Cumartesi, Ağustos 16, 2025
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
ideo
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
No Result
View All Result
ideo
No Result
View All Result

İvan’ın rüyası – I : Büyük Engizisyoncu’da irade teslimiyeti ve özgürlük

ideo ideo
7 Ağustos 2025
Kültür-Sanat
İvan’ın rüyası – I : Büyük Engizisyoncu’da irade teslimiyeti ve özgürlük

Fyodor Dostoyevski’nin tefrika olarak yayımlanan ve 1880 yılında tamamlanan büyük romanı Karamazov Kardeşler aile ilişkileri, ihanet, kader, para, din ve daha nice insanlığı ilgilendirmiş ve daha ilgilendirecek olan konuları karakterleri üzerinden mercek altına alıyor. 

Mehmet Can Karaca

Yazımızda inanç ve irade meselelerinin incelikle konuşulduğu bir kısma, kitabın ana karakterlerinden bazılarının düşünce dünyasına kapı açan önemli bir bölümüne, Büyük Engizisyoncu bölümü üzerine eğileceğiz. İvan Karamazov’un aktardığı bu rüya, özgür irade ile inanç arasındaki gerilimi bize anlatıyor.

“Tanrı, insan aklını materyal dünyayı kavrayabileceği şekilde yarattı. Peki insan materyal dünya ile ilgisi olmayan bir konuda, yani Tanrı’nın varlığı yokluğu meselesinde nasıl bir cevap ortaya koyabilir?”

İvan Karamazov, kardeşi Alyoşa Karamazov’a bu soruyu soruyor. İvan, Avrupa’da eğitim görmüş, çeşitli dergilere makaleler yazan, gösterişi seven bir öğrenci. Alyoşa ise yaşadığı küçük kentteki manastırda rahiplik öğrenimi gören bir genç. Eğitimini sürdürürken ve hatta tamamladıktan sonra da hayatını o manastırda idame etme, yaşadıkları küçük kentteki muhtaçlara yardım eli uzatma ve vicdanen kaybolmuşlara tanrının kelamını iletme niyetinde. 

İvan ve Alyoşa, babaları Fyodor ile ağabeyleri Dimitri arasında miras meselesiyle derinleşen ve bir kadının paylaşılması etrafında şekillenen çatışmayı konuşmak üzere bir meyhanede buluşuyorlar. 

İvan ve Alyoşa, kardeş olmalarına rağmen birbirlerini tanımıyorlar. Çünkü küçük yaşta İvan, bakımını üstlenen ailesi tarafından Avrupa’ya götürülüyor, Alyoşa da doğdukları kentten hiç ayrılmıyor. Bu buluşmaya kadar birbirleriyle az buçuk vakit geçirmiş olsalar da aslında ilk kez baş başa kalacak şekilde oturuyorlar. Ağabeyleri Dimitri ve babaları arasında çıkan ve babalarının dayak yemesiyle sonuçlanan kavgadan sonra İvan tüm bu çirkinlikleri ardında bırakmak için kenti derhal ertesi gün terk etme peşinde. 

İvan, Alyoşa ile ilk kez doğru dürüst konuşmaya oturuyor ve zekasını alçak gönüllü bir biçimde gösterme hedefiyle de yüksek konulardan bahsetmek istiyor. Bu yöntemin, art niyetsiz bir şekilde kendi kardeşiyle tanışmanın iyi bir yolu olduğunu düşünüyor. Konuya ise Alyoşa’yı bekletmeden giriyor:

“18. Yüzyılda ihtiyar bir günahkar vardı, şöyle bir laf ortaya attı. ‘Eğer tanrı olmasaydı onu icat etmek gerekirdi,’ dedi. Garip olan tanrının gerçekten var olması değildir. Asıl hayranlık uyandıran şey insan gibi acımak bilmeyen vahşi bir hayvan içinde ‘Tanrının var olması zorunlu bir şeydir!’ diye bir düşüncenin var olmasıdır,” devam ediyor. “Bana gelince, ben çoktandır ‘İnsan mı tanrıyı yarattı, yoksa tanrı mı insanı’ diye düşünmekten vazgeçtim. Artık bu konuda çağdaş Rus gençlerinin ortaya attığı kabulleri sıralayacak değilim. Bütün bu düşünceler Avrupalıların teorilerinden çıkarılmıştır. Çünkü Avrupa’da daha teori olan şey, Rus delikanlısının zihninde bir kabul olur. Hem de yalnız gençlerin gözünde değil, bazı profesörler için bile böyledir. Çünkü şimdi bizim Rus profesörleri ile o Rus gençleri arasında çoğu zaman hiç ayrım olmuyor. Onun için bütün bu teorileri bir tarafa bırakıyorum” 

İvan’ın bu girişi doğrudan Alyoşa’yla “şu düşünce okulu”, “falanca filozof” gibi sözlerle dalkavukluk etmeden, entelektüel bir seviye farkına işaret etmeden serbestçe kendi fikirlerini dile getirme özlemini gösteriyor. Kitabın bu noktasına kadar İvan’ın tutumundan ve konuşmalarından bu fikirlerini ilk kez dile getirdiğini ve Alyoşa’ya karşı içtenlikle konuşmak istediğini anlıyoruz. Belli ki İvan bir saygı duyulan bir düşünüre sığınmadan az tanıdığı ama vicdanının kuvvetli olduğuna emin olduğu kardeşine, aynı zamanda da dünyaya, kendi fikirlerini açmak istiyor. 

Bahsi geçen günahkar ihtiyar Voltaire. Voltaire, elitlerin ya da entelijansiyanın tanrıtanımaz olmasında bir sorun görmüyorken halkın tamamı için tanrıtanımazlığı tehlikeli buluyordu. İvan’ın “İnsan mı tanrıyı yarattı, yoksa tanrı mı insanı’ diye düşünmekten vazgeçtim.” demeci yine Voltaire’e selam çakmakta, çünkü İvan da Voltaire gibi ilerleyen sayfalarda “Tanrının var olup olmaması” konusuna değil, “tanrı kavramının kimler için nereye oturduğu” konusu ile çok daha fazla ilgilenmekte. 

İvan kendi tecrübelerine dayanarak, Rus gençliğiyle Rus entelijansiyasını düşünsel yetkinlik açısından neredeyse eş tutuyor. Rus gençliğini hazıra konmacılık ve Avrupa hayranlığıyla, Rus profesörlerini toyluk ve Avrupa akademisine karşı tek yönlü bağımlılıkla suçluyor. 

İvan, Alyoşa’ya ilk başta tanırının varlığını açık bir şekilde kabul ettiğini söylüyor. Ama kafasını karıştıran bir şey de var:

“Eğer tanrı gerçekten var ise ve dünyayı yaratmışsa, o halde hepimizin çok iyi bildiği gibi onu Öklid geometrisine göre, insan aklını da ancak üç boyutu kavrayabilecek şekilde yaratmıştır.”

İvan’ın burada bahsettiği Öklid geometrisi, İsa’nın öncesine de dayanan, iki bin yıldır var olan tek geometriydi. Öklid’in Elemanları, ortaya koyduğu az sayıdaki ön kabullerle yaşadığımız dünyayı ve onun sunduğu geometri problemlerini yüzyıllar boyu kapsamlı bir şekilde açıklamaya yetti. Başka bir deyişle, kitabın yazıldığı 19. yüzyıl sonlarında, Öklid geometrisi dünyanın işleyişini açıklamak için kullanılan temel matematiksel önermelerden bazılarını oluşturuyordu.

İvan’ın eğitim geçmişini düşündüğümüzde matematiğin böyle basit bir kavram setinin bile tanrının ortaya koyduğu mucizelerle ve işlerle çelişebilmesi görmezden gelinebilecek şey değildi. Bu konu üzerine odaklanmak istiyor.

“Madem benim böyle bir düşünceyi bile kavramaya gücüm yok … o halde tanrıyı nasıl kavrayabilirim? Benim aklım Öklid prensiplerine göre işleyen, yani yalnız bu dünyayı kavrayabilecek bir akıldır. Böyle olunca, nasıl olur da dünyayla ilgisi olmayan bir konuda karar verebilirim?

“Bu bakımdan tanrının varlığını kabul ediyorum. Hem de bunu seve seve kabul etmekten başka, onun hikmetine, onun bizim hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir amacı güttüğüne, hayatın belirli bir düzen içerisinde olduğuna, bir anlam taşıdığına, günün birinde de güya hepimizin birleşeceği kusursuz düzene, hatta sonsuzluğa bile inanıyorum”

İvan, Alyoşa’nın değerler sistemini ciddiye almıyor. Çünkü kendisinin kurduğu anlam ve değer dünyası ile Alyoşa’nınki çatışma içerisinde. Tabii ki tanrıya inanmıyor İvan, var ise bile tanrının bugünkü haliyle insanlara kendini sunuşu ile alay ediyor, onu çağ dışı görüyor. Kardeşiyle bunu tartışmaktan da hiç çekinmiyor. Tutturduğu büyük iddialardan biri, bu kudretli tanrının insanları kavrayamayacakları bir meseleyle insanları sınamaya çabalaması. İki kardeş arasında geçen tüm diyalog boyu bunun üzerinde duracaktır İvan.

İvan konuşmasına devam ederken Rus insanının acımasızlığından, eğitimsizliğinden ve gösteriş meraklısı olmasından bahsederken bunu genelleştirmeye gidiyor ve “insanlar acımasızdır”a geliyor. Gazete küpürlerinden topladığı çeşitli haberleri anlatıyor Alyoşa’ya uzun uzun. Bir zamanlar tanıştığı bir haydudun soymak için girdiği evlerde tüm aileleri çocuklarıyla beraber işkence ederek öldürdüğünü anlatıyor mesela. Başka bir yerde Bulgaristan’daki Türklerin ve Çerkezlerin Slavları yakıp öldürdüğünü, asıp kestiğinden bahsediyor. Fransız bir ailenin bir çocuğu evlat edinip onu yabani bir hayvan gibi yetiştirdiklerini, çıplak ve aç bıraktıklarını anlatıyor. Kendisini savunma imkanı olmayan insanların daha da büyük gaddarlığa tabi olmasının kolaylığını anlatıyor. İnsanın işine geldiğinde vahşi bir hayvan gibi davranabilme özgürlüğünden şikayet ediyor. 

“Düşünüyorum da eğer şeytan olmasaydı, insan muhakkak onu, kendisini örnek alarak yaratırdı.” 

İnsanların işledikleri caniliklerden sonra kendilerini affettirme çabasıyla tanrıya bağlanmalarını ve suçlunun çevresindekilerin bu sözde aydınlanmaya alkış tutabilmelerini ve sevinmelerini anlatıyor. Çünkü Alyoşa’nın tanrısı her af dileyeni kucaklar. Bu sırada zulüm gören savunmasızlarsa dünya üzerinde acı çekmiş olmakla kalırlar.

“Minimini bir varlık ‘Allah baba’ kendisini savunsun diye yalvarıyor. Sen bu saçmalığa inanabiliyor musun?”. Alyoşa’ya; dostum, kardeşim, kendisini tanrıya adamış, nefsini yenmiş rahip adayım benim, bu saçmalığın hangi amaca hizmet ettiğini anlayabiliyor musun…çünkü o zaman insan kötülüğün de iyiliğin de ne olduğunu kavrayamazmış. Peki ama o allahın belası iyilikle kötülük insana bu kadar pahalıya mal olduktan sonra, onu öğrenmek neden gerekli oluyor?

Alyoşa, İvan’ın isyanına karşı yine anlayışla yaklaşmaya çalışıyor. Günahsız olan bir kişi var ki o kanını hepimiz için döktü, diyor. İsa’dan bahsediyor. İvan, özellikle İsa’dan söz açılmasını beklemiş olmalı ki heyecanla Alyoşa’ya gördüğü bir rüyayı anlatmak istediğini söylüyor.

Aslında iki kardeş arasında şimdiye kadar konuşulanlar İvan’ın bu hikayeyi anlatmasına zemin hazırlamıştı. İvan’ın bahsettiği başlıklar rüyadaki Büyük Engizisyoncu karakteri ile İsa’nın arasında geçen uzun konuşmada kendisini gösteriyor. Yazıda dikkati çekmek istediğimiz asıl mesele, Engizisyoncu’nun İsa karşısına koyduğu düşünce sistemi ve bunu ona karşı sunuş şekli olacaktır.

Bu giriş bölümünün ardından bir sonraki bölümde, İvan’ın isyanını temsil eden ve Engizisyoncu’nun sesinden dile gelen bu felsefi meydan okumanın derinliklerine inmeye çalışacağız.

ideo

ideo

Diğer içerikler

İvan’ın rüyası – II: Zenginliğin özgürlük üzerindeki egemenliği
Kültür-Sanat

İvan’ın rüyası – II: Zenginliğin özgürlük üzerindeki egemenliği

ideo
11 Ağustos 2025
The Banshees of Inisherin: İsyanı Alınmış İrlanda
Genel

The Banshees of Inisherin: İsyanı Alınmış İrlanda

Emine Ertaş
11 Ekim 2023
Mayskiy’in “Günlük”ü – Hazal Yalın yazdı
Kültür-Sanat

Mayskiy’in “Günlük”ü – Hazal Yalın yazdı

Hazal Yalın
14 Haziran 2025
ideo

© 2024 ideo

  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
  • Künye

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Türkiye
  • Dünya
  • Yazı
  • Künye

© 2024 ideo