Erdem nedir? Bu sorunun peşine düşen ultra modern insanın yapacağı ilk şey internete koşmaktır, parmaklara kuvvet! TDK’nın resmi sitesine girilir ve arama kutucuğuna ‘erdem’ yazıldıktan sonra giriş (enter) tuşuna basılır. Peki, karşımıza çıkan cevap nedir? TDK bu soruya şöyle bir cevap vermektedir:
Erdem: 1. isim Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet: “Spor, alçak gönüllülük gibi bir erdem aşılar sporcuya.” – Necati Cumalı
2. isim, felsefe İnsanın ruhsal olgunluğu.[1]
Karşımıza çıkan açıklama internetin ruhunu yansıtır cinsten. Yüzeysel ve aklımızdaki soru işaretlerine yeterince cevap vermiyor. Necati Cumalı kim? Neden böyle bir örnek veriliyor ve neden sözcüğün anlamı daha derinlemesine açıklanmıyor? Elbette bu yüzeysellikten sadece biz rahatsız oluyor da olabiliriz. Düşünce dünyası twitter aleminin karakterlerine sıkıştırılmış insancıkları, çok daha kısa açıklamalar bile bekliyor olabilir. Tek cümlede topu doksana gönderen oturtmalık bir açıklama, kolezyumda kendilerini bir puan öne taşıyacak bir aforizma bile arıyor olabilirler. İnternetin sığ sularından, düşüncenin derinliklerine doğru ilerleyelim. Erdemin peşinde insanı bulmaya çalışıyoruz; peki bulabilecek miyiz?
İnsanın benliğine, davranışlarına ve toplumu yönetme tekniğine yönelik sorgulamalarla ve biraz da Avrupa ideolojisinin rüzgarıyla popüler olan Sokrates ve ardından gelen öğrencileri Platon ve Aristoteles erdemin çeşitli veçhelerini açıklamaya çalışmıştır. Bu tartışma epikürcüler, stoacılar ve 20. yüzyıl felsefesine kadar uzanıyor. Sözcüğün çıkış noktası, ‘Arete’ kavramına dayanıyor. Türkçe karşılığı erdem olan bu sözcük kadim yunanca, latince erdem virtus’a tekabül eder. Geniş anlamıyla mükemmelliğe işaret eden kavramı, İngilizce karşılığıyla incelediğimizde bu mükemmelliği ‘bilgelikle’ özdeşleştirmek mümkün. Her yönüyle kendisini geliştirmiş, olgunlaştırabilmiş vicdan sahibi insana ‘erdemli’ diyebilirz.[2] Homeros’a ve tanrısallığa kadar uzanan kolları vardır arete’nin. İşte erdem bu tanrının ışığı altında kendini geliştirmiş bütünsel bir terimdir. Tek bir erdemden söz edemeyiz.
“Sokrates’in etiği bir yönüyle dünya işleriyle ilgilidir, diğer yönüyle tanrısallıkla”
Tüm bu kavramların düşünülmesinde ve üretilmesinde kaba bir ihtiyaç yatmaktadır. İnsanın düşüncelerini harekete geçiren ve yaşam savaşında yeni bir evreye geçmesini sağlayan bu zorunluluklar/ihtiyaçlardır. Toplu halde yaşamaya başlayan ve bitkileri ehlileştirerek tarımsal üretime geçen insanın toplumsal yaşamı düzenleyici kurallara ya da bir kurallar bütünlüğüne ihtiyacı vardır. Sınıflı toplumun ihtiyacı burada temel belirleyendir. Sokrates’in etiği, bir yönüyle dünya işleriyle ilgilidir, diğer yönüyle tanrısallıkla. İşte modern hukukun doğuşu bu etik kavganın izlerinde aranmalıdır. Pozitivist yaklaşıma göre, hukukun olması için devletin ya da bildiğimiz anlamda mahkemelerin olması gerekmektedir.[3] Oysa anarşizme ya da bir yönüyle komünizme bakarsak eğer, ilkel kabilelerin (totem-tabu) kendilerine has kurallar içerisinde yaşadığını görürüz. Kabaca kolektivizme dayanan bir topluluğun, karmaşık hukuk sistemlerine ya da mahkemelere ihtiyacı yoktur. Oysa sınıflı toplumun ihtiyaçları tam tersi yönde ilerlemektedir. Evet, bu gerileme değil ilerlemedir. Her yeni toplumsal düzen, bir erdem çağrısı üzerine inşa edilmiştir. Sokrates’in öğrencisi Platon, ilhamını aldığı kaynağa yeni şeyler ekleyerek düzenin payandalarını güçlendirmeye çalışmıştır. Erdem genişleyerek siyaset felsefesinde kendisine yer edinmiştir. Ölçülülük, cesaret/yiğitlik (bu budalaca bir ateşe atlama eylemi değildir, öfkeyi ehlileştirmektir) ve episteme yani ‘bilgi’ erdemin çeşitli veçheleridir. Bunlar erdem denen dev güneşin muhteşem ışıldayan kollarıdır. Bu ışık demetlerinden biri eksik olduğunda insanı erdemli olarak tanımlamak zorlaşıyor. Ne meşakkatli şeymiş insan olmak? Aristoteles, kavramın çatısını genişletmiş ve siyaset felsefesiyle olan ilişkisini güçlendirmiştir. Artık erdem, adalet olmadan düşünülemez. Adalet bir parça olmaktan ziyade güneşin kendisidir. İnsanlık adaletle ısınamadığında, erdemin ışığı bir bir sönecektir. Aristoteles (Grekçe: Ἀριστοτέλης Aristotélēs, Grekçe telaffuz: [aristotélɛːs]; c. MÖ 384 – c. MÖ 322), ışığın kollarını genişletir, ahlaki erdemlerin yanına dionetik erdemleri yani entelektüel faaliyeti koyar. Artık erdem sadece ahlâki bir erekler bütünü değildir. O, giderek donuklaşan dini öğretinin aksine, hareketi içinde taşıyan bir kavram haline gelir. Erdem, hem bir erek, hem de bir edimdir. Davranışlarda görülmeyen ve toplumsal yaşama yansımayan erdem gerçekte tam manasıyla bir kuru gürültüdür. Sınıflar savaşında erdemin ışığı soluklaştığında, insanlık kesif bir karanlığın altında inim inim inlemiştir. Kavram, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde hızla tanrısallığından uzaklaştı. Jean-Jacques Rousseau, kavrama yeni bir soluk getirdi. İnsanın artık tek bir amacı olmalıydı; erdemli olmak. Sokrates’ten aldığı bu kavramı Rousseau, tehlikeli bir biçime soktu. Yıkılmaya yüz tutmuş ve hızla çürümüş bir düzende erdem çağrısının kendisi devrimci güçleri/kıvılcımları bağrında taşıyordu. Fransız devriminin parlak çağında halkın avukatı Maximilien de Robespierre, hocasının izinden giderek eşitsizliğin köklerine güçlü şimşekler gönderiyordu. Özel mülkiyet rejimini sorguluyor ve gerçek bir eşitliğin sağlanamadığı toplumlarda erdemden herhangi bir iz bulunamayacağını söylüyordu. Konvansiyondaki konuşmaları bugüne bile ışık tutmaya devam ediyor. Parayla satın alınamayan insanların çağı gelmişti, kısa bir süreliğine bir yıldız gibi parlamıştı ama tam olarak sönmedi. Erdemin ışığı milyarlarca insanın kalbine girdi ve adını cumhuriyet koydu. 1916 yılında İngilizlerin mermilerine gözü kapalı yürüyen ve genel posta idaresinin kontrolünü ele geçiren İrlandalılar, bir erdem beyannamesi ortaya koyuyordu. Çocukları ve kadınları unutmayan bir erdem çağrısı. Bu erdem çağrısı, kulakları sağır eden top mermilerinin altında ezilirken ve James Connolly gözleri bağlı bir biçimde idam mangasının karşısına geçirilirken erdem yeniden kabuk değiştiriyordu. Tüm bu dürüst insanlar burjuvazinin midesini bulandırıyordu. Toplum daha da çürümeli, herkes her şey satın alınabilir olmalıydı. İnsan bedenleri, erdemler, çocuklar, zihinler, ağaçlar, canlı ve cansız her şey. Devrimin meleği, Louis Antoine Léon de Saint-Just kanlarıyla sulanırken toprak, burjuvazi erdemsizliğin kirli kollarına doğru hızla ilerliyordu. Öyleyse garip bir biçimde birbirine uzak gibi görünen iki kavram birbirine yaklaşıyordu; devrim ve erdem. Bu yüzden erdemliler sosyalizmin, komünizmin ve anarşizmin saflarına doğru hızla aktı. Erdemin tanrısal köklerine güçlü saldırılarda bulunuldu ve onun bu kötü kökleri tamamen kurutuldu. Güneşin içinde tek bir leke bile kalmamıştı, artık dilediğince ve özgürce parlayabilirdi. Erdem, artık tanrılardan fısıldanan kurallar değildi. Sokrates’in çağından itibaren fısıltıyla dillendirilen şey yüksek sesle dile getirilmişti. Çünkü, halk kilisenin tanrının temsilcisi değil, mülk sahibi sınıfların bekçisi olduğu gerçeğiyle yüzleşmişti. Kilise, mülk sahibi bir tüccarken erdem vaaz edemezdi. Bugün, Türkiye’de İslamiyetin yiğit fedaileri aynı konumdadır. Holdingleşen cemaatlerin erdemle, etikle ve insana dair şeylerle hiçbir ilgileri yoktur. Onlar güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktadır. Bu yüzden kör inanç ya da boyun sunma erdemin en azılı düşmanlarındandır.
“Kapitalizmin muhalefeti tüm veçheleriyle kirlettiği bir çağın ortasında, gündüz vakti elimizde fenerle erdemi arıyoruz”
Tekelci kapitalizm erdemi boğmuştur. Mevcut toplumsal düzende artık dünyamızdan içeri ışık girmiyor. Antik Yunan’da başlayan bir kelimenin doğuş serüveni, artık can çekiştiği noktaya gelmiş durumda. Çünkü, insanlık can çekişiyor ve insanın can çekiştiği bir alemde erdemin ışıklarının gözlerimizi aydınlatabilmesine imkân yok. Bugün, erdemin kolları olan yüce ereklerimiz yerini neye bırakmıştır? Erdemi tanrının kollarından söküp alan devrimciler aşağıda sıralanan erdemsizliklere işaret etmiştir.
- Daima kendi çıkarlarını gözeten ve bu uğurda en yakın arkadaşını bile çiğneyen liberal bireye iman,
- İnsanın dayanışmacı değil, rekabetçi vahşi bir yaratık olduğuna iman,
- Dürüst, cesur ve paraya-kapitalist düzenin gerektirdiği gibi değer vermeyen insanın katıksız bir budala olduğuna iman.
Erdemsizliğin listesi bir ahtapotun kollarından daha fazla olduğu için listeyi uzatmak istemiyorum. İmanın şartlarını sıralayanlar, umarım gerçekten inandıkları kapitalizm dininin şartlarını iyi ezberleyebiliyorlardır. Devrimciler böyle bir düzeni alt etmek istiyorlarsa hızla unuttukları mevzilere geri dönmeliler. Kapitalizmin muhalefeti tüm veçheleriyle kirlettiği bir çağın ortasında, gündüz vakti elimizde fenerle erdemi arıyoruz. Oysa tüm benliğiyle kirlenmiş bir düzende katıksız bir erdem çağrsı yapmayan muhalefetin devrimle ilişkisi kesilmiş demektir. Yukarıda iman biçimine bürünmüş ahlâksızlık ilkelerine itiraz etmeme, liberal virüsün tüm alanlara yayıldığının işaretidir. İşte insanı umutsuz kılan, işte insanı seçeneksiz hissettiren şey tam olarak bu. Bugünün insanı ne yana baksa çürüme ve erdemsizleşme görüyor. Onu aydınlığa çekecek hiçbir erdeme rastlayamıyor. Hatırlatmakta yarar var, erdem içi boş bir slogan değildir. Kapitalizme tüm değerleriyle karşıysanız yalan söylememekten, karşılıksız bir şeyi paylaşmaya kadar bunu tüm davranışlarınıza yansıtmalısınız. Erekler ve edimler yan yana gelmeden erdemli bir insan olamazsınız. Erdemin olmadığı yerde de devrimcilik olmaz. Şimdi, toplumun nasıl bir karanlıkla mücadele etmeye çalıştığını tüm yönleriyle görmeye çalışalım.
“İşte burjuva düzeninin yarattığı fırsatlar dünyası. Etiyle, kemiğiyle, saçıyla ve teniyle fırsata dönüşen insanın hikâyesi”
Türkiye, tarihinde gördüğü en büyük depremlerden birini yaşadı ve binlerce insan yaşadıkları evlerin enkazının altında ölüme terk edildi. Deprem çoktan çökmüş olan bir toplumsal sistemin tüm yönleriyle ayyuka çıktığı dev bir deney alanına dönüştü. İlk muhteşem haber, Kızılay’dan geldi. Evleri yıkılan ve yakınlarını kaybeden insanlar başlarını sokacak bir çadır ararken, Kızılay o çadırları satıyordu. İşte burjuva düzeninin yarattığı fırsatlar dünyası. Etiyle, kemiğiyle, saçıyla ve teniyle fırsata dönüşen insanın hikâyesi. Sadece çadır satmadı Kızılay, elbise ve hazır gıda da sattı. Satılan gıdaların tarihinin geçtiği iddia edildi. Kurumun başındaki işbilir tüccar, istifa etmeyi aklının ucundan geçirmedi. İstifa kelimesinin herhangi bir anlam dahi taşımadığı bir zamanda buna direnmek tutarlı bir davranış. Temeldeki dürtü şu şekilde; zaten herkes bir yönüyle ticaret yapıyor, neden ben işimi iyi yaptığım için istifa edeyim? Doğru! Toptan yıkılması ve temizlenmesi gereken bir düzende tek tek bireylere erdem çağrısı yapmak niye? Bunun bir mücadele biçimi olduğuna inanmıyorum. İktidara yönelmeyen ve iktidarı hedeflemeyen tüm erdem çağrıları boşa düşecek kimsesiz mermilerdir sadece. Bir ülkenin topyekün erdemsizleşmesinin ve çöküşünün yakın tarihini anlatmaya devam edelim. Deprem olduktan sonra iktidara tüm benliği ve bedenleriyle siper olan faşistler ‘vur emri’ verilmesi çağrısında bulunmuşlardı. İnsanlar can derdindeyken, faşistler dakikasında yağmacılık derdine düşmüşlerdi. Faşistlerin tek bir ilkesi ve tek bir amacı vardır; anamalcı düzenin korunması ve kollanması. Faşistler, depremden sağ kurtulan ve bebeğinin açlıktan acı çekmesine dayanamayıp bebek maması almak zorunda kalan annenin vurulması çağrısı yaptılar. Öyle değildi diyenleri duyar gibiyim. Buz gibi öyleydi ve bu faşistlere aklınızda küçücük bile olsa meşruiyet alanı açıyorsanız, erdemlerinizi sorgulama vaktiniz gelmiş demektir. Mültecilerle, Arapça ve Kürtçe çağrılar yapılmasıyla kafasını bozmuş olan ve NATO şemsiyesi altında kurulmuş tüm bu faşist yapılar, en iyi bildikleri şeye düzen bekçiliği yapmaya zaman kaybetmeden soyunmuşlardı. Şimdi, onlara asla yanıtlayamayacakları bir erdem çağrısında bulunalım. Y.I. Çevik Kuvvet Şube Müdürü 4. Sınıf Emniyet Müdürü. Yağmacıları engellemek ve asayişi sağlamak için bölgeye gönderilmiş ancak anlaşıldığı üzere tırlardan kendi işine yarayan malları bir biçimde çalmıştır. Yargılaması devam eden Y.I. kendisini “Millet tır tır götürüyor, biz bir iki şey götürsek ne olur?” diye savunmuş.[4] Bir toplumun tüm benliğiyle erdemsizliği bir gündelik yaşam biçimine dönüştürüşünün acı bir itirafıdır bu savunma. Olaya ilişkin haberde şunlar geçiyor: “İhbar üzerine Tekirdağ Cumhuriyet Başsavclığı’nın talimatıyla emniyet müdürü gözaltına alındı. Yadigar I’nın evinde yapılan aramada, 1 jeneratör, 2 büyük çadır, 5 siyah renkli ara ve bağlantı kablosu, 9 şişme yatak, 5 uyku tulumu, 5 seyahat çantası, 7 bere, 2 bot, 2 yağmurluk kaban, 5 yağmurluk üstü, 1 yağmurluk altı, 4 küçük çadır, 15 kilo köpek maması, 3 elektirikli ısıtıcı ve kettle ısıtıcı ele geçirildi”.[5] Yasalar gereği bu azılı suçlunun ismi ve fotoğrafı gazeteler tarafından gizlendi. Masumiyet karinesi deniyor adına. Suçluların yararlanabildiği, masumların yararlanamadığı bir ayrıcalık. Erdemin köklerine geri dönelim. Erdem, güçlü bir adalet çağrısıyla buluşturulamadığında işlevsizleşir; olduğu yerde donar kalır. Neyse ki bu ışığı taşıyan insanlar var. Onlar sayesinde adalet çağrısı yapabiliyoruz. Erdemlilerimiz yanıyor ve sönüyor, tıpkı gökyüzünde uçuşan ateş böcekleri gibi. Erdemsiz bir devleti kendilerine ibadethane yapmış faşistlerin gözünde devlet suç işleme tekelini de elinde bulundurur. Yağmacılık yapan bir emniyet amirinin üzerinde taşıdığı üniformaya bakılmaksızın muhatap olabileceği bir adalet sistemi yoktur.
“Sepetin içerisine düşen Kralın kellesi erdemin cisimleşmiş halidir”
Halkın avukatına geri dönelim. Robespierre, idam cezasına tüm benliğiyle karşı bir devrimciydi. Tüm konuşmaları idam cezasının aleyhinedir. Sadece bir grup bu cezanın muhatabı olabilir. İktidar sahipleri. Erdem, zalimlere karşı acımasız olmayı gerektirir. Mazlumlardan yana olmanın tek yolu, zalimlere karşı acımasız olmaktır. Devletin gücüne ve sıfatlarına sahip olan biri, ölüm cezasının uygulanabileceği yegane alandadır. Devletli düzende, erdeme yaklaşmaya çalışan bir toplumsal yapı oluşturulmak isteniyorsa devletin şiddet tekelini elinde bulunduranlar adaletin kılıcıyla her zaman yüz yüze olmalıdır. Halka karşı suç işleyen, halkın şimşeklerinin doğrudan muhatabıdır. Bu yüzden sepetin içerisine düşen kralın kellesi erdemin cisimleşmiş halidir. Türkiye’de gerçekten erdemli bir düzen inşa edilmek isteniyorsa, halka karşı suç işleyenlerin yüzleşeceği cezanın herhangi bir alternatifi yoktur…
Yönetmen Fatih Akın’ın ‘Paramparça’ filmi erdemlerini yitirmiş bir başka ülkeye Almanya’ya ışık tutar. Filmde, kocası ve engelli oğlu Naziler tarafından katledilen bir annenin adalet arayışına tanıklık ederiz. NATO ülkelerinin tamamında olduğu gibi Naziler mahkemeler tarafından kollanmaktadır. Adaletin öldürüldüğü bir ülkede, öldürülen şey aslında erdemin kendisidir. Fatih Akın’ın filmini iyi yapan şey, bu adalet mücadelesinin askıda kalmamasıdır. Filmi henüz izlememiş olan okuyucular için kendimi tam bu noktada durdurmaya çalışacağım. Erdeme ulaşmak zordur. Bazen ona ulaşmak için en şiddetli eylemleri göze almanız gerekebilir…
Bu makalede sadece bir kelimenin anlamının kısa tarihini ve felsefi art alanını yazmaya çalıştım. Demek ki Türkçe, TDK’nın sözlüğüne sıkıştırılamayacak kadar gelişmiş bir dil. Maalesef Türkiye’deki erdemsizler iktidarı yüzünden sadece toplum değil dilimiz de hızla gerilemiş durumda. TDK’nın bu hale gelmesinin baş sorumlusu Erdoğan değil, General Kenan Evren. Faşist askeri cunta, TDK’dan başlayarak ve tüm kurumları yok ederek, AKP diktatörlüğünün taşlarını döşemiştir. Bir NATO toplantısında boşları (boş çay bardaklarını) toplayan generalin görüntüsü çok tartışıldı. Hayatta her şeyin bir bedeli vardır, ülkenin erdemli çocuklarını işkencehanelerde öldürerek vatan kurtaran bol yıldızlı generallere yakışan bir son.
Bu makalenin sonuna doğru ilerlerken adımlarımızı sayarak bir peygamber söylencesine kadar ilerleyelim. Ceberrut bir iktidar ve mülkiyet düzeninde erdemlerden bahsetmek, Hasan Mezarcı’nın gerçek peygamber olduğunu söylemek gibi bir şeydir. Mezarcının trajedisi tamamen bir zamanlama hatasıyla ilgidir. Mesih ya da peygamber, adına ne derseniz deyin eğer zamanlamayı doğru tutturmuş olsaydı Hasan Mezarcı, reformcu öğretileriyle bizleri acı tebessümlerden belki kurtarabilirdi. İçkinin haram olma emrini kaldırdı, kendince yeni bir erdemler çağrısı yaptı. O, artık bu erdem çağrılarının alaya alındığı ama daha geri dini bağnazlıkların ölümüne sahiplenildiği çağın peygemberi. Yine de Hazan Mezarcı, oturduğu bu kumar masasından kalkmayı reddediyor. Tıpkı bu dünyanın insanları gibi bir ‘Concorde yanılımı’ hastalığının pençesinde kıvranıyor gibidir. Bu saplantı adını sesten hızlı uçabilen uçaktan concorde’dan alıyor. 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından bir süpersonik uçak yapma fikri gelmişti kapitalistlerin aklına. Elbette gökten vahiyle inen bir fikir değildi. Soğuk savaşın rekabetçi ruhuna uygun bir güç gösterisiydi. Uçak geliştirildi ve yapıldı. Ancak ortaya çıkan sonuç yatırımcıları memnun etmedi. Bu uçağı gökyüzünde uçurabilmek için zararına bir yatırım yapılmıştı. Buradaki hırsı bir kumar masasına indirgemek psikoloji biliminin problemi. Kapitalizmi sürekli olarak akılcı ve bilimsel bir sistem olarak görmenin getirdiği bir noksanlık. Oysa burada zararına yapılan işin önemli motivasyonu, SSCB’ye karşı yürütülecek ideolojik mücadelenin önemli bir parçası olmasıydı. Concorde, bir propaganda meselesiydi. “1996 yılında İngiliz Psikoloji Derneği “Düşünme” konusu üzerine bir konferans gerçekleştirdi. Bu konferansta Oxford Üniversitesi zoologlarından Alex Kacelnik “Concorde yanılımı” isimli teorisini ortaya attı. Concorde yanılımı, daha önce yapılan yatırımın içerdiği genel kayıpları değil de yatırılan kaynağın kaybedileceği gerçeğinden kaçmak için daha fazla yatırım yapılması gerektiği mantığıdır. Teorinin ismi Concorde isimli supersonic uçaktan geliyordu. Concorde’un üretilmesi için 7 yıl boyunca çaba harcayan proje yetkililerin geçmişteki çabalarını kaybetmemek için başarısız buldukları uçağı kullanıma sunması gibi bizler de günlük hayatta sırf geçmiş yatırımlarımızın ‘yüzü suyu hürmetine’ başladığımız işi yarım bırakmaz, bize zarar verecek olsa dahi devam ettiririz. Nihayetinde olumsuz gidişat devam eder ve yine olumsuz sonlanır. Alex Kacelnik’in teorisine ‘Concorde’ ismini verdiği tarihten 4 yıl sonra, 25 Temmuz 2000 tarihinde 113 kişinin ölümüne sebep olan Concorde uçak kazasının gerçekleşmesi gibi…”[6]
Tüm erdemlerimizi yitirdiğimiz bu düzende artık kaybetmek korkusuyla saklanabileceğimiz herhangi bir alan kalmadı. O alanların tamamını depremde yıkılan binaların altında kaybettik. Çocuklarımızın yüzüne bakmak istiyorsak içine düştüğümüz bu kumar psikozundan çıkmak zorundayız. Bir karar vermeliyiz, bir ev ya da bir araba uğruna çocuğumuzun hayatını kumar masasına sürecek miyiz? Erdemleri olan bir sosyalist cumhuriyette, çocuklarımızın asla ölmeyeceği evlerde yaşamak yerine neden düzenbazlığı ve vahşi rekabeti tercih edelim? Oturduğumuz bu dev kumar masasının hep kaybeden tarafında oturanlar, işçi sınıfının saflarında olanlar. Arkadaşınızı satarak karşı tarafa geçebileceğinizi sanıyorsanız çok yanlış bir hamle yapıyorsunuz. Kasa her zaman kazanır ve kasanın tarafına geçmek doğuştan gelen bir haktır. Şimdi, sahte peygamber dediğiniz adamın emir ve kurallarıyla alay etmek kolay. Onu gerçek bir peygamber olmaktan alıkoymak kolay. Peki, kapitalizmin kumar masasından kalkmak, dini bağnazlıklarından uzaklaşmak ve erdemliler ordusunun tarafına geçmek kolay mı? Zor olduğunu düşündüğünüz şeyi yapmanın zamanı geldi… Yoksa insanlığın erdemli ışığı, bir daha asla parlamamak üzere sonsuza dek karanlıkta kaybolacak.
[1] Erdem (TDK): https://sozluk.gov.tr/ Erişim Tarihi: 12/03/2023
[2] ‘Arete’(sıfat: ἀρετηφόρος, areteforos/z; arete kavram) https://en.wikipedia.org/wiki/Arete
[3] Hukuk felsefesi içerisinde pozitivizme ilişkin bu sert eleştiri ‘anarşist’ kuramdan gelmektedir. Her şeyin törpülendiği ve sivriliğini yitirdiği günümüz uzlaşmacı liberalizm iklimi içerisinde, bu sivri düşünceleri yeniden hatırlamaya ihtyiacımız var. Britanya adalarındaki sosyalizm mücadelesinin en büyük handikapı düzenle imzaladığı görünmez çatışmasızlık anlaşmasıdır. Bu anlaşmayı metinlerde, hatta gündelik yaşam pratikleri içerisinde görmek mümkün. Benzer bir aşınma elbette anarşist hareket için de mevcut. Tüm muhalefetin iğdiş edilmesi, toplumları daha da güvencesiz hale getiriyor. Anayasaların rahat bir biçimde hükümetler tarafından çiğneniyor olması bunun açık bir göstergesi olarak kabul edilebilir (Y.N).
[4] ‘Deprem yardımlarını çalan emniyet müdürü kendini böyle savundu: Kaybolmasın diye aldım…’ https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/deprem-yardimlarini-calan-emniyet-muduru-kendini-boyle-savundu-kaybolmasin-diye-aldim-2103196 Erişim Tarihi: 07/08/2023
[5] ‘Emniyet müdürünün evinde depremzedelere gönderilen yardım malzemeleri bulundu’ https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/emniyet-mudurunun-evinde-depremzedelere-gonderilen-yardim-malzemeleri-bulundu-2057885 Erişim Tarihi: 12/03/2023
[6] ‘Karar Verme Sürecinde Kaybetme Korkusu: Concorde Yanılımı’ https://www.dbe.com.tr/tr/kurumsal/11/karar-verme-surecinde-kaybetme-korkusu-concorde-yanilimi/ Erişim Tarihi: 12/03/2023