Geçtiğimiz cumartesi Filistinli savaşçıların İsrail saldırganlığına karşı başlattığı direniş hamlesi gündemi meşgul etti. İsrail yanlısı basın kuruluşları odak noktalarını yerleşimcilere yönelik şiddete ve Hamas’a yöneltirken bir süredir İsrail hükümeti ile yakın ilişkileri olduğu bilinen AKP’nin ise itidal çağrısı yapmanın ötesine geçebildiği söylenemez.
Türkiye solu ise çok uzun yıllardır olduğu gibi Filistin halkından yana tavır aldı. Ancak bu kez solun toplumsal tabanında çatlaklar göze çarptı. Çatlaklara neden olan sorunların giderilmediği durumda çatlağın sola sıçrama ihtimalinin hiç de az olmadığını geçmiş örneklerden biliyoruz. Filistin davası ya da İsrail’in nasıl bir propaganda makinesine sahip olduğu bu yazının konusu değil. Biz bu çatlaklara neden olan yanlışlara ve onların giderilmesi için neye ihtiyacımız olduğuna odaklanacağız.
Siyasal İslam’a karşı laiklik
Ülkemiz uzun yıllardır karşı devrimciler tarafından yönetiliyor. Karşı devrimci AKP iktidarının siyasal alanda en çok gerilim yaratan özelliği ise onun dinci gerici karakteri. Tarikatlara ve cemaatlere neredeyse sınırsız alan açılması tepki çekerken, toplumun yaşam tarzını iktidarın kendi din anlayışına göre düzenlemek için yaptığı hamleler laikliği benimsemiş olan ciddi bir bölmede haklı bir öfke birikmesine neden oluyor. Türkiye devrimini bir sonraki aşamasına, yani sosyalizme taşıma hedefi olan sol da elbette bahsettiğimiz öfke ile ilişki içerisinde yol alıyor.
Ancak iktidarın dinci gerici karakterine karşı biriken halk tepkisinin bu gericilik tipinin kendisine ilişkin bir bilince dönüşmesi kendiliğinden mümkün olamazdı. Kitleler doğal olarak, gördüğünü, yaşadığını kaydetti belleğine. Haliyle öfke ve farkındalık yalnızca Siyasal İslam ile sınırlı kaldı. Bu da İsrail merkezli propaganda aygıtlarının iç siyaset konu olduğunda sola bakan toplumsal kesimlere, Hamas’ın rolünü öne çıkararak hitap etmesini kolaylaştırdı. İsrail’in basbayağı bir din devleti olduğu, tüm yaptıklarını kendisine tanrı tarafından vaat edildiğine inandığı topraklarda hakimiyet kurma hakkına dayandırdığı pek az kişi tarafından önemsendi.
Kitlelerin kendiliğinden bilincinden şikayet etmeye hakkımız yok. Öncüye ihtiyaç tam da bu yüzden var. Siyasal İslam’ın yol açtıklarının dinci gericiliğe karşı gerçek bir mücadeleye ve örgütlülüğe dönüştürülmesi devrimcilerin görevi. Bu görevi hakkıyla yürütebilmek için ise bütünlüğe ihtiyacımız var. Laiklik mücadelesinin emek mücadelesi ve bu gündemde konumuz olan emperyalizme karşı mücadele ile sahip olduğu bütünlüğe…
Siyasal İslam nereden çıktı?
Türkiye’de dinci gerici bir partinin 20 yılı aşkın süredir iktidarda olması ve İslami ajandaya sahip partilerin sahip olduğu oy oranları gibi faktörler İslamcılığın ülkemizde her zaman hâkim siyasal akımlardan birisi olduğu yanılsamasını besliyor. Ancak tarih bize aksini anlatıyor. Coğrafyamızda Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan çok önce başlayan modernleşme ihtiyacı, modern siyasal akımları doğurmakla kalmadı. Onların ülkenin kuruluşu dahil en önemli uğraklara damga vurmasını sağladı. Öyle ki 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar ülkemizde Siyasal İslam’ın etkisinin arttığı tek bir döneme bile rastlamak olanaksızdır.
Sonrasını anlamak için ise tarihin bir mantığının olduğunu kavramak gerekiyor. İlerleyemeyen her zaman geriye gider. Cumhuriyet Devrimi ile (şimdilik) kendi zirvesine ulaşan Türkiye modernleşmesi, onun mantıksal sonucu olan sosyalizme erişemedi. Patron sınıf, yükselen devrimci dalgaya ve işçi hareketine karşı iktidarını korumak için gericiliğe sarıldı. Devrimci dönemde baskılanan ve yok olmaya yüz tutmuş tarikatlar göreve çağrıldı, devlet yönetimine katılmamak şartıyla toplumsal alanda gerici faaliyetler desteklendi. Devrimi ilerletme arayışlara yönelik tahammülsüzlük, yobazlara hoşgörü ile birleşti. Muhalefet edilecekse onlarınki gibi edilmeliydi.
Elbette izlenen politika Türkiye’yi yönetenlerin kendi özgün fikirlerinden türetilmedi. Devrimciliği baskılamak için gericilik zorunluydu, gericiliğin tipi ise emperyalist merkezlerce belirlendi. Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda yükselen devrimci dalga başta ABD olmak üzere ‘Batı’ tarafından kaygıyla izleniyordu. Afganistan, Mısır, Suriye, Filistin, Lübnan… Hepsinde emperyalist-kapitalist sistemi öyle veya böyle tehdit eden arayışlar güç kazanıyordu.
Tarihten yalnızca biz öğrenmiyoruz. Dinci gericiliğin ilerleme arayışlarına karşı en büyük müttefik olduğu biliniyordu. Emperyalizmle işbirliği içerisinde faaliyet yürütecek anti komünist İslamcı odaklar yaratma stratejisi bu bilincin ürünü olarak devreye girdi. Jimmy Carter döneminde yeşil kuşak olarak adlandırılmaya başlanan proje; çoğunluğun müslüman olduğu birçok ülkede çihatçı örgütlere para, silah ve propaganda desteği olarak kendisini gösterdi. Bu sayede elde edilen fayda beklenenin çok üstünde oldu. Örneğin desteklenen cihatçı örgütlerden birisi olan El Kaide’nin güçlendirilmesi yalnızca Afgan sosyalizminin bastırılmasını kolaylaştırmadı. Aynı zamanda ABD’nin geçtiğimiz 30 yıldaki askeri operasyonlarına bahane bulma ihtiyacını da gidermiş oldu.
Filistin direnişine geçmişte öncülük eden ilerici unsurların baskılanması ve dincilerin ağırlık kazanması da aynı stratejinin ürünüydü. Hem direnişin yarattığı devrim tehdidi ortadan kaldırılmış hem de onun kitlelerin gözünde meşruiyetini azaltma fırsatı yaratılmış oldu.
Düzenin çimentosu olarak gericilik
Ülkemizin son yıllarının belki de en popüler cemaati olan Fethullahçıların darbe girişimi halen zaman zaman gündeme geliyor. Bu kirli tarikatın kökünün ABD tarafından fonlanan Komünizmle Mücadele Dernekleri’ne dayandığı, liderinin tüm bu süreçte ABD tarafından kollandığı ve Türkiye dışında faaliyet gösteren üyelerinin uzun yıllardır CIA ajanı olarak görüldüğü ise unutuluyor. Halen ülkemizde faaliyet gösteren irili ufaklı tüm cemaat ve tarikatların emperyalist merkezlerle her daim ilişki içerisinde olduğu da…
AKP’nin Cumhuriyet kazanımlarına karşı yürüttüğü operasyonda geçmişte Fethullahçılarla olan işbirliğinin ‘kandırılma’ olduğuna inanacak kadar saf değilsek ittifakın zeminini de konuşmak zorundayız. Laikliğin üstünün çizilmesi gündeme gelince liberaller dahil emperyalizmin tüm sözcülerinin nasıl da bir araya geldiğini hatırlamalıyız. Şimdi Siyasal İslam’ın yarattığı haklı öfkeyi kendi lehine çevirmeye çalışan ABD-İsrail ortaklığının ülkemize neden AKP’yi layık gördüğünü anlamalıyız.
Aksi durumda, yani tarihsiz ve sistemsiz bir şekilde güncele bakıldığında yanılmamak neredeyse imkansızdır. İsrail’in gerici hükümeti tarafından sürülen birkaç video ve fotoğrafa bakılarak Filistin sorunu onlarla sınırlı sanılabilir. Hamas ile AKP arasında benzerlik kurularak İsrail yanlısı olunabilir. Başka bir örnek vermek gerekirse, İran’daki durumla eşlik kurulabilir, monarşiye dair olumlu görüşe sahip olmayan bir kişi kolayca şah yanlısı haline getirilebilir.
Düzenin nasıl işlediğini kavrayamamanın sonuçları ise ülke dışındaki olaylara hatalı bakışla sınırlı değil. Millet İttifakı’nın seçim yenilgisi halen taze. AKP gericiliğinden bıkan birçok yurttaş ona alternatif olarak sunulan ittifakta yer alan yobazları sineye çekti. Dinci gericilik konusunda AKP’den hiç de geri kalmayan Saadet, Deva ve Gelecek partilerini oylarıyla meclise taşıdı. Seçim sonuçlandıktan sonra özellikle CHP yönetimi, çok düşük oy oranına sahip bu partilere verilen destek nedeniyle eleştirildi. Yine başa dönüyoruz. Eğer CHP’nin de AKP-Fethullahçılar benzeri bir ‘kandırılma’ hikayesine konu olduğuna inanmayacaksak ittifakın nedenini açıkça ortaya koymak zorundayız. Bizce her şey açık. Ülkeyi yönetenler de yönetmeye aday olanlar da farkında. Bu düzen, dinci gericilik olmadan yürütülemez. Emperyalist kapitalist sistem, ülkemizde egemenliğini sürdürmek için gericiliğin her türlüsüne muhtaç.
Tercih değil zorunluluk olarak emperyalizme karşı mücadele
O halde laikliği kazanmak istiyorsak emperyalizme karşı da mücadele etmek zorundayız. Türkiye tarihi diğer anlamda da bu durumu doğruluyor. Cumhuriyet’in ve laikliğin yükselişinin emperyalist işgale karşı verilen Kurtuluş Savaşı ile birlikte gelmesi rastlantı değil.
Filistin direnişinde İslami tonların yerini laikliğin almasını hepimiz tercih ederiz. Ancak bu, bambaşka bir ülkede ‘mücadele öyle değil de böyle verilsin’ diyerek olmaz. İsrail’e ve dinci gericiliğin kaynağı emperyalizme destekle hiç olmaz.
Başka ülkelere fayda sağlamak isteyenler, işe kendi ülkelerinden başlayabilirler. Emperyalizmi yurdundan kovmuş laik ve devrimci bir Türkiye hem İsrail saldırganlığına karşı bir direnç noktası hem de Filistin dahil her türlü mücadelenin hangi hatla başarıya ulaşabileceğine dair önemli bir referans olur. Başka çare yok. Emperyalizme karşı mücadeleyi yükselteceğiz.