Ülkemizin onlarca ilerici insanının gericiler tarafından yakılarak katledilmesinin üzerinden tam 32 yıl geçti. Bu yıl dönümüne denk gelen günlerde, yine gerici bir grubun bir karikatürü bahane ederek Leman’a saldırması, gericilerin aradan geçen 32 yılda hala aynı yerde durduğunu açıkça ortaya koydu. Madımak Katliamı’ndan çıkarılacak dersler, gericiliğe karşı mücadelede büyük önem taşıyor.
Oğuzhan Aygen
1945’ten itibaren, Soğuk Savaş dönemiyle Türkiye’nin ABD tarafında yer almasıyla birlikte devlet eliyle laiklikten ciddi tavizler verilmeye başlandı. Bu sürecin ilk adımları İsmet İnönü’nün “Milli Şef”lik döneminde atıldı; 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte bu tavizler kurumsallaştı ve gerici saldırılar daha görünür, daha sistematik hale geldi. İlk fitil, 1945’te Tan Gazetesi’ne yapılan saldırıyla ateşlendi. Bu saldırıyı gerçekleştiren güruh doğrudan dinci gerici olmasa da, ilerleyen yıllarda dinci gericilik bu yöntemi benimsedi ve yaygınlaştırdı.
Demokrat Parti döneminin gerici şiddetinin simgesi ise Ticanilerin Atatürk heykellerine yönelik saldırıları oldu. Bu saldırılar, düşük cezalarla geçiştirildi, üzeri örtüldü. Ardından 27 Mayıs 1960 geldi. Bu dönemin açtığı görece özgürlük ortamında sol hareket güç kazansa da, gerici akımlar da aynı ölçüde serpildi. Bu gericiliğin en çarpıcı kurumsal simgesi Komünizmle Mücadele Dernekleri idi. 27 Mayıs sonrasında kurulan bu dernekler, CIA fonlarıyla Türkiye’nin dört bir yanında örgütlendi. Fethullah Gülen gibi isimler bu yapılar içinde kritik roller üstlendi. Dernek mensupları, 1960’lar boyunca taşrada ve büyük şehirlerde devrimcilerin toplantılarına taşlı, sopalı, zincirli saldırılar düzenledi.
1969’da Mehmet Şevket Eygi’nin yönettiği Bugün Gazetesi aracılığıyla kışkırtılan “Kanlı Pazar” saldırısı, gerici şiddetin doğrudan sokağa taştığı bir dönüm noktasıydı. Aynı yıllarda kurulan “Yeniden Milli Mücadele Birliği” ile 1970’te kurulan Milli Nizam Partisi, gericiliği özellikle taşra gençliği ve kırsal halk arasında örgütlü ve kalıcı hale getirmeye başladı. Alevilere yönelik sistematik şiddet ise bu dönemde belirginleşti. İlk kitlesel saldırı, 1966 yılında Muğla’nın Ortaca beldesinde yaşandı. Ardından 1967’de Maraş Elbistan’da, 1968’de Malatya Hekimhan’da, 1971’de Hatay Kırıkhan’da benzer saldırılar gerçekleşti.
Ancak en kanlı saldırılar 1978-1980 döneminde yaşandı. Malatya, Maraş ve Çorum katliamları, yalnızca Alevilere değil, aynı zamanda devrimcilere karşı da yürütülen organize kıyımlar olarak tarihe geçti. Bu katliamlarda 150’den fazla insan katledildi, binlerce kişi yaralandı.
Madımak’a nasıl gelindi?
90’ların karanlık ikliminde laik ve ilerici düşüncenin önemli temsilcileri birer birer hedef alınmaktaydı: 1990 yılında Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok gibi aydınlar art arda uğradıkları suikastlarla katledildi. Aynı dönemde Amerika’nın 1991’de Irak’a başlattığı Körfez Savaşı, Türkiye’yi de derinden etkileyen bir otorite boşluğu yarattı ve bu kaos Türkiye’ye şiddet olarak geri döndü.
1993’e ise Türkiye, Uğur Mumcu suikastı ile girdi. Katledilişi, laiklikten yana tüm güçleri ayağa kaldırdı. Uğur Mumcu’nun cenazesi, yüz binlerce insanın laikliği koruyacaklarına dair kararlılıkla haykırdığı bir halk yürüyüşüne dönüştü. Toplumda uzun süredir mayalanan gericiliğe karşı öfke ve tepki daha görünür oldu. Aynı yıl içinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in şüpheli ölümleri, işlenen faili meçhul cinayetler ile birlikte Türkiye’de zaten derin olan siyasi krizi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdi.
Turgut Özal’ın ölümünün ardından dönemin DYP–SHP koalisyon hükümetinin Başbakanı Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı makamına geçti. Boşalan Başbakanlık ve DYP Genel Başkanlığı koltuğuna ise Tansu Çiller oturdu. İşte tam da bu siyasal karmaşanın, derinleşen güvensizliğin ve yükselen gerici saldırganlığın damgasını vurduğu atmosferde, Türkiye 2 Temmuz 1993 günü, Madımak Katliamı gibi bir karanlığı yaşadı.
Pir Sultan Abdal Şenlikleri
Daha önce üç kez Sivas’ın Banaz köyünde düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenliklerinin dördüncüsünün bu kez Sivas kent merkezinde yapılmasına karar verildi. Kültür Bakanlığı’nın ve Sivas Valiliği’nin de katkılarıyla organize edilen etkinlikler, Türkiye’nin dört bir yanından gelen pek çok aydın, sanatçı ve edebiyatçıyı bir araya getiriyordu. Katılımcılar arasında toplumun vicdanı olarak görülen isimlerden biri olan Aziz Nesin de vardı.
30 Haziran 1993 günü, davetliler Sivas halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. 1 Temmuz’da yapılan resmi açılış törenine Sivas Valisi de katılarak bir konuşma gerçekleştirdi. Folklor gösterileri, konserler ve panellerle birlikte şenlikler sıcak, umut dolu ve kardeşlik temalı bir atmosfer içinde başladı. Aynı zamanda katılan yazarlar, şairler ve düşün insanları, kent merkezindeki farklı noktalarda okurlarıyla buluştu, imza günleri düzenledi.
Şeytan Ayetleri
O günlerde Hintli yazar Salman Rüşdi’nin kaleme aldığı Şeytan Ayetleri adlı roman, hem Türkiye’de hem de İslam dünyasında yoğun tartışmaların odağındaydı. Aziz Nesin, olaydan kısa bir süre önce Aydınlık gazetesinde bu kitabın çevirisini tefrika olarak yayımlamaya başlamıştı. (İddia edilenin aksine, çeviriyi bizzat kendisi yapmamış, ancak yayımlamıştı.) İslam’ı küçümsediği iddia edilen bu kitap, pek çok İslam ülkesinde yasaklanmış, İran lideri Ayetullah Humeyni tarafından yazarı Salman Rüşdi için ölüm fetvası verilmişti. Üstelik İran devleti, Rüşdi’nin öldürülmesi karşılığında üç milyon dolarlık ödül de koymuştu.
Aziz Nesin’in İslam hakkındaki önceki eleştirel görüşleriyle birlikte bu kitap etrafındaki tartışma, gerici çevrelerin planladığı büyük provokasyonun zeminini oluşturdu. Şenliğe katılan onlarca aydın ve sanatçıyı hedef tahtasına oturtan bu karalama kampanyası, Aziz Nesin’in şahsında tüm ilerici değerlere ve laik yaşama duyulan düşmanlığın bir dışavurumuna dönüştürüldü. Karanlık güçler, bu zemin üzerinde organize olacak, kanlı bir kışkırtma için düğmeye basacaktı.
Basın yoluyla provokasyonlar
30 Haziran 1993 günü, yani şenliğin başlamasından yalnızca bir gün önce, gerici çevreler Sivas’ta harekete geçti. Kentte gizlice dağıtılan iki farklı bildiri, yaklaşmakta olan büyük bir provokasyonun habercisiydi. Bu bildirilerden biri “Müslüman Kamuoyuna” başlığını taşıyor, imza olarak “Müslümanlar” ifadesine yer veriyordu. Diğer bildiri ise besmeleyle başlıyor, açık bir şekilde Sivas halkını “cihad”a çağırıyordu. Gericilerin provokasyon için başvurduğu bir diğer yöntem ise yerel basını kullanmak oldu.
Aziz Nesin’in şenliğin açılışındaki konuşması, Sivas’taki bazı yerel gazeteler tarafından çarpıtmayla, kasıtlı olarak provoke edici şekilde kamuoyuna sunuldu. Katliamın gerçekleştiği gün çıkan Bizim Sivas gazetesi, manşetinde büyük puntolarla şu ifadelere yer veriyordu: “Müslüman Mahallesinde Salyangoz Satılıyor..! Türk Milletine sataşmayı adet haline getiren Aziz Nesin’i Sivas’a kim; ne amaçla getirdi..?”
Bir başka yerel gazete olan Hakikat, Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ni dinsizlik propagandasıyla ilişkilendiriyordu: “Pir Sultan Abdal şenlikleri dinsizlik propagandası yapmak için mi organize edildi? Eğer böyle bir plan varsa şimdiden söyleyelim, biz Müslüman memleketinde salyangoz sattırmayız.” Bu çarpıtmalara, Anadolu ve Hür Doğan gibi yerel gazeteler de benzer içeriklerle katıldı.
2 Temmuz günü, Sivas’taki Buruciye Medresesi’nde düzenlenen imza gününde Aziz Nesin’e yönelen bir başka provokasyon sahneye kondu. TGRT’nin Sivas muhabiri, Nesin’in yanına yaklaşarak sözde bir röportaj adı altında açıkça tahrik edici sorular yöneltti. Muhabirin amacı açıktı: Nesin’in sözlerinden provokatif bir malzeme çıkarmak, bunu kamuoyuna çarpıtılarak servis etmek ve oluşan gerici dalgayı daha da büyütmek.
Nesin’in bu röportaj sırasında sarf ettiği sözlerden bir kısmı şöyleydi: “Ben Müslümanlara saygı duyuyorum, Müslümanlar da bana saygı duysun. Ben Müslüman olmak mecburiyetinde değilim.” Röportajın tamamı içerisinden özenle seçilmiş bazı cümleler cımbızlanarak bağlamından koparıldı, televizyon ekranlarında adeta bir hedef gösterme seansına dönüştürüldü. TGRT ekranlarında yayınlanan bu röportajın ardından yalnızca bir saat sonra, Aziz Nesin Madımak Oteli’ne geçti. Ve hemen ardından saldırı başladı.
Katliam başlıyor
2 Temmuz’un Cuma gününe denk gelmesi, provokatörler açısından belirleyici oldu. Katliam hazırlıklarında o dönem Refah Partisi’nin gençlik yapılanması gibi çalışan Milli Gençlik Vakfı’nın, Sivas’taki yurtlarında kalan 14-18 yaş aralığındaki öğrencileri kullandığı iddia edildi. Planlı bir şekilde organize edilen bu saldırganlık, cuma namazı çıkışında pratiğe döküldü.
Paşa Camisi’nden çıkan cemaatin arasına karışan 8-10 kişilik bir grup provokasyon başlattı. İlk sloganlarla büyüyen kalabalık, kısa sürede Kale ve Paşa Camileri’nden katılanlarla birlikte birkaç bin kişilik bir toplama dönüştü. “Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacak” sloganlarıyla Atatürk Caddesi üzerinden yürüyen kalabalık, Vilayet Konağı önündeki meydana ulaştı. Polisin kurduğu barikat kolayca “aşıldı”. Hedef, Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin yapıldığı Sivas Kültür Merkezi’ydi. Taş ve sopalarla donanmış saldırganlar merkeze saldırmaya başladı.
Saldırganların attığı sloganlar karanlık zihniyeti ortaya koyuyordu: “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak”, “Sivas laiklere mezar olacak”, “Şeriat gelecek, batıl zail olacak.” Kültür Merkezi’nde bulunan ve etkinliklerden çıkan yaklaşık bin kişilik grup, bu saldırılara karşı “Türkiye laiktir, laik kalacak”, “Şeriat İran’a mezar olacak” sloganlarıyla karşılık verdi. Gericiler ise “Sivas Aziz Nesin’e mezar olacak”, “Sivas Müslümandır, Müslüman kalacak” sloganlarını haykırıyordu. Gerginlik hızla yükselirken, izleyiciler ve görevliler içeride barikatlar kurmaya başladı. Ancak önlemler yetersizdi; Kültür Merkezi boşaltılmaya başlandı, bazı katılımcılar araçlarla başka yerlere taşındı. Güvenlik önlemleri yetersizdi. Katılımcıların bir kısmı ise Madımak Oteli’ne sığınmak zorunda kaldı.
Kültür Merkezi’ne yapılan saldırının geri püskürtülmesi gerici kitlede büyük bir hınç yarattı. Bu öfkeyle valilik binasına yürüyen kalabalık, gittikçe büyüyordu. Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, meydanda toplanan binlerce kişi tarafından hedef alındı. Meydanda yankılanan sloganlar şöyleydi: “Şerefsiz Vali istifa”, “Sivas size mezar olacak”, “Şeriat gelecek, zulüm bitecek”, “Yaşasın Şeriat, Muhammed’in ordusu kâfirlerin korkusu”, “Yaşasın Hizbullah, kahrolsun laiklik”, “Şeriat isteriz!”
Saldırganlar yalnızca sözle yetinmedi. “Sivas putlarla dolduruluyor” bahanesiyle, Kongre Müzesi yanındaki Atatürk büstüne saldırdılar. Ancak büst parçalanamayınca, sonradan olay yerine gelen askerler tarafından müze içine taşındı. Bu sırada meydanda bulunan gerici kitle, “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” sloganını haykırarak, sembolik bir karşı-devrim manifestosu ortaya koydu.
Alınmış gibi yapılan önlemler
O dönem Sivas Belediye Başkanı olan Refah Partili Temel Karamollaoğlu —yakın zamanda Saadet Partisi Genel Başkanlığı görevinden ayrılmış ve CHP liderliğindeki Altılı Masa’nın önemli katılımcılarından— saldırgan kalabalığın toplandığı meydana geldiğinde, grup tarafından alkışlarla karşılandı. Söylentilere göre, burada Vali Ahmet Karabilgin ile Karamollaoğlu arasında bir tartışma yaşandı. İddiaya göre vali, kalabalığın tazyikli suyla dağıtılmasını istemiş, ancak Karamollaoğlu buna karşı çıkmıştı.
Saldırganlar saat 14.00 civarında Madımak Oteli önünde toplanmaya başladı. Otelde o sırada yaklaşık 80 kişi bulunuyordu. Polisler olay yerine gelmişti, ancak ne sayıları yeterliydi ne de herhangi bir müdahalede bulunuyorlardı. Kalabalığın sayısı kısa sürede 2-3 bine ulaştı. Otelde mahsur kalanlar, valiyi, emniyet müdürünü ve diğer yetkilileri defalarca arayarak güvenlik önlemlerinin artırılmasını istedi. Otelde bulunanlardan biri olan, aynı zamanda dönemin SHP Milletvekili sanatçı Arif Sağ, SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Çalışma Bakanı Mehmet Moğultay ve Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ı da aradı. Ancak tüm yetkililerden aldığı yanıt benzerdi: “Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır.” Bu sırada kalabalık oteli taşlamaya başlamıştı.
İkindi namazı çıkışında saldırganlara katılım daha da arttı; kalabalık 15 bine ulaştı. Kayseri ve Tokat’tan sınırlı sayıda takviye polis geldi. Sivas Tugayı’ndan da askerler alana intikal etti. Ancak gelenler çoğunlukla 30-40 kişilik acemi erlerden oluşuyordu ve caydırıcılıkları yoktu. Kalabalık bu kez de “Asker Bosna’ya!” sloganlarını atıyordu. Aynı saatlerde Ozanlar Anıtı belediye araçlarınca yerinden sökülerek kalabalığın önüne atıldı. Heykelin başı söküldü, “Tükürün!” nidaları yükseldi. Ardından belediye hoparlöründen “Heykel parçalanmıştır” anonsu yapıldı.
Saat 19.00 civarında Madımak Oteliyle telefon bağlantısı kesildi, otelin elektrikleri de kesildi, ilk yakma girişimi oteldekiler tarafından engellendi. Ancak saat 20.00’den itibaren otel ateşe verilmeye başlandı. Saldırganlar arabaları ters çevirerek ateşe veriyor, bidonlarla benzin taşıyordu. Kalabalık, yukarıda bahsedilen sloganları atmaya devam ediyor, bazıları ise bozkurt işareti yapıyordu. Alana gecikmeli ulaşan itfaiye araçları da saldırıya uğradı, hortumları kesildi, müdahale ettirilmedi. Otel yanarken, İhlas Haber Ajansı’ndan bir kameraman “Hayatımın en güzel filmini çekiyorum” diyordu.
Otelde 8 saatten beri kurtarılmayı bekleyen insanların artık umudu tükenmeye başlamıştı. Nitekim otelde mahsur kalan ve hayatını kaybeden 34 kişinin kimisi dumandan boğularak kimisi de yanarak hayatını kaybetti. İşte o sırada da geç kalmış polis ve asker müdahalesi başladı. 34 kişinin katledilmesinin ardından daha çok sayıda askerin alana gelmesiyle duyulan silah sesleri sonucunda kalabalık kaçışmaya başladı, güvenlik güçleri otele girerek sağ kalanları tahliye etti. Yaralılar hastaneye ambulanslarla değil polis arabalarıyla götürüldü.
Aziz Nesin ölümden dönüyor
Otel yanarken itfaiye otelden sağ kalan insanları pencerelerden itfaiye merdiveniyle tahliye etmeye başladı. Tahliye edilenlerden ikisi de Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli’ydi. İkisi beraber merdivenlerden inmeye başladılar. Ancak Nesin o sırada orada bulunan bir görevli tarafından sertçe çekilerek yere düşürüldü, amacı Nesin’in linç edilerek öldürülmesini sağlamaktı. Keza yine o sırada orada bulunan Refah Partili Belediye Meclis üyesi Cafer Erçakmak da provokasyona devam ediyor, ucu kancalı itfaiye sırığıyla Nesin’e ve Kaleli’ye saldırıyordu. Nesin’in hayatını buradaki zabıtalar kurtardı.
Katliam sırasında Başbakan Tansu Çiller ve TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk başta olmak üzere pek çok üst düzey devlet görevlisinin bir düğünde olduğu, katliam haberlerine rağmen programlarını iptal etmedikleri öğrenildi. Keza Bakanlar Kurulu da katliamdan saatler sonra, gece 00.00’da olağanüstü olarak toplandı. Tansu Çiller’in olay üzerine yaptığı açıklama akıllardan hiç çıkmadı. Çiller “Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir biçimde zarar gelmemiştir” dedi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş.” ifadelerini kullanarak katliamdan dolayı isim vermeden Aziz Nesin’i suçluyor, katliamcıları aklıyordu.
Katliamı kimin, hangi odakların tertiplediği ise yıllarca ortaya çıkarılmadı. Pek çok örgüt ismi zikredildi, Hizbullah, İBDA-C, İslami Hareket ve bunlar gibi bilinen ya da bilinmeyen pek çok cihatçı örgüt… Ancak katliam bu örgütlü yönüyle hiçbir zaman aydınlatılmadı.
Katliam davasının akıbeti: Zamanaşımı
Çeşitli mahkemelerde başlatılan soruşturmalar o dönem kapatılmamış olan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) son buldu. Mahkeme ise görevsizlik kararı vererek dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay ise dosyaya bakması gereken yerin Ankara DGM olduğuna karar vererek dosyayı geri gönderdi. Ankara 1 Nolu DGM’ye sunulan iddianamede olayların nedeni, “şenliklere katılanlar” olarak gösterildi, Aziz Nesin’in varlığı “eylemin hazırlayıcı sebepleri” arasında sayıldı. İddianamede şu ifadeler yer alıyordu: “Hele hele Aziz Nesin’in İslam dinine karşı tutum, davranış ve açıklamaları, kapalı bir salonda düzenlenen toplantıda terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulması, eylemin hazırlayıcı nedenleri arasında sayılabilir.”
DGM Başsavcısı Nusret Demiral dava henüz sonuçlanmadan, “Olayda örgüt yok, tahrik var” açıklaması yaptı. Görülen davanın karar metninde de buna paralel bir yaklaşım göze çarpmıştı. Gerekçeli kararda Aziz Nesin vurgusu vardı: “…Sivas olaylarının devlete ve laik düzene yönelik olmadığı, Aziz Nesin’in Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamasına duyulan öfke, kin ve nefretin oluşturduğu tahrik sonucu ve Aziz Nesin’e yönelik bir eylem olduğu, kast edilen Aziz Nesin olmasına rağmen hedefte sapma sonucu 37 masum insanın ölümü ile sonuçlanan bu olayların…”
Kararla birlikte 22 sanık hakkında 15’er yıl, 3 sanık hakkında 10’ar yıl, 54 sanık hakkında 3’er yıl, 6 sanık hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi. Ancak bu karar temyiz edildi. Uzun süren hukuk süreci 2001 yılında sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin onadığı karar uyarınca, Cumhuriyet’e karşı örgütlü kalkışma girişiminde bulunan sanıklardan 33’ü ölüm cezası aldı; dördü 20 yıl, biri 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı Davası 20 yılın ardından 2014’te zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı.
Gericilik ılımlılıkla alt edilemez
Madımak Katliamı bize bir gerçeği apaçık gösteriyor: Gericiliğe verilecek en küçük taviz, en ufak bir ılımlılık ya da müsamaha, gericileri uslandırmaz; tam tersine cesaretlendirir, şımartır, saldırganlaştırır. Yakın tarihimiz, bu gerçeğin defalarca sınandığı ve acıyla öğrenildiği bir ibret vesikasıdır. Bugün hâlâ benzer odakların Leman dergisine yönelik saldırılarında aynı zihniyetin sürdüğünü, aynı pervasızlığın devam ettiğini görüyoruz.
Gericilikle mücadele, iktidarın ya da düzen muhalefetinin insafına bırakılamaz. Bu mücadele, halkın örgütlü gücüyle, devrimci bir kararlılıkla yürütülmelidir. AKP iktidarını “alt etmek” adına kurulan Altılı Masa gibi ittifaklar, gerici odaklara kapı aralamakta beis görmemiştir. Katliamın siyasi sorumlularına “tecrübeli”, “ılımlı”, “sağduyulu” gibi sıfatlar yakıştırılarak siyaseten meşrulaştırılmışlardır.
Gericilikle mücadelenin gerçek gücü halktır, devrimcilerdir. Bu mücadele ne tavizle ne de uzlaşmayla kazanılamaz. Ancak laikliği, eşitliği ve özgürlüğü savunan halkın örgütlü iradesiyle kazanılabilir.
Kaynaklar:
Orhan Tüleylioğlu – Yüreklerimiz Hala Yangın Yeri & Sivas 2 Temmuz 1993