Şiir vasıtasıyla polemik yapılır mı? Yapılıyor bazen. Nâzım Hikmet’te vardır bunun örnekleri.
Şimdi hangi kitabıydı hatırlamıyorum. Ahmet Erhan’ın bir şiirindeki dize şöyleydi: “Anla ki, yitik bir ülkeyi korumaya benzer bir şairin sevgilisi olmak.” Şimdiki aklım ve kalbim olsaydı kalkışmazdım böyle bir işe. Lakin kalkıştım, elden ne gelir.
Ahmet Erhan büyük şair; “fakat onun ben inandıklarının hepsine inanmıyorum”. Böyle düşündüm ve bir şeyler karaladım. Karaladıklarıma şiir dersem şiire, en çok da Ahmet Erhan’a haksızlık etmiş olurum.
Karalamakla kalmadım, yayınladım da. Sonra o şiiri Sevinç Eratalay besteledi, Ali Asker yorumladı. Epey yaygınlaştı, bilinir, tanınır hale geldi. Devrimci gençlerin ilgi gösterdiği şarkının polemik dizeleri şöyleydi:
Sevgilim eylem güzelim benim
“Yitik bir ülkeyi korumaya değil
Yeniden kurulacak bir ülkeyi
Aşkla örmeye benzer
“Bir şairin sevgilisi olmak”
Nereden icap etti polemik ihtiyacı. Hatırladığım kadarıyla şuradan: Ahmet Erhan’ın şiir kitapları 12 Eylül döneminde raflardaki yerini almıştı. Şiirlerinin büyük kısmı ‘80 öncesi günlerdeki duygularını, ruh halini yansıtıyordu. ‘70’li yıllardaki “iç savaşta” saf tutmuş ve tabii ki bunun bedelini ödemiş bir genç olarak bazı şiirlerinin anlamına itiraz ettim ve kaleme sarıldım. Malum, şiirle de içli dışlı günler geçirdiğimiz için şiire şiirle karşılık verdim.
Biliyorum ince düşünmedim, duygusunu anlamaya çalışmadım. Lakin diğer taraftan benim de duygularım vardı; onların sesini dinledim. Bizim yeniden bir ülke kurmak için tarifsiz bedeller ödediğimiz bir zaman diliminde “yitik ülke” tanımını kabul edilebilir bulmadım. Onu attım ve “yeniden kurulacak bir ülke” dedim.
Bırakalım ‘70’li yılları, 12 Eylül karanlığında bile bu duyguya kapılmadım. Çünkü ülkenin yitik olduğunu kabul ettiğiniz an, devrime olan inancınızı, mücadele azminizi kaybedersiniz ve geriye sizden hiçbir şey kalmaz. Her şey ağır gelmeye başlar.
Taşıdığınız yükün değerini bileceksiniz, buna devrim diyebiliriz; yükü omuzlayacak gücünüz olacak, buna bilinç diyebiliriz; hedefinizi netleştireceksiniz, buna strateji diyebiliriz, tabii ki bütün bunlara muktedir ilişkileriniz olacak, buna parti/örgüt/hareket diyebilirsiniz. Nihayetinde önemli noktaya geliyoruz, ülke “yitik”se bunların hiçbirini yapamazsınız. Hiçbirinin gereği kalmaz. Şu fani dünyadan keyif almaya bakarsınız. Bu hakkınız da olabilir, itiraz edemem.
O nedenle her daim ve her şart altında “yeniden kurma” iddiasını diri tutmakla mükellef sayacağız kendimizi. Bir başka ifade ile “ahval ve şerait” ne kadar olumsuz olursa olsun iddiayı zayıflatacak ve azmi kıracak sonuçlara yol açmasına müsaade etmeyecek bir kararlılıkla var olmaya çalışacağız.
Evet “ahval ve şerait”in pek müsait olduğu söylenemez. Bunun farkındayız. Bu, karanlıklar içinde en karanlık günleri geçiriyoruz vurgusuyla sınırlı bir tespit değildir. Bu, doğrudan bizimle ilgilidir.
O halde bizi tartışmalıyız. Şimdi burada kaç yıldır süren ancak bir türlü asıl muhatapları tarafından kabul edilmeyen mevcut güçsüzlüğümüzün, etkisizliğimizin moral bozucu ayrıntılarına, pek çoğumuzun sorumlu olduğu nedenlerine girmeye gerek görmüyorum. Sonuç alınmayan, hatta olası sonuçların bile isteye bastırıldığı tartışmalar silsilesi açıkçası zehirli hava solunmasına yol açıyor ve tartışmayı başlatanın geri çekilmesiyle sonlanıyor.
Bunlara girmeyeceğiz tabii ama memleketin durumuna ve geleceğe dair iki eğilimle ilgili fikrimizi söyleyeceğiz.
Birincisi hiç şüphe yok ki “yitik ülke”cilerdir. 12 Eylül’ü takiben başlayan süreç 20 yılı aşkın zamandır ırkçı soslu İslamcı-gerici iktidarın tahakkümü altında devam etmektedir. Ülke yitirilmiştir. Bunun bir başka tezahürü, seçimlere odaklı bir siyasal pratikle kendini sınırlamadır.
İkincisi ise yeniden kurulacak bir ülkenin, hadi güncelle ifade edeyim, yeniden kurulacak bir Cumhuriyet’in coşkusunu ve heyecanını hissedenlerdir. Bu ülkenin aydınlanmacı, kamucu, eşitlikçi, özgürlükçü, Cumhuriyetçi bir damarı ve politik geleneği vardır. Bunları harekete geçirmek pek âlâ mümkündür. Bunun tezahürü, “her şeyi kendimizden bekleriz”dir.
Bu slogan Cumhuriyet’in 10. yıl kutlamalarına damga vurmuştur; genç Cumhuriyet’in kararlılığını, kendi yağıyla kavrulma öz güvenini anlatmaktadır ve açıkçası bugün bizlerin ihtiyaç duyduğu duygunun özlü ifadesidir.
Kabul edelim, ortada korunacak bir Cumhuriyet kalmamıştır. Irkçı soslu siyasal İslam, ‘bütün kaleleri zapt etmiş, bütün tersanelere girmiş, memleketin her köşesini bilfiil işgal etmiştir.’ İslamcılar, Cumhuriyet değerleriyle, Cumhuriyet’in kazanımlarıyla ve kurucu önderleriyle topyekûn bir hesaplaşma içindedir ve ne yazık ki bunda da hayli başarı elde etmiştir.
Öz güven tam da bu anda lazımdır bize. Siyasal İslamın zayıflatmaya çalıştığı konuların tahkimatını yapmak, sadece gerici kuşatmanın yarılması için bir şans yaratmayacak, aynı zamanda Cumhuriyet hassasiyetine sahip geniş kitlelerle sosyalistlerin yeniden bağ kurmasını sağlayacaktır.
Kimsenin şüphesi olmasın. İçimiz rahat olsun. Cumhuriyet’in eleştirilmesi gereken noktalarını eleştireceğiz, aşılması gerekenleri aşacağız ve fakat bunları yaparken “küçük burjuvazinin en sol, en radikal kesimi”nin bizi karanlıktan çekip çıkardığı gerçeği ile Ulusal Kurtuluş Savaşımızın, bütün mazlum ve yoksul halklara rehber olduğunu, onun antiemperyalist ve laik özelliklerinin itinayla korunması gerektiğini unutmayacağız. İlaveten, İslamcıların Cumhuriyet’le asıl derdinin bu olduğunu aklımızdan çıkarmayacağız.
‘Geçmişi olmayanın geleceği olmaz’ bilinci ve korunacak değil yeniden kurulacak bir Cumhuriyet kararlılığı ile birinci milli kurtuluşçular M. Kemal Atatürk ve arkadaşlarını saygıyla anacağız. İkinci milli kurtuluşçular Deniz Gezmiş ve ‘68 devrimci kuşağını selamlayacağız. Üçüncü milli kurtuluşçulara duyulan ihtiyacı vurgulu hale getirip “her şeyi kendimizden bekleriz” mottosunu rehberimiz ilan edeceğiz.
Ve asla ve asla “yitik ülke”ci olmayacağız.