Kuyrukçuluk, Türkiye solunun dağarcığında birkaç onyıldır yer bulan bir kavram. Dönem dönem yaygınlığı azalsa da tamamen rafa kalkmaması ne yazık ki nedensiz değil. Süreç içinde gerçekleşen anlam kaymaları ve çeşitlenmeleri de…
Solun dağarcığına esas olarak “kitle kuyrukçuluğu” eleştirisiyle giriş yapan kavram, 1970’lerin ikinci yarısında “CHP kuyrukçuluğu” ile çeşitlenmiş oldu. Kavramın ilk kullanımı muhataplarını – belki kimi zaman uçlaştırarak – “Kitle hareketi neylerse güzel eyler” düşüncesiyle Leninist öncülük iddiasından geri çekilmekle eleştirirken ikincisinde ise Ecevit CHP’sini Milliyetçi Cephe hükümetlerine karşı antifaşist ve demokratik bir ittifak unsuru olarak tanımlayan sosyalistlerin devrim hedefini silikleştirmeleri vurgulanıyordu.
1990’larda Kürt siyasal hareketinin desteklenmesini tüm programatik hedeflerin önüne koyan sosyalistler “Kürt kuyrukçuluğu” eleştirisiyle muhatap olacaktı.
Oysa sosyalistlerin yapması gereken, kendi dünya ve Türkiye değerlendirmelerinden hareketle devrim hedefini merkeze alan bir strateji ile ona bağlı taktikleri geliştirmek ve kendi belirlenimleri dışındaki tüm gelişmelere de ana strateji bağlamında yaklaşıp taktikleri yeri geldikçe güncellemekti. Ekim Devrimi’nden öğrendiğimiz buydu.
Günümüze gelecek olursak…
Solun kimi bölmelerinin yerel seçimlerde somutlanan tutumu kuyrukçuluğun yeni ve en sığ biçimine denk düşüyor.
1960’ların devrimci gençlik hareketleri ya da Gezi direnişinde olduğu gibi düzen sınırlarını aşan talep ve eylem biçimleriyle mobilize olan kitlelerin peşine takılıp öncülük görevini kitle dinamizmiyle ikame etmek görece makul bir hatadır. Halk kitlelerinin seçmene indirgenerek pasifize edildiği sandık denkleminde popüler olanın peşine takılmak ise düzen siyasetine içerilmekle eşdeğer. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hamlesiz kalarak CHP’ye yedeklenen sol, yerel seçimlerde de az sayıda anlamlı denemenin dışında aynı hatayı sürdürmeyi tercih etti.
Kazanamayacaksan aday çıkarma…
Oylar bölünmesin…
Kazanacak aday…
CHP karşısında aday çıkarmak AKP’ye (ya da geriye doğru gidersek RP’ye, ANAP’a, AP’ye) yarar…
Bunları ilk kez duymuyoruz. Ancak kimi solcuların – bu eleştirileri ciddiye alıp yanıt üretmenin ötesinde – bu apolitikliği ciddiye alıp en yılmaz savunucusuna dönüşmesi yeni bir durum.
Somutlayacak olursak…
Yerel seçimler solun kendi başına bir siyasal odak olarak sivrildiği, topluma bütünlüklü bir devrimci siyasal çerçeve doğrultusunda seslenerek kazanım elde etmeyi hedeflediği bir uğrak olmalıydı. Karşı devrim iktidarı ile onun 22 yıllık müktesebatını kabullenen düzen muhalefeti arasında sıkışma halini aşmanın yolu buradan geçiyordu. Üstelik rantçılığa karşı halkçı, kamucu yerel yönetim savunusunda elimiz güçlü olduğu için bu seçim özelinde de başarı elde etmek mümkündü.
Komünist başkan Fatih Mehmet Maçoğlu’nun adaylığı etrafında şekillenen Kadıköy Halk Dayanışması, sosyalistler adına bu devrimci iddiayı somutlayan bir hamle. Kadıköy’ü ranta kapatıp halka açmak devrimci bir politikadır. Ovacık’ta başlayıp Dersim Merkez’e taşınarak ölçek büyüten halkçı yerel yönetim deneyiminin buradan metropolün merkezine taşınması da sosyalistlerin ihtiyaç duyduğu cüretkarlığa örnek sayılmalıdır.
10 yıllık halkçı yerel yönetim deneyiminin özdeşleştiği siyasal ve toplumsal figür olarak Maçoğlu’nun ağırlığı ve İstanbul’un merkezi ilçelerinden biri olarak Kadıköy’ün önemi düşünüldüğünde sol adına yapılan en önemli deneme bu. İhtiyaç buydu. Ve tabii benzer denemelerin olabildiğince fazla noktada da yapılması, belki büyükşehir adaylıklarını da içeren daha genel bir düzlem kurularak bu denemelerin yerel ölçeğin ötesinde bir önem kazanmasının sağlanması…
Farklı yerelliklerde sol adına anlamlı denemeler yapılıyor. Bunların tümünün etkili olmasını, birden fazla yerel yönetimin sosyalistler tarafından kazanılmasını umuyoruz. CHP ve DEM’e eklemlenilen durumlarda ise sosyalistler adına devrimci iddiaların geri çekilmesi söz konusu oluyor.
Örneğin Türkiye’nin geneline dair bir iktidar hedefi olmayan, bölgesel niteliği öne çıkan DEM pek çok metropolde bir politik iddiayı somutlamaktan ziyade yönlendirebildiği seçmen kitlesini pazarlık unsuru olarak kullanan bir tür “baskı grubu” niteliği gösteriyor. Siyasi faaliyetini bu hareketi desteklemek üzerine inşa eden topluluklar ise burada DEM’in pazarlık gücünü artırmanın ötesinde bir anlam taşımaz hale geliyor. Papatya falına dönen İstanbul’da aday çıkarma-çıkarmama tartışması ve tartışmaya katılan kimi sosyalistlerin konumu böyle okunmalı.
CHP ve seçmeni ile kurulan ilişki ise daha çetrefil ve tehlikeli. CHP seçmeni ile eşgüdümün merkeze alınması, hitap edilen seçmen toplamı içindeki popülerliğe teslim olunması sonucunu doğuruyor. Devrim ve sosyalizm hedefini paylaşan özneler arasında kurulması gereken “birbirine kaybettirmeme” hukukunun CHP ile kurulmaya çalışılması, muhatabını düzen siyasetinin denklemine hapsediyor.
Mesele şu ya da bu partinin aday listelerinde geçmişte düzen partilerinde boy göstermiş olanların bulunması değil. Bir yanda CHP’nin sağcı, rantçı, müteahhit adaylarına ve bu konumlarının doğrudan sonucu olan hoyratlıklarına bakıp ah vah etmek… diğer yanda biraz daha makul adaylar göstersin diye CHP’den beklentiye girmek, bu beklenti doğrultusunda CHP’nin ya da bir başka gücün kapısını çalıp ricacı olmak… fırsatını bulunca popülerleşme adına CHP’de yer bulamamış yerel nüfuz sahiplerini transfer etmek, bu nüfuz sahiplerinin siyasi kariyer hedeflerinde basamaklardan biri haline gelmeyi normalleştirmek…
Siyasette esas olan stratejidir, taktik ise görece esnektir. Ancak burada taktik hatalar değil, stratejisizlik ya da düzen sınırlarını aşmayan bir stratejik yaklaşım söz konusu. Düzenin belirlenimindeki formel siyaset alanını siyasetin mümkün olan tek mekanı olarak bellediğinizde söylem ve niyetlerinizden bağımsız olarak düzenin denklemine hapsolur, sağcılaşırsınız. Hata yapmakla kalmaz, savrulursunuz.
Kadıköy örneğine dönecek olursak…
Rant düzenini gerçekten sarsmayı ve halkı özneleştirmeyi hedefleyen Kadıköy Halk Dayanışması, dönemin koşulları ve solun olanakları düşünüldüğünde iddialı ve devrimci bir hamledir ve solda bugün eksikliği çekilen genel siyasi çerçevenin olgunlaştırılmasına da katkıda bulunma potansiyeline sahiptir. Maçoğlu’nun alacağı oydan ve başkanlığı kazanıp kazanmamasından bağımsız olarak böyledir. Adaylığın çatısı olan partiyle husumet ya da daha karmaşık başka gerekçelerin ürünü olarak bunun dışında kalmayı, hatta önünü kesmeyi tercih etmek ise bambaşka bir şey. Farklı yerelliklerdeki ittifak tercihlerinin ve üslubun niteliğine alenen yansıyan bir başkalık…
Kuyrukçuluk sorununu ciddiye alalım. Özellikle de onun en yeni, en sığ ve en tehlikeli biçimi olarak “seçmen kuyurukçuluğu”nu…