “barışının” yıkımından nasıl kurtulacağız?
Dünya

Üslerle kuşatılan dünya: NATO “barışının” yıkımından nasıl kurtulacağız?

ideo
3 Temmuz 2025
Bezos’un düğününün gösterdikleri: Sınırlanan girişler, lüks ve şatafat
Dünya

Bezos’un düğününün gösterdikleri: Sınırlanan girişler, lüks ve şatafat

ideo
3 Temmuz 2025
Göçmenler hedefte: Trump dönemi ABD’sinde kriz siyaseti
Dünya

Göçmenler hedefte: Trump dönemi ABD’sinde kriz siyaseti

ideo
30 Haziran 2025
CIA’in 1954 Guatemala darbesi: Muz cumhuriyeti nasıl kurulur? 
Dünya

CIA’in 1954 Guatemala darbesi: Muz cumhuriyeti nasıl kurulur? 

ideo
27 Haziran 2025
Nazizmin 84 yıl önce bugün başlayan yenilgi süreci: Barbarossa Harekatı
Dünya

Nazizmin 84 yıl önce bugün başlayan yenilgi süreci: Barbarossa Harekatı

ideo
22 Haziran 2025
ideo

© 2024 ideo

  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Ekonomi
  • Kültür-Sanat
  • Söyleşi
  • Künye

Takipte kalın

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Ekonomi
  • Kültür-Sanat
  • Söyleşi
  • Künye

© 2024 ideo