Adının hala tam konulamadığı süreç için yazmaya başlarken önce silahlara karşı olduğumuzu, tabii ki barışı istediğimizi yazma ezberini tekrarlamayacağım. Bunun bir mahcubiyetin sonucu olduğunu düşünüyorum. Yani önce kimseyi kırmamanın, lafı dolandırmanın girizgahı haline geldi. Bu girizgahla yazıya başlarsak tartışmanın bu olduğunu kabul etmiş oluyoruz. Dolayısıyla zemin yanlış kuruluyor. “Hayır, silah bırakılmasın” ya da “Savaş istiyoruz” diyen kimse yokken olmayan bir şeyle tartışmanın ya da kendini açıklamanın manası yok. Bu yanlış zemini bir bırakalım ve politik süreci, politik söylemleri, emekçiler ve halklar açısından politik sonuçları tartışalım.
Görebildiğimiz tüm ana metinlerde ve açıklamalarda birkaç temel vurgu var. Bu vurgulardan biri Kürt sorununda suç ve sorumluluğun Cumhuriyet’e, Lozan’a ve 1924 Anayasası’na ait olduğu. Bir diğeri de Özal’dan AKP’ye uzanan çizginin bu konuda cesur girişimleri olduğunu ama buna engel olunduğu. Kürtlerin ve Türklerin birliğinin Ortadoğu’da büyük kazanımlar sağlayacağı ve stratejik olarak Türkiye’yi çok güçlendireceği de bir diğer ortak tez. Metinler içerisinde bu yaklaşımlarla nasıl bir bağlantısı olduğunu anlayamadığımız ama neden kullanılmasına ihtiyaç duyulduğunu gayet iyi bildiğimiz Deniz Gezmiş alıntıları, sosyalizm referansları ve çeşitli sol söylemler mutlaka serpiştiriliyor.
Biz Cumhuriyet’in tasfiyesine karşı bir çizgiyi temsil ediyor ve sürdürüyoruz. Bizim açımızdan 12 Eylül’den Özal’a ve oradan AKP’ye uzanan çizgi bir karşı devrimi temsil ediyor. Çünkü söz konusu çizgi, işçi sınıfı adına da kazanımları içeren Cumhuriyet kazanımlarının tasfiyesini ifade ediyor. Dolayısıyla Özal-AKP sürekliliğinin övüldüğü bir “barış” iddiasının sosyalistler tarafından eleştirilmemesi düşünülemez bile.
Peki bu birliğin ana hedeflerinden biri olarak ne söyleniyor? Ortadoğu’da alan kazanma. Yani silahlar susmayacak, sadece namluların yönü değişecek. Yakın zamanda silahlar Suriye’de Alevi katliamı için kullanıldı örneğin. Hakan Fidan’ın Şam’da kolkola poz verdiği, devamında Türkiye’de ağırlanan ve Mazlum Abdi’nin katliam sürerken “rejim kalıntılarına” karşı ortak açıklama yaptığı Colani tarafından. Şimdi bu silahlar emperyalistlerin hatırına Ortadoğu halklarına dönecekse sosyalistler bunun karşısında durmayacak mı?
Deniz Gezmiş’e referansla devam edelim. Metinde de devletin sansürlediği sözleri referans alınıyor. Kayda geçirilmeyen ve daha uzun olan son sözlerinde Deniz şunları söylüyor:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler!”
Deniz’in sözleri, Kürtlerin ve Türklerin birliği konusunda iki yaklaşımın ayrımını gösterdiği için önemli. İki seçenek var: Kürtler ve Türkler ya bağımsızlık mücadelesinde, tüm sorunların ana kaynağı olan sermaye düzenine karşı, bölgede emperyalizme direnen halkların yanında emperyalizme karşı birlik olacaklar. Ya da Özal’ın, Erdoğan’ın hayalini kurduğu Kürt ve Türk emekçileri sömüren, gençleri Ortadoğu’da başka halkların üzerine ölüme gönderen, güçlü ve büyük ama gücü sadece yerli ve yabancı sermayeye hizmet eden bir zeminde yan yana gelecekler. Biz ilkinden yanayız. Bugünün güç dengelerinde pek lafı edilmese de mümkün ve gerçekçi olan o. Gerçek ve kalıcı bir barışı sağlayacak olan da… İkincisi ise mümkün değil, kalıcı da değil. Getireceği iddia edilen “barış” da barış değil.
Fikirlerin tartışılmasının, metinlerin ne söylediğinin ifade edilmesinin ve eleştirilmesinin zor olduğu bir dönemdeyiz. Yazıya girerken sözettiğimiz mahcubiyet ve bir fikri anlatırken kırk takla attıran diplomatik dilin sola yerleşmesinin bunda büyük bir etkisi var. Bu nedenlerle de fikirlerini açıkça ifade eden, siyasetini savunmak için icazete ihtiyaç duymayan bir devrimci çizginin kuvvetlenmesine ihtiyaç var.
Bu ülkenin bütün emekçilerini birleştirecek olan bugün bize dayatılan, hayatımızı çalan gerici zemin değil. Birliğin temeli ancak ve ancak emperyalizme, tüm gerici unsurlara ve sermaye düzenine karşı mücadele olabilir. Eksen budur. Halk bir şey anlamasın diye üzerimize boca edilen teknik ve hukuki başlıklar, bu eksen başat hale gelmedikçe hiçbir anlam ifade etmeyecektir.