Yeni Merkez Bankası (MB) yönetimi, göreve başladığından bu yana üst üste 5 kez artışa giderek politika faizini yüzde 8.5’ten yüzde 35’e çıkardı. Yeni maliye yönetiminin yaz aylarında yürürlüğe koyduğu ÖTV-KDV artışlarıyla bir arada düşünecek olursak yeni dönemin temel özelliği (rasyonaliteye dönüş diyerek övülen) daraltıcı para ve maliye politikalarıdır. Dahası var. Ekonomide piyasa rasyonalitesine dönüş gerçekleştirilirken; aynı zamanda iktidarın dümeni ABD ve İsrail’e kırılmaktadır.
Bugün iktidar ve resmi muhalefetin kemer sıkma politikalarında örtük bir mutabakata vardığını gözlemliyoruz; zira muhalefet, Mehmet Şimşek-Hafize Gaye Erkan politikalarını susarak onaylamaktadır. Aynı muhalefetin Tayyip Erdoğan’ın ABD ve İsrail’le ilişkileri yumuşatmasına da bir itirazının olmadığını görüyoruz. Genel olarak, itirazı olmayan bir muhalefet karşımızdadır.
Eski sayfalar
Gezi’yi bir dönüm noktası olarak alabiliriz; 2013 yılının Haziran ayında milyonların istifa talebiyle sokaklara dökülmesiyle birlikte, Erdoğan’ın neo-con’ların mütecaviz Büyük Ortadoğu projesine eşbaşkanlığıyla yükselişe geçen siyasi kariyeri ciddi bir krize giriyor, AKP hükümetlerinin IMF politikalarına sadakatiyle parlayan yaldızları tek tek dökülüyordu. Suriye’de cihatçıları eğitip donatmakla bir yere varamayacağını anlayan ABD Başkanı Barack Obama oval ofisten beyzbol sopası gösteriyor, istedikleri her şeyi verdikleri iktidar ortakları Gülen cemaati kazan kaldırıyordu. 15 Temmuz darbe girişimiyle zirveye ulaşan süreci düşündüğümüzde Erdoğan iktidarının paranoyalarını anlamak mümkün görünüyor.
Erdoğan’ın iki kritik reaksiyonu da ABD’ye karşı geliştirdiği paranoyadan kaynaklanıyor. Birincisi, 15 Temmuz’un arkasındaki gücün ABD olduğu düşüncesiyle Vladimir Putin’in güvenlik şemsiyesine sığınıyor ve S-400 anlaşmasını yapıyor. İkincisi de, İran ve Venezüela örneklerinden yol çıkarak, ABD’nin mali yaptırımlarına maruz kalınacağı endişesiyle önce MB’nin varlıklarında bulunan ABD tahvilleri satılıyor, akabinde ABD ve İngiltere’de bulunan altın rezervleri Borsa İstanbul’a getiriliyor.
Bu süreç damat Berat Albayrak’ın Londra’daki mali piyasalarla Türk bankacılık sistemi arasındaki swap kanallarını kapatması ile devam ediyor; bankacılık sistemine dönük makroihtiyati tedbir kisvesi altında örtük sermaye kontrollerinin uygulamaya konmasıyla nihayete eriyordu.
Madalyonun öbür yüzünde ise, ABD merkez bankası FED’in küresel piyasaları likiditeye boğma politikasından vazgeçeceğini yine 2013 yılında, Gezi’den hemen iki hafta önce, açıklaması yer alıyordu. ABD ve Londra’daki küresel fonlar Türkiye’ye sıcak para akıtmak yerine TL’ye spekülatif saldırılar düzenliyordu.
Bu şartlar altında, Erdoğan önce OHAL ve ardından başkanlık rejimiyle, diktatoryal bir siyasi yönetim benimsiyor; siyasi meşruiyetini ise ne pahasına olursa olsun milli gelir büyüme hızının arttırılmasına dayandırıyordu. Enflasyon tırmanışa geçerken faizlerin düşürülmesindeki mantık da budur; yabancı sermaye girişlerinin azalması nedeniyle yavaşlayan kredi büyümesi politik zor kullanılarak ivmelendiriliyordu. Sonuç olarak resmi enflasyon yüzde 85’lere tırmanıyor, modern Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmedik bir bölüşüm krizi yaşanıyordu.
Emeğin milli gelirdeki payı, %, 1998-2022
Kaynak: Cem Oyvat, Emek payı yeni bir dibi gördü, Gazete Duvar, 9 Mart 2023.
Erdoğan’ın kaderiyle sermaye sınıfının çıkarları arasındaki ahenk göz kamaştırıcıdır; seçim kazanmaya matuf ucuz TL ile büyüme politikaları, emekçi halkın enflasyon altında ezilmesine yol açıyor ve milli gelirden emekçilerin aldığı pay yüzde 44’lerden yüzde 33’lere geriliyordu.
Ancak bağımlı bir ekonomik yapıda hızlı büyüme daha fazla dış açık verilmesi anlamına geliyordu; dış finansman bulunamayınca MB rezervleri harcanıyor, koşar adım ödemeler dengesi krizine gidiliyordu. Yolun sonuna gelinmişti.
Yeni sayfa
2023 seçimlerinin kazanılmasıyla birlikte düşük faiz politikasına ihtiyaç kalmamıştır. Artık küresel fonlarla ve ABD emperyalizmiyle yeni bir sayfa açmanın zamanı gelmiştir. Büyümenin yarattığı cari açık ve döndürülmesi gereken dış borç, her yıl karşılanması gereken 220 milyar dolarlık dış finansman ihtiyacı, Körfez’deki petrol monarşilerinden beklenen sıcak para girişinin beklentilerin çok altında kalmasıyla birlikte, rotanın yeniden Batı’ya kırılmasını zorunlu kılıyordu.
Yeni hükümetin ilk dış politika hamlesi, somut hiçbir taviz almaksızın, İsveç’in NATO üyeliğine dönük bütün itirazların geri çekilmesi oldu. Ardından İsrail’le ilişkilerin iyileştirilmesine hız verildi; geçen 10 yılın ardından 2022 yılında diplomatik ilişkiler zaten restore edilmişti, artık büyük montanlı enerji hamleleriyle ilişkileri tatlandırmak gerekiyordu. Yeni enerji bakanı Alparslan Bayraktar, Türkiye’nin İsrail doğalgazını Avrupa’ya taşımakla yetinmeyeceğini, esas olanın İsrail doğalgazını Türkiye’ye ithal etmek olduğunu dile getiriyordu. Kastedilen, abluka altındaki Gazze açıklarında çıkarılan doğalgazdır; Türkiye İsrail’in müşterisi olmak istemektedir.
Erdoğan’ın İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu ile Birleşmiş Milletler toplantısında yaptığı görüşme sonrası kendisini Ankara’ya davet etmesinden de anlaşılacağı üzere; Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonuna dönük ilk resmi tepkinin Türkiye’de bulunan Hamas liderlerine kapıyı göstermek olması şaşırtıcı sayılmamalıdır. Hamas’ı İran-Hizbullah ekseninden çekip Katar-Türkiye eksenine oturtma zorunluluğu anlaşılana kadar İsrail’e dönük açıklamaların oldukça ölçülü olması da not edilmelidir.
Dış politikada Batı’ya yönelim varsa, içerde de IMF reçetelerine dönüş vardır. Şimşek’in bir gün Wall Street’te, öbür gün Londra’da küresel fon yöneticilerine sempati toplama ziyaretleri gerçekleştirmesi, IMF heyetinin ÖTV-KDV-politika faizi artışlarını memnuniyetle karşılaması bir paketin parçalarıdır.
Senkronizasyon kusursuzdur; Şimşek yüksek enflasyon altında ezilen emekçilerin “enflasyon farkı” ödemelerine göz diktiğinde IMF derhal sahiplenmiştir. IMF’nin yayımladığı basın açıklamasına göre, ücret artışları gerçekleşen enflasyona göre değil enflasyon beklentilerine göre düzenlenmelidir. Sıkı maliye politikaları dolaylı vergileri ağırlaştırarak uygulanmaktadır; gelir düzeyine bakılmaksızın tüketime göre vergilendirme, pratikte, zengin azınlığın daha az, yoksul çoğunluğun daha çok vergi ödediği vahşi bir mali düzene yol açmaktadır. TÜSİAD başkanının vergiyi tabana yaymaktan kastettiği budur ve memnuniyetini televizyon ekranlarında dile getirmektedir.
Batılı küresel fonlara daha yüksek getiri sunmak için arttırılan faizler; ay sonunu getiremediği için kredi kartına, eksi maaş hesabına, ihtiyaç kredisine muhtaç kalanların sırtına yüzde 70 ila yüzde 100’ü bulan oranlarda borçlanma yükü bindirmektedir.
Enflasyonla ezdikleri emekçileri şimdi kemer sıkarak boğuyorlar.
Hangi sayfa açılırsa açılsın, hangisi kapanırsa kapansın; her sayfada sömürünün daha da ağırlaşacağı yazmaktadır. Ta ki emekçi halk o sayfaları tek tek yırtana dek…