Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayın.
Suriye’ye selefi akını
Farklı dini-mezhepsel toplulukların barış içinde yaşadığı laik Suriye, bu niteliğiyle bölge gericiliğinin hoşuna gitmeyen örnekti. Keza 1970’te iktidara gelen Hafız Esad ve devamında Beşar Esad’ın Alevi olmaları da aynı çevrelerin Suriye’yi bir Alevi-Nusayri diktatörlüğü olarak nitelemelerinin gerekçesi oluyordu.
Suriye’de – yasal düzlemde değilse de fiilen – başkanlığın babadan oğula devredildiği bir yönetim yapısı olduğu sır değil. Bunun ideal bir durum olmadığı da. Ancak ne bakanlar kurulu ve devlet kurumlarının yönetim kademelerinde görülen kökensel dağılım ne de bir başka gösterge mezhepsel diktatörlük iddiasını doğruluyor. Baas döneminde Suriye’nin sorunu Alevilerin ya da bir başka dini-mezhepsel grubun diktası değil, mezhepçi gericiliğin Suriye toplumunda dini-mezhepsel yarılmayı körüklemesi ve Alevilere, Hıristiyanlara, Kürtler ve Dürziler gibi etnik azınlıklara yönelik düşmanlığı kışkırtmasıdır. Suriye toplumu dini-mezhepsel yarılma yoluyla çözülüşe sürüklenmiş, bu durum dünyanın dört yanından ülkeye doluşan cihatçı gruplar eliyle daha da kötüleştirilmiştir.
Irak ve Suriye’nin önemli bir bölümünü ele geçirerek bölgede dehşet saçan IŞİD çetesi bu ortamda büyüdü. “Suriye’nin has evlatları” denilerek parlatılmaya çalışılsa da Orta Asya’dan Kafkaslara, Türkiye’den Doğu ve Orta Avrupa’ya pek çok ülkeden gelen cihatçı militanların pek çoğu zamanında IŞİD eliyle bölgeye taşındı. Tutsaklarını kafa keserek, diri diri yakarak ve her türlü başka vahşeti sergileyerek katleden bu caniler, uluslararası dengelerin IŞİD varlığına izin vermeyecek şekilde değişmesi üzerine saf değiştirerek diğer cihatçı örgütlere dağıldılar. Şam’a ulaşarak iktidara el koyan geniş koalisyonun lideri konumundaki HTŞ de lideri Colani’den içindeki militanlara tüm unsurlarıyla IŞİD’in doğrudan uzantısı.
El-Kaide Suriye’de
2003’te El-Kaide’ye katılmak için Irak’a giden Colani, 2011 sonlarında o dönemdeki adıyla Irak İslam Devleti lideri Ebubekir el-Bağdadi’nin talimatıyla örgütün (El-Kaide) Suriye kolu olacak El-Nusra Cephesi’ni kurma göreviyle Suriye’ye gönderildi. İç savaş boyunca İdlib, Halep, Humus, Kuneytera gibi birçok bölgede faaliyet gösteren ve sadece Suriye ordusuna değil etnik-dini azınlıklara ve selefi şeriat anlayışına uymayan Sünni sivillere yönelik toplu katliamlarla adını duyurdu.
Ağustos 2013’te Lazkiye kırsalında köylerde katledilen 30 Alevi…
Haziran 2015’te İdlib köylerinde katledilen 20 Dürzi köylü…
Ve daha sayısız sivil katliamı. El-Nusra ya da bugünkü adıyla HTŞ için bunlar vakayi adiyedendi. Üstelik bunlar alenen sahiplenilen, dahası propagandası yapılan eylemlerdi.
Colani, 2014’te kendisiyle yapılan ilk röportajda Suriye’yi El-Nusra’nın İslam hukuku yorumuyla yönetmeyi hedeflediklerini, ülkede Aleviler ve Hıristiyanlar gibi azınlıklara yer olmadığını söylüyordu.
Bağdadi’nin Irak ve Suriye kolları birleştirilerek IŞİD çatısı altında buluşulması çağrısını reddeden Colani bu çağrıya uymayarak El-Nusra’yı IŞİD’in dışında tutacak, 2016 itibariyle El-Kaide ile de bağını kestiğini açıklayarak uluslararası cihat anlayışını terk ettiklerini ve Suriye dışında bir hedefleri olmadığını ilan edecekti. Bu kararla birlikte El-Nusra ismi de terk edilerek Şam’ın Fethi Cephesi ilan edilecek, 2017’den itibaren ise farklı grupların da bir araya gelişiyle HTŞ ismi benimsenecekti.
HTŞ dönemiyle birlikte Colani ve örgütü daha ılımlı bir imaj çizmeye çalışsa da bu yaklaşım, IŞİD ve El-Kaide gibi yapıların mevcut halleriyle tasfiye edildiği yeni dünya dengesine uyum çabasından ibaretti. Şeriatçılık anlayışının değişmesi söz konusu değildi. Örneğin 2020 itibariyle Halep-Şam arasındaki M5 karayolunu tamamen temizleyen Suriye güvenlik güçleri yollarda “Şarkılar haramdır” yazılarıyla karşılaşacaktı. Keza aynı dönemde İdlib’e çekilen örgüt burada diğer cihatçı grupları da tasfiye ederek HTŞ’ye biata zorlayacak, bölgeyi katı şeriat kurallarının geçerli olduğu bir tür İslam emirliği olarak yönetecekti.
8 Aralık’ta resmiyet kazanan “devir-teslim” ile Suriye işte böyle bir güce teslim edilmiş oldu.
Emperyalistler memnun
Suriye’de kazanan emperyalizm oldu. Batılı hükümetlerden gelen iyimser mesajlar ve CNN’deki Colani röportajıyla birlikte başlayan imaj çalışmaları dışında sahadaki somut gelişmeler de bunu doğruluyor.
Irak ve Suriye’de IŞİD’le mücadelede Haşdi Şabi ve Hizbullah gibi İran bağlantılı güçlerin öne çıkarak sahaya yerleşmesi ile bölgede İsrail karşıtı direniş güçleri yaygınlık kazanmış, İran’dan Suriye ve Lübnan’a uzanan bir kara bağlantısı oluşmuştu. Gelinen noktada 2016 sonrası kazanımlar bir yana, 2011’in de gerisine düşülerek Lübnan’daki direniş güçleri hem İran hem Suriye ile kara bağlantısını yitirmiş oldu.
Türkiye’de iktidar yandaşlarının iddiaları bir yana, Netanyahu açık konuşmaktan geri durmuyor. Suriye’de Esad’ın yenilgisini kutlayan Netanyahu, Hizbullah ve İran’a vurdukları darbelerle bu sonucu bizzat İsrail’in yarattığını belirtiyor. İktidarı uzlaşma içinde HTŞ’ye devreden Suriye eski Başbakanı Muhammed Gazi el-Celali de ilk açıklamasında “Bu ülke normal bir ülke olabilir, bu ülke komşularıyla ve dünyayla iyi ilişkiler kurabilir” diyerek aslında Suriye’yi İsrail ve Batı ekseniyle uyumlu hale getirme hedefini ifade etmiş oldu. Nitekim İsrail kaosu fırsat bilerek Suriye’nin içlerine doğru ilerledi, Golan’ın tamamını ele geçirdiği gibi Suriye-Lübnan sınırında da hakimiyet sağladı, yüzlerce hava saldırısıyla Suriye ordusunun terk edilmiş silah stoklarını imha etti. Şam’da iktidarı alan cihatçılardan ise Colani’nin Emevi Camii’ndeki “İsrail Golan’da işgalcidir” şeklindeki sembolik açıklaması dışında bir tepki ya da girişim yok.
Bu gelişmelerin hiçbiri sürpriz değil. 14 yıldır İsrail’in Suriye’de ÖSO, El-Nusra/HTŞ, IŞİD gibi örgütlerin varlığından memnun olduğuna dair sayısız veri birikti. Bu örgütlerle İsrail arasında doğrudan temaslar, örneğin 2013’te Suriye-Lübnan sınırındaki Kuneytra’daki El Nusra-Hizbullah çatışmasında olduğu gibi kimi muharebelerde İsrail’in cihatçılara hava harekatıyla destek vermesi, Suriye ve Irak’ın yanı sıra Avrupa ülkelerinde de her türlü vahşete imza atan IŞİD ve El-Kaide gibi örgütlerin Ortadoğu’da İsrail’e karşı torpil bile patlatmama hassasiyeti…
Cihatçılık, kimi unsurları zaman zaman kontrolden çıkabilse de emperyalizmin imalatıdır ve Siyonizmin ikiz kardeşidir.
Suriye nasıl yenildi?
Esad’ın çekilmesiyle birlikte Arap sosyalizminin son iktidar deneyimi sonlanmış oldu. Sovyet sonrası dönemde Ortadoğu’da emperyalizm açısından önemli bir pürüz ortadan kalktı. Uluslararası gericiliğin tümünün üzerine çullandığı Suriye, esasen askeri bir yenilgiyle değil, siyasi bir çözülmeyle 10 gün içinde tasfiye edildi.
Halep’in düşmesi belki askeri yenilgiydi. Ancak Halep’ten sonra yaşanan süreç aslında Esad liderliğindeki Suriye yönetiminin yenilgiyi kabullendiği, Suriye’yi de aşan bir pazarlık masasında yenilginin koşullarının netleştirildiği bir dönemden ibaret kaldı. Ordu başta olmak üzere Suriye devletinin ve halkının daha fazla direnmeye takatinin kalmadığı, tüm unsurların çözülüş sonrası için hesap yapmakta olduğu ortaya çıktı.
Suriye’nin 14 yıl direnebilmiş olması değersiz değil. Emperyalist blok tarafından doğrudan hedef alınmış, yaptırımlarla ve yağmalamalarla ekonomisi altüst edilmiş, demografik olarak çökertilmiş bir ülke. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip bir sınır komşusunca doğrudan düşmanlık, ülkeyi hedef alan cihatçılara sınırsız destek. Yoklukla ve yıllar süren savaşın yıkımıyla terbiye edilmiş bir halkın etnik-dinsel-mezhepsel gerilimler kaşınarak ortak yaşam ve gelecek umudundan uzaklaştırılması, ne olacaksa olsun umutsuzluğuna mahkum edilmesi. Suriye’nin nefesi buraya kadar yetebildi.
Suriye’nin eski yönetimi, tüm zaaflarına karşın belirli bir direnci temsil ediyordu. Çözülüşün şekli, tam da bu zaafların ürünü oldu. Aynı zaaflar yüzünden varlık-yokluk savaşının ortasında dahi yozlaşma önlenemedi, dost güçlerin desteği ötesinde özgüce dayalı bir yurt savunması yapılamadı, yurttaşlar barbarlık karşısında ortak bir gelecek umudu etrafında daha fazla mobilize edilemedi. Esad’ın yakın ekibinin tamamı değilse de ekseriyetinin yeni dönemde rol kapmak için alçaldıkça alçalmasının kaynağı da aynı. Keza geçmişte Allende’nin, Necibullah’ın, Kaddafi’nin tercih ettiği onurlu yolun bu kez tercih edilmemiş ya da edilememiş olmasının da…
Bölgede önemli bir direnç noktası ortadan kalktı. Canımızı yakarak ve geride önemli dersler bırakarak.
Çözülüşle birlikte bildiğimiz anlamda Suriye adlı ülke de ortadan kalktı. Geride kalan kara parçasını bekleyen muhtemel gelecek Libyalaşmak. Emperyalizm adına zaferdir. Yanıtı Türkiye’den vereceğiz. Esir düştüğü barbarların yüzüne “Vallahi sizi sileceğiz!” diye meydan okuyan Yahya Adnan’ın, yaralanan askerlerinin cisminde ülkesini sırtlanan İssam Zahreddin’in anısı için…