50 Yıl önce bugün, 25 Temmuz 1975’te dönemin Milliyetçi Cephe Hükümeti önemli bir adım attı ve Türkiye’de bulunan NATO kullanımı dışındaki Amerika üs ve tesislerinin kapatılmasına karar verdi. Kıbrıs meselesiyle bağlantılı olarak alınan bu karar sürecinde neler yaşandı, bu karar nasıl alındı?
Oğuzhan Aygen
1946 yılında ABD’nin Missouri zırhlısının İstanbul’u ziyareti ve 12 Mart 1947’de dönemin ABD Başkanı Truman tarafından ilan edilen doktrinle Türkiye ile ABD arasında “stratejik ortaklık” dönemi başlamış, 1952’de Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle de bu “ortaklık” derinleşmişti. 1947’den itibaren ABD, Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardımda bulunmaya başladı, iki devlet arasında çoğu parlamento onayından geçmeyen ve gizli ikili anlaşmalar imzalandı, bu anlaşmalara dayalı olarak NATO kullanımı dışında da ABD’nin kullanımında olacak olan pek çok üs ve tesis Türkiye’nin dört bir yanında boy gösterdi. ABD’nin kullandığı bu askeri üsler, radar üsleri, füze üsleri, hava üsleri ve teknik istihbarat üslerinin Türkiye’de bu denli yoğunlaşmasının ana sebebi Türkiye’nin Sovyetlerle sınırının olmasıydı.
Kıbrıs meselesi patlıyor
Kıbrıs’ta 1950’li yıllardan itibaren adadaki Rumlar ve Türkler arasında kanlı çatışmalar baş göstermiş, hatta bu çatışmaların etkisiyle Türkiye’de de Kontrgerilla öncülüğünde 6-7 Eylül olayları tertiplenmişti. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında bu dönemde Kıbrıs’la ilgili diplomatik görüşmeler başladı, 1959 ve 1960 yıllarında bu üç garantör devlet ve adadaki Türk ve Rum taraflarının temsilcilerince imzalanan anlaşmalara dayalı olarak Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. İngiltere, adada iki üssü olacak şekilde adanın geri kalan kısmından çekilecek, yeni kurulan devletin Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı da Türk olacaktı. Ancak adada kurulmuş olan, Lübnan’ı ve Devlet Bahçeli’nin son açıklamalarını çağrıştıran bu düzen sadece 3 yıl dayanacak ve Kıbrıs 1963 yılında “Kanlı Noel” adıyla anılacak olan çatışmalara sahne olacaktı.
Johnson mektubu
Kıbrıslı Türk sivillerin, adayı Yunanistan’a bağlamak (Enosis) amacıyla İngiliz sömürge yönetimine ve Kıbrıslı Türklere karşı silahlı faaliyetlere giren aşırı milliyetçi Rum örgütü EOKA’nın saldırılarına uğraması Türkiye’de yaygın tepkilere yol açtı. Bu tepkilerin etkisiyle dönemin İsmet İnönü Hükümeti, adaya müdahale kararı aldı. Ancak dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’ın İsmet İnönü’ye son derece kaba ve düzeysiz bir üslupla yazdığı belirtlen bir mektupla müdahale son anda iptal edilmişti. Johnson, bu mektupta “Türkiye’nin Kıbrıs’ta ABD’nin verdiği silahları kullanmasına ABD’nin izin vermeyeceği, müdahale sebebiyle Türkiye Sovyetlerin saldırısına uğrarsa NATO’nun Türkiye’ye yardım etmeyeceği”ni belirtiyordu.
Üstelik bu mektubun kamuoyuna yansımasından sonra özellikle gençlik içerisinde Amerikan karşıtlığı artıyor ve 1968’den sonra ivmelenen anti-emperyalist işçi ve gençlik eylemlerinin nüveleri oluşuyordu.
Üslerin yol açtığı diplomatik krizler
Johnson mektubundan sonra Türkiye-ABD ilişkilerinin gerilimli dönemi başlamış oluyordu. Bunun dışında genelde ABD’nin, özelde de ABD ordusunun ve üslerinin Türkiye’deki faaliyetleri dış ilişkilerde de Türkiye için ciddi sıkıntılar yaratıyordu. 1960 yılında Türkiye’den kalkan ABD’ye ait U-2 casus uçağının Sovyetler toprakları üzerinde Sovyetler tarafından düşürülmesi Türkiye ile Sovyetler arasında ciddi bir diplomatik krize neden olmuştu. 1962 yılında yaşanan Küba Füze Kriziyle de ABD-Sovyetler-Küba üçgeninde ortaya çıkan nükleer füze gerilimine Türkiye’de dahil oluyor, Küba’daki Sovyet nükleer füzelerinin kaldırılmasına karşılık Türkiye’deki ABD Jüpiter nükleer füzelerinin kaldırılması konusunda taraflar aralarında anlaşıyor ancak bütün bu kararlar Türkiye’ye sorulmadan alınıyordu ve böylece özelde Türkiye genelde de Dünya nükleer füzelerin hedefi olmaktan kıl payı kurtuluyordu. Bütün bunların gösterdiği üzere ABD ile “stratejik ortaklık”, ABD üsleri ve NATO üyeliği, Türkiye için güvenlik unsuru olmaktan çok kriz ve tehdit unsuru oluşturuyordu.
Haşhaş sorunu
Türkiye-ABD arasındaki gerilimli ilişkiler, 1960’lı yılların sonu ve 1970’li yılların başında iki ülke arasında ortaya çıkan Haşhaş sorunuyla başka bir aşamaya geçti. ABD yönetimi, Amerika gençliğinin kullandığı uyuşturucunun hammaddesinin Türkiye’de yetişen haşhaş bitkisinden sağlandığını öne sürüyor ve bundan dolayı Türkiye’yi suçluyor, bu bahaneyle Türkiye’den haşhaş üretimini durdurmasını ve yasaklamasını talep ediyordu. Rivayete göre kendisine bu talebi ileten ABD Büyükelçisine dönemin Başbakanı Süleyman Demirel “Türkiye’de zaten 120 ton afyon yetişiyor. Bu sizin gençliğe bir hafta yetmez” cevabını vermişti.
Ancak bu cevabı vermiş ya da vermemiş olsa da Demirel Hükümeti, Türkiye’deki haşhaş üretimini oy kaygısıyla tamamen yasaklamamış ancak ciddi ölçüde kısıtlamıştı. Haşhaş üretiminin tamamen yasaklanması 12 Mart 1971 muhtırasından sonra bu muhtırayla iş başına gelen Nihat Erim Hükümetince gerçekleştirilecekti. Bu yasak 1974’e kadar yürürlükte kalacak, o yıl iş başına gelen Bülent Ecevit liderliğindeki CHP-MSP Koalisyonunca haşhaş ekimi yasağı kaldırılacaktı. Bu durum ABD ile Türkiye arasındaki haşhaş krizini yeniden hortlattı.
Kıbrıs Harekatı ve ambargo
Kıbrıs’ta dönemin başkanı Makarios, 15 Temmuz 1974’te Yunanistan destekli faşist Nikos Sampson’un düzenlediği bir darbeyle devrildi. Bu olay, Türkiye’de adadaki Türkler adına ciddi bir endişe kaynağı haline geldi. Türkiye, darbe üzerine ilk olarak İngiltere ile temasa geçti. Ecevit, Londra’ya giderek İngiliz makamlarına “Kıbrıs’a ortak müdahale” teklifinde bulunduysa da bu teklif İngiltere tarafından kabul görmedi. Bunun üzerine Türkiye, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a askeri müdahale başlattı. 14 Ağustos’taki ikinci harekatla da bugün Türk ordusu Lefkoşa’ya kadar ilerledi ve Lefkoşa’yı da alarak bugünkü sınırlara ulaşıldı.
ABD ise, Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ve Yardımcısı Joseph Sisco adına “Mekik Diplomasisi” denilen bir yöntemle duruma çözüm bulmaya çabaladı. Ancak 5 Şubat 1975 tarihine gelindiğinde kriz iyice çıkmaza girmiş bulunuyordu, çünkü o tarihte ABD Kongresi’nin aldığı 1974 sonunda aldığı karar uyarınca Türkiye’ye silah ambargosu kararı yürürlüğe giriyordu. Üstelik Ambargo kararına Türkiye’nin verdiği karşılık 13 Şubat 1975’te Kıbrıs’ın Türk kesiminde “Kıbrıs Türk Federe Devleti”nin ilanı oldu.
Sanıldığı gibi ambargo kararı o dönem Başkan olan Gerald Ford ve Dışişleri Bakanı Kissinger’ın kararıyla değil aksine onların muhalefetine rağmen alınmış bir karardı. Kararın alınmasında ABD’deki Yunan Lobisi çok etkili olmuştu. Ambargo kararının gerekçesi olarak ABD’nin Türkiye’ye verdiği silahların Türkiye tarafından anlaşmalara ve ABD yasalarına aykırı bir şekilde Kıbrıs’ta kullanılması gösteriliyordu. Ancak bu tutum ikiyüzlü bir tutumdu çünkü İsrail’de ABD’nin verdiği silahları Lübnan’da kullanarak aynı ihlali yapmış bulunuyordu ancak böyle bir ambargo İsrail’e uygulanmamıştı.1 İşte burada da Lobilerin gücü ortaya çıkmış bulunuyor. Lobilerin ABD’de günümüzde de devam eden bu etkinliği Amerika demokrasisine dair kafalarda soru işareti uyandırıyor.
Bu kararın alındığı günlerde hem Türkiye hem de ABD politik çıkmazların içindeydi. Türkiye’de 1974 sonunda CHP-MSP Koalisyon Hükümetinin istifa etmesiyle bir hükümet bunalımı ortaya çıkmıştı, hükümet kurulamıyordu. ABD’de ise Watergate skandalının yankıları hala devam ediyor, bunun yanında Kongre ile Ford Yönetimi pek çok konuda zıtlaşıyor ve sonuç olarak Federal yönetim kilitleniyordu. İşte böyle bir ortam içerisinde ABD, 1976 yılında yapılacak Başkanlık seçimlerine hazırlanırken Türkiye’de de 31 Mart 1975 tarihinde AP-MSP-MHP-CGP’nin kurduğu, temelini anti-komünizm’in oluşturduğu ve kurulmasıyla, yaptığı icraatlarıyla Devrimcilere yönelik saldırıların daha kanlı bir hal almasını sağlayan “Milliyetçi Cephe” hükümeti kuruluyor ve bu hükümet TBMM’den güvenoyu alıyordu.
ABD üsleri “kapatılıyor”
Ambargo kararı üzerine Türkiye’deki ABD üs ve tesislerinin kapatılması kararı hükümet çevrelerince tartışılmaya başlandı. Milliyetçi Cephe hükümetinden önce iş başında olan ancak güvenoyu alamamış Sadi Irmak Hükümetinin Dışişleri Bakanı Melih Esenbel, Newsweek dergisine verdiği bir demeçte “hükümetin, Türkiye’deki Amerikan tesislerinin bir kısmını kapatmaya hazırlandığını” belirtti.2 ABD üslerinin kapatılmaması ancak ambargonun tamamen kaldırılmasıyla mümkün olabilecekti. Ford ile Kissinger ambargo kararının en azından kısmen kaldırılması için çabalıyordu. İkili, Kongreyi NATO Savunmasının alacağı ağır hasarı vurgulayarak ikna etmeye çalışıyor ancak bir türlü başaramıyorlardı. Türkiye’den de Kıbrıs’ta kendi çabalarını kolaylaştırıcı birtakım adımlar atmasını yani taviz vermesini istiyorlar ancak Türkiye taviz vermiyordu. Üstelik Cephe hükümetinin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil şu sert cümleleri sarf etmişti: “Rus Çarıyla on üç kere savaştık. Sırtımızı ABD yardımına mı dayamıştık, NATO mu vardı?”3
Bu ortamda üslerin kapatılması daha ciddi bir seçenek olarak gündeme geldi, 11 Haziran’da yapılan Milli Güvenlik Kurulu Toplantısında öncelikle Karadeniz’deki ABD üslerinin kapatılması konusunda görüş birliğine varıldı.4 Ardından hükümet 18 Haziran 1975 tarihinde ABD’ye karşı uygulanacak kararları açıkladı. Buna göre Türkiye’deki Amerikan üs ve tesislerinin yeni statüsünün Amerika ile saptanması için ABD’ye 30 günlük bir süre verilmekteydi. 30 gün içerisinde müzakereler başlamaz ve silah ambargosu kalkmaz ise Türk hükümeti kendi tayin ettiği bir statü ile bu tesis ve üslerin idaresini eline alacağını Dışişleri Bakanı Çağlayangil aracılığı ile açıkladı.5 Ancak Türkiye’nin bu “tehditleri” etkisiz kalacaktı.
24 Temmuz 1975’te Amerikan Kongresinin silah ambargosunun kaldırılması yönündeki yasa tasarısını reddetmesi üzerine Türk hükümeti 25 Temmuz 1975’te yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, 3 Temmuz 1969 tarihli Savunma İşbirliği Antlaşmasının feshedildiğini ilan etti. Ayrıca Türk hükümeti 3 maddelik bir karar aldı ve bu kararları Amerikan hükümetine bildirdi. Amerikan hükümetine bildirilen bu üç maddelik karar şöyleydi:
1) Türkiye ile ABD arasındaki Ortak Savunma İşbirliğini düzenleyen 3 Temmuz 1969 tarihli Savunma İşbirliği Anlaşması ve bununla ilgili diğer anlaşmalar hukuki geçerliliklerini kaybetmişlerdir.
2) Bu durum muvacehesinde Türkiye’deki bütün ortak savunma tesislerinin faaliyeti, İncirlik Ortak Savunma Tesisinin münhasıran NATO görevi mahfuz kalmak kaydıyla yarından yani 26 Temmuz 1975 tarihinden itibaren durdurulmuştur.
3) Faaliyeti durdurulan bütün tesisler Türk Silahlı Kuvvetlerinin tam kontrol ve gözetimine devredilecektir.6
Yani NATO kullanımı dışındaki bütün ABD üs ve tesisleri Türkiye’nin kontrol ve hakimiyetine geçiyor ve bu üslere Türkiye Cumhuriyeti bayrağı dikiliyordu. Bu karar üzerine ABD Kongresi, 2 Ekim 1975’te ambargoyu kısmi olarak kaldırmaya karar verdi. Yani 5 Şubat 1975’ten önce parası ödenen silahlar Türkiye’ye gönderilecekti. Ancak bu da Türkiye’yi tatmin etmedi, Türkiye ambargonun tamamen kaldırılmasında ısrar etti.
İşte bu ortamda ABD ile süren müzakereler sonucunda 27 Mart 1976’da ABD ile Türkiye arasında “Savunma Desteği” anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre ABD savunma için Türkiye’ye dört yılda bir milyar dolar verecek bunun 200 milyon doları hibe olacak ve ABD Üslerin Türkiye’nin hakimiyetinde kalmasını kabul edecek, üslerde Amerikalılar Türk komutanına karşı sorumlu bulunacak ve faaliyetleri Türkiye tarafından denetlenecekti. Ancak anlaşma ambargonun tamamen kalkmasından sonra yürürlüğe girebilecekti.7 Ambargonun tamamen kalkması da ancak 1978 yılı Eylül ayının sonlarında mümkün olmuştu. Bunun üzerine ABD, kapatılan üs ve tesislerden yeniden yararlanabilmeye başladı.8
Üs ve tesislerin bu şekilde kapatılması aslında pek fazla abartılacak yani ABD’ye karşın alınabilmiş bir karar değildir, ABD emperyalizminden ve onun saldırganlığında kullandığı aleti NATO’dan köklü bir kopuş ise hiç değildir. NATO üslerinin faaliyetlerine devam edip de ABD’nin tek başına kullandığı üslerin kapatılması tek başına pek bir şey ifade etmemektedir çünkü NATO, zaten doğrudan ABD’nin güdümünde ve kumandasında olan saldırgan bir örgüt. Keza 1976’da imzalanan Savunma Desteği anlaşması da söz konusu karardan ABD’nin fazla bir rahatsızlık duymadığını açıkça göstermektedir. Bütün bunların yaşandığı yıllarda bu kararı alan MC hükümeti ve bu hükümetin desteklediği ülkücü teröristler eliyle anti-emperyalist devrimcilere karşı yoğun bir saldırı dalgası, sindirme ve terör dalgası estirilerek Türkiye’deki anti-emperyalist sesler susturulmaya çalışılıyordu.
Zaten bu kapatma kararının birkaç yıl sonra kaldırılması da, söz konusu kararın esasen ne kadar ciddiyetsiz olduğunu gösteriyor. ABD emperyalizminden ve onun kukla örgütlenmesi NATO’dan köklü bir kopuş ancak devrimci mücadelenin yükseltilmesi ve başarıya ulaşmasıyla gerçekleşebilecektir, düzen siyaseti içerisinde böyle bir şey elbette ki mümkün değildir. Yukarıda anlattığımız tarihsel süreç bunun en net kanıtıdır.
Notlar:
- Tiryaki, Mehmet Hanifi (2007), 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti Dönemi Türk Dış Politikası 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977 (Tez), Sf. 51-52, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı. ↩︎
- Milliyet Gazetesi 18 Şubat 1975 tarihli sayısı. ↩︎
- Cumhuriyet Gazetesi 7 Mayıs 1975 tarihli sayısı. ↩︎
- Tiryaki, Mehmet Hanifi (2007), 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti Dönemi Türk Dış Politikası 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977 (Tez), Sf. 67, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı. ↩︎
- Milliyet Gazetesi 18 Haziran 1975 tarihli sayısı. ↩︎
- Milliyet Gazetesi 26 Temmuz 1975 tarihli sayısı. ↩︎
- Milliyet Gazetesi 28 Mart 1976 tarihli sayısı. ↩︎
- Kıyanç, Sinan (2020), Soğuk Savaş Yıllarında Türkiye’deki ABD Üs Ve Tesisleri (Makale), Sf, 207, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Bahar 2020 Sayısı. ↩︎