Zorunlu din dersi davasında Danıştay, AYM ve AİHM kararlarını yok sayarak muafiyet talebini reddetti. Kararda, çoğunluğun inancına ağırlık verilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olmadığı savunuldu. Bu karar, laikliğe yönelik açık bir saldırı niteliği taşıyor.
Ekin Gözek
İstanbul’da yaşayan bir aile, ilkokul 4. sınıfa giden çocuklarının zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersinden muaf tutulması için 5 Ekim 2017’de İl Milli Eğitim Müdürlüğüne başvuruda bulundu. Ancak başvuru, 11 Ekim 2017’de “dersin zorunlu dersler arasında yer aldığı” gerekçesiyle reddedildi. Bunun üzerine aile, bu karara karşı iptal davası açtı. Danıştay 8. Dairesi’nde görülen dava, 7 Kasım 2022 tarihinde Anayasa’nın 24. maddesi gerekçe gösterilerek reddedildi.
Mahkeme, Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) aynı konuda daha önce verdiği aksi yöndeki kararları yalnızca müfredata ilişkin bulduğunu belirterek dikkate almadı. Aile, bu kararı temyiz etti. Dosya, Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna taşındı ve 19 Temmuz 2025’te oy çokluğuyla onandı. Kararda, dersin anayasal temele dayandığı ve toplumun büyük çoğunluğunun inandığı dine ağırlık verilmesinin eşitsizlik oluşturmadığı ifade edildi.1
Benzer bir başvuru Antalya’da da yapılmıştı. Bir lise öğrencisinin ailesi, DKAB dersinden muafiyet talebiyle başvuruda bulundu ve bu başvuru, İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından kabul edildi. Bu gelişmenin ardından Öğrenci Veli Derneği (Veli-Der) Antalya Şube Başkanı Tülin Koç, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dindar ve kindar nesil” söylemini hatırlatarak tüm velileri zorunlu din dersi uygulamasına karşı birlikte hareket etmeye çağırmıştı.2
Diyarbakır’da da bir öğrencinin zorunlu din dersi muafiyeti için yaptığı başvuru, Anayasa Mahkemesi tarafından haklı bulunmuştu. AYM, kimsenin zorunlu olarak din dersi almak zorunda bırakılamayacağını ve bu uygulamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı olduğunu belirtmişti.3
2024 yılında benzer bir başvuru yine Diyarbakır’dan geldi. Öğrenci ve ailesi, muafiyet talebinin reddi üzerine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na (TİHEK) başvuruda bulundu. Ancak TİHEK, dersin 1982 Anayasası’nın 24. maddesi uyarınca zorunlu olduğunu öne sürerek başvuruyu kabul edilemez buldu.4
Bu örnekler, din dersi uygulamasında hem hukuki yorumlarda hem de kurumlar arası uygulamalarda ciddi bir tutarsızlık ve çelişki yaşandığını gözler önüne seriyor. Anayasa Mahkemesi kararlarının sistematik biçimde göz ardı edilmesi, İslam dini odaklı din dersinin hukuki güvence altına alınmaya çalışılması, laik ve bilimsel eğitimin anayasal güvence altında yeniden inşa edilmesi gerektiğini bir kez daha gündeme taşıyor.
“Dindar ve kindar” neslin ayak sesleri
2011 yılında, kamuoyunda yeterince tartışılmadan ve hiçbir altyapı hazırlığı yapılmaksızın yürürlüğe konulan 4+4+4 eğitim sistemi, gençleri mesleki hayata hazırlayan bir model olarak sunulmaya çalışılsa da; birçok kişi tarafından, AKP’nin laik ve bilimsel eğitim anlayışını geri plana itme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirildi. Bu sistemin yürürlüğe girmesiyle birlikte İmam Hatip ortaokulları hızla çoğaltılmaya başlandı.
Bununla birlikte “zorunlu seçmeli” adı altında birçok ders müfredata eklendi. Ancak bu derslerin büyük çoğunluğunu Temel Dini Bilgiler, Siyer ve Kur’an-ı Kerim gibi dini içerikli dersler oluşturdu. Böylece öğrenciler “seçme hakkına sahipmiş” gibi gösterilse de, fiilen bu dersleri almak zorunda bırakıldılar.
Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, “Dindar bir nesil yetiştireceğiz. Muhafazakâr demokrat bir partiden ateist bir gençlik mi bekliyorsunuz?” sözleri hâlâ hafızalarda.5 Erdoğan, bu söylemini yıllar sonra Cumhurbaşkanı sıfatıyla katıldığı Ensar Vakfı kurultayında da yinelemiş ve İmam Hatiplere olan ilginin artırılacağını açıkça ifade etmişti.
Ancak “yeni bir nesil yetiştirmekten” söz edilen bu açıklamaların yapıldığı Ensar Vakfı, kamuoyunun hafızasında 45 çocuğa cinsel istismarın yaşandığı skandalla yer etti. Bu durum, “ahlak” ve “erdem” kavramlarının devlet eliyle nasıl çifte standartla kullanıldığını gözler önüne serdi.
İmam Hatipler yükselişte
Cumhuriyetin ilanının ardından 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile laik eğitime geçilmiş; din temelli eğitim veren medreseler kapatılmıştı. Aynı yıl, din hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla İmam Hatip Mektepleri açıldı. Bu okullarda, Cumhuriyet değerlerine bağlı din adamları yetiştirilmesi hedeflenmişti. Ancak 1930’lara gelindiğinde, öğrenci yetersizliği nedeniyle kapatıldılar ve 1948’e kadar yeniden açılmadılar. Bu süreçte din eğitimi, çeşitli kurslarla sürdürüldü.
1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte İmam Hatip okulları yeniden açıldı ve zamanla yaygınlaştı. Özellikle AKP döneminde bu okulların sayısı hızla arttı. 2024 yılı itibarıyla Türkiye genelinde eğitim veren İmam Hatip sayısı 1500’ü aşarken, Fen Lisesi sayısı 400’ün altında kaldı. Bu dengesizlik, İmam Hatiplerin ihtiyaca göre değil; siyasi hedefler doğrultusunda açıldığı yönündeki değerlendirmeleri güçlendiriyor.
İmam Hatip okulları yalnızca sayıca değil, bütçe ve fizikî koşullar açısından da öncelikli hale getirildi. Kamu kaynaklarının dağılımında bu okullara daha fazla bütçe ayrılırken, Anadolu ve Fen Liseleri birçok şehirde kaynak yetersizliğiyle başa çıkmaya çalışıyor. İmam Hatiplerin genel olarak daha bakımlı olması, sınıf mevcutlarının daha dengeli olması ve donanım açısından avantajlı hale getirilmesi bu eşitsizliği somut biçimde ortaya koyuyor.6
Laik ve bilimsel eğitim bir zorunluluk
AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, siyasi ve ekonomik alanda olduğu gibi eğitim alanında da liberal ve İslami referanslara dayalı bir dönüşüm hedeflendiği açıkça görülüyor. Müfredatta yapılan değişiklikler, İmam Hatiplerin önünü açan düzenlemeler ve “tek din tek mezhep” anlayışıyla oluşturulan din dersleri, bu dönüşümün somut örneklerini oluşturuyor.
“Dindar ve kindar bir nesil” yetiştirme politikasının son adımı ise Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin tarafından tanıtılan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli7 ve ÇEDES projesi8 oldu. ÇEDES ile okullara, pedagojik formasyona sahip olmayan “manevi danışman” sıfatıyla vaiz ve imamlar sokuldu; bu kişiler öğrencilere seminerler vermeye başladı. Maarif Modeli ile ise eğitimin tüm kademelerinde müfredata daha fazla dini içerik eklenmesi hedeflendi. “Erdemli bireyler yetiştirmek” gibi kavramlarla olumlu hale getirilmek istenen hedefler, bu yalnızca din ve inanç yoluyla mümkünmüş gibi sunularak laik eğitim anlayışının dışlanmasıyla yapıldı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın, bu dönüşümü gerçekleştirmek için tarikat, cemaat ve bunlara bağlı sözde vakıflarla hiçbir çekince göstermeden protokoller imzaladığı da unutulmamalı.
Bugün gelinen noktada, eğitimde yaşanan bu sistemli ve ideolojik dönüşüm, yalnızca dini değil; toplumsal eşitsizlikleri de derinleştiren, çocukların evrensel ve bilimsel bilgiye erişimini zorlaştıran bir yapıya dönüşmüştür. Bu durum, ancak laik, bilimsel ve parasız eğitim ilkeleri temelinde yeniden inşa edilecek bir eğitim sistemiyle tersine çevrilebilir. Her çocuk, hiçbir ayrım gözetilmeksizin, eşit, nitelikli ve bilimsel bir eğitim hakkına sahip olmalıdır.
Notlar:
- https://www.risalehaber.com/danistaydan-zorunlu-din-dersine-onay-din-toplumsal-bir-ihtiyac-447110h.htm ↩︎
- https://bianet.org/yazi/laik-devlette-din-egitimi-zorunlu-mu-istege-bagli-mi-291081 ↩︎
- https://www.birgun.net/makale/aym-nin-zorunlu-din-dersi-karari-397159 ↩︎
- https://www.birgun.net/haber/tihek-zorunlu-din-kulturu-dersini-ayrimcilik-saymadi-544078 ↩︎
- https://www.diken.com.tr/erdogan-sozunden-vazgecmedi-hedefimiz-dindar-nesil-yetistirmek/ ↩︎
- https://www.evrensel.net/haber/544852/imam-hatip-okulu-sayilari-artsa-da-ogrenci-sayisi-azaliyor-tesvik-cok-ragbet-yok ↩︎
- https://tymm.meb.gov.tr/ ↩︎
- https://serinhisar.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2023_04/06151939_PROJE_CALIYMA_USUL_VE_ESASLARI.pdf ↩︎