“100 yıldır olmayan bir değişim geliyor ve bu değişimi birlikte gerçekleştiriyoruz…”
Çin lideri Xi Jinping’in iki günlük Rusya ziyaretinin ardından ayrılıken Putin’e kurduğu bu cümle, iki ülke arasındaki ilişkilerin yeni bir boyut kazandığının habercisi.
Xi’nin geçtiğimiz 10 yılda Rusya’ya 8 ziyaret gerçekleştirdiği ve iki liderin toplamda 40 kez yüz yüze görüştüğü düşünüldüğünde, bu görüşme iki ülke arasındaki ilişkilerde uzun vadeli bir ‘dönüşümün’ vites artırdığı bir evre olarak kabul edilebilir.
Çin ve Rusya, ekonomik, askeri ve siyasi alanda uzun süreli rekabet geçmişine sahip -hatta çatışmaya bile girmiş- iki ülke. Mao Zedung döneminde bile, Çin’in en temel motivasyonlarından biri ‘Sovyetler Birliği’ni geçmekti. Çin’in Rusya’ya bakışı hala bu ideolojik temelde belirleniyor. Çin, çözülmesinin üzerinden 30 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde öncelikli olarak Sovyetler Birliği ile yarışıyor.
Çin lideri Xi’nin, ülke içi meselelerde bile söze hala “Sovyetler neden yıkıldı?” sorusuyla başlaması bunun en önemli göstergelerinden. Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) teorik açılımlarında, ‘Sovyetler’in yaptığı hataları yapmamak’ konsepti hissedilir ölçüde yer kaplıyor.
Çin, uluslararası kriz başlıklarında ısrarla barışı savunan bir ülke. Bunun sebebi ‘barışçıl bir doğa’ ya da ‘dünya barışı özlemi’ değil. Mao Zedung sonrasında Çin, Deng Xiaoping döneminde kedinin ‘rengine değil fare tutmasına’ odaklanan bir ülke olarak, bütün kriz başlıklarına hep aynı ‘sihirli’ kavramlarıyla yaklaştı:
‘Barış içinde bir arada yaşama, diyalog, barışçıl geçiş, başka ülkelerin iç içlerine karışmama…’
Daha açık ifade edecek olursak, Çin’in hiçbir pazarı kaybetme lüksü yok. Tam olarak bu nedenle Çin, Hong Kong, Makao ve Tayvan gibi Çin için oldukça yakıcı kimi başlıklarda dahi ‘caydırıcılıkla’ yetindi ve askeri güç kullanımından kaçındı.
Rusya’nın ise, Çeçen savaşları, Transdinyester, Abhazya – Osetya, son olarak Ukrayna ve hatta Azerbaycan – Ermenistan gibi kriz başlıklarında dahi askeri güç kullanımı konusunda tereddütsüz davrandığını defalarca gördük.
Öte yandan bu iki ülke, SSCB dönemi ayrışmaları ve SSCB sonrasında devam eden 30 yıllık ‘rekabete’ rağmen ortaklıkları ve ikili ilişkilerini geliştirmeyi başardı. Bu konsept farklılıkarına rağmen, ilişkilerin gelişmesindeki itici güç, Çin’in diğer her ülkeye vadettiği gibi, Rusya’ya da sunduğu içişlerine karışmama ve eşitler arası bir ilişkilenme biçimiydi.
İkili ilişkileri bu noktaya ulaştıran gelişmelerden en önemlisi ise, kuşkusuz Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı askeri operasyon ve bu operasyonun uluslararası sonuçları oldu.
Ukrayna operasyonunun bir yılında Rusya-Çin ilişkilerine baktığımızda, Çin’in çoğunlukla denge gözeten, ortalamacı bir tutum aldığı görüldü. Operasyona açıktan destek vermedi ancak kınamadı da. Açıktan bir yardımda bulunmadı, aynı anda ekonomik yaptırımlara da katılmadı. Çin hükümeti, 24 Şubat 2022’den itibaren sürekli ‘barışı ve diyaloğu’ savundu. ‘Ülkelerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğini’ söylerken, ‘ülkelerin güvenlik endişelerinin de gözetilmesi gerektiğini’ savundu.
Uluslararası ilişkiler bağlamında bu dengeci tutum devam ederken, Çin medyasının ve Çin kamuoyunun Rusya’yı tereddütsüz desteklediği ise defalarca görüldü ve bu tutum gizlenmedi. Bu, ‘5 bin yıllık Çin diplomasisi’ denen şeydi.
Çin’in bu tutumu hem kendi çıkarlarını korumak, hem de ‘arabulucu’ rolüne hazırlıktı. Çin’in bir yıllık dengeci tutumu, nihayetinde operasyonun birinci yıl dönümünde yayınladığı barış önerisiyle somutlandı.
Son görüşmenin önemi
İki lider arasında yapılan son görüşmelere rengini veren konsept ise ‘çok kutupluluk’ oldu. İki ülke, meselelere farklı yaklaşıyor, ancak ortaklaştıkları en büyük nokta, ABD önderliğindeki ‘tek kutuplu dünya düzeninin’ değişmesi gerektiği:
“Çin her zaman kendi bağımsız dış politikasını yürütüyor. Hem Rusya hem Çin, kendi ülkelerinin gelişimi, dünyada çok kutupluluğun desteklenmesi ve uluslararası sistemde daha demokratik bir düzen konusunda çalışıyorlar.”
Yapılan görüşmelerin ardından, iki ülke arasında ‘Yeni Dönemde Kapsamlı Stratejik İşbirliği Koordinasyonunun Derinleştirilmesi ve Ukrayna Krizinin Diyalog Yoluyla Çözülmesi’ başlıklı bir ortak bildiri yayımlandı.
Bildiride, sorunun çözümü için ‘en iyi yolun diyalog olduğu’ vurgulandı ve ‘krizi artıracak adımlardan kaçınılması gerektiği’ belirtildi.
Bildirideki “Taraflar, herhangi bir ülke veya ülkeler grubunun, başka ülkelerin meşru güvenlik çıkarlarına zarar vererek askeri, siyasi ve diğer alanlarda avantaj elde etmesine karşıdır” ifadeleri ise, ABD önderliğindeki Batı kampına bir mesajdı.
Bildirideki bir diğer önemli nokta ise, Rus tarafının barış görüşmelerine en kısa zamanda dönülmesini taahhüt etmesiydi. Rusya ayrıca, Çin’in Ukrayna krizinin çözümü için iradesini ‘takdirle karşıladığını’ söyleyerek “Taraflar, Ukrayna krizinin çözümü için tüm ülkelerin meşru güvenlik kaygılarına saygı gösterilmesi, bloklar arası cepheleşmeden ve ateşe körükle gitme yaklaşımından kaçınılmasının önemini vurgulamıştır. Taraflar, gerginliği artıracak, çatışmanın uzayarak kötüye gitmesine ve dahi kontrolden çıkmasına yol açacak adımlara karşıdır. Taraflar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin onay vermediği her tür tek taraflı yaptırıma karşıdır” ifadeleri kullanıldı.
Bu bağlamda, Batı medyasının ‘Çin Rusya’ya silah veriyor/verecek’ türündeki savaş anlatısının aksine, iki ülkenin bugüne kadar her krizde kendilerine yönelen ‘BM kararları’ silahını kullanmaya çalışacakları anlamına geliyor. Özellikle bu madde, Çin’in BM nezdinde bugüne kadarki ‘çekimserliğinin’ Rusya lehine değişebileceği şeklinde yorumlanabilir.
Zira Çin, ABD’nin aynı Ukrayna’da yaptığı gibi, Tayvan’ı da bir ileri karakol olarak şekillendirdiğinin farkında ve buna karşı hazırlıklarını sürdürüyor. Dolayısıyla, Çin-Rusya ilişkileri özelinde ‘dengeci’ tutumdan kapsamlı işbirliğine geçilmesi ve beraberinde gelecek arabuluculuk rolü, Tayvan krizinin çözümü konusunda da önemli bir kazanım olacaktır.
Erkin Öncan