Yaşanan depremler bütün bir siyasi coğrafyayı sarstı. 6’lı masadan AKP’ye dek tüm siyasi partiler bu sarsıntıyı hissediyor ve zeminin giderek altlarından çekildiğini fark ediyorlar. Zemindeki kayma bir tür aceleyi ve bu acele doğaldır ki, beceriksiz ve kaba siyasi hamleleri de beraberinde getiriyor. Kastettiğimiz sadece seçime değil, olası bir AKP sonrasına yönelik hamlelerdir. Akşener vakası bunu açıklıkla ortaya çıkartmış bulunuyor.
Akşener’in rol modeli MHP’dir. Bu nedenle seçim arifesinde AKP’yi 2002’de iktidara getiren süreci hatırlamış olması şaşırtıcı değil. MHP’nin Ecevit’i düşürme hamlesini tekrar etmeye çalışır bir halde. 2002’de MHP, DSP-MHP-ANAP koalisyonunu bozarak Ecevit’i erken seçime mecbur eden ve Ecevit’i iktidardan düşüren parti hüviyetindeydi. Akşener’in MHP’nin bu düşürücü işlevini sahiplendiği anlaşılıyor. Ama hedef aldığı iktidardaki parti değil; ilk elde CHP’yi zayıflatmayı hesapladığı görülebiliyor. Bununla birlikte, İYİP’in hesabının bundan ibaret olduğu tartışmalıdır.
Akşener bir yandan da MHP’yi gözüne kestirmiş, onun yerine göz dikmiş görünüyor. Tabii bu beklenti, AKP/MHP ortaklığının Maraş depremleri ile önemli ölçüde sarsıldığı ve zayıfladığı hesabını içeriyor. Burada ilk tökezleyecek partinin MHP olması beklendik bir gelişmedir. Depremin Osmaniye gibi MHP’nin oy aldığı bölgeleri de vurması ve dolayısıyla MHP’nin baraj altında kalması beklentisi görünen o ki, Akşener’in seçim sonrasına dair iştahını ve acelesini artırmıştır. Seçim sonrasının dengelerinde MHP’nin yerini istediği izlenimi vermektedir. Hamlesinin siyasi aritmetikte CHP’yi zayıflatmasının yanında, aynı zamanda da AKP/MHP ortaklığından düşmesi muhtemel parçaları toplamayı içerdiği anlaşılıyor. Seçim sonrasında muhtemel ittifaklara yönelik bir hazırlık olarak düşünülebilir. Bununla birlikte, 2002 MHP’si gibi seçimlerde evdeki bulgurdan olma olasılığı hiç de az değil.
Burada “Akşener ve İYİP tüm partilerin zayıfladığı bir döneme mi göz kırpıyor” sorusu sorulmalıdır. Tabii böyle bir dönemin başkanlık rejiminin devamı anlamına geleceği açıktır. Parlamentonun hiçliğe indirgendiği bir halde, ülkenin kararnamelerle yönetilmeye devam etmesinin ve yürütme erkinin yüksek hızla iş görmesinin amaçlandığı tahmin edilebilir. Bu olası zayıf partili dönemi Türk sermayedarlarının bir beklentisi olarak görmekte de sakınca yok. Her tür kararı lobi çalışmalarıyla almaya devam edebileceklerdir. Kuşkusuz bu AKP’nin zayıfladığı tespitine dayalı da bir projedir. Erdoğan rejimine kendisini toparlaması için zaman kazandırmak anlamına gelmektedir. Aynı zamanda, başkanlık rejimini sürdürmek ve AKP’ye 20 yıldır olduğu üzere tekrar kendisini onarma imkanı verilmek istendiği aşikardır. Bu yolla verili anayasasız rejiminin devam ettirilmesi amaçlanmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye sermayedarlarının yeni dönemde parlamentoda karar alınmasının güçleştiği, partilerin zayıf biçimde temsil edildikleri ve tepelerinde bir başkanın yükseldiği bir modelde ısrarcı olup olmadığının üzerinde durulması, bunun tahlil edilmesi gerekiyor. Söz konusu tahlil, Türk sermayedarlarının parlamenter bir modele kapıyı aralamak isteyip istemediklerine de bir yanıt üretecektir.
CHP açısından ise Akşener vakasında mesele yanlış biçimde ortaya konulmuş durumda: Akşener’in masadan kalkmasının, Kılıçdaroğlu’nun “sağı eleştirmeyelim, yanımıza çekelim” stratejisinin iflas etmesinden başka bir anlamı bulunmuyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi sağcılar ve İslamcılarla doldurma, ANAP’laştırma projesinin CHP’yi getirdiği nokta ortadadır. Üstelik Kılıçdaroğlu tüm bu CHP’yi sağcılaştırma çabasına rağmen ANAP/DYP artıklarınca reddedilmekten de kurtulamamıştır. Seçim masasında CHP’nin elinde geriye kalanlar artık doğrudan doğruya İslamcı tayfadır ve muhtemeldir ki, onların da masayı devirmeleri sadece bir zaman ya da iman meselesidir.
Cumhuriyet’in 100. yılında “vaziyet ve manzara-i umumiye” böyledir. Muhalefetin düzen siyaseti iflasını ilan etmiş, mezarının kazılmasını beklemektedir.
OKAN İRTEM