“Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” söylemi şu soruyu beraberinde getiriyor: Kim için? Göçmenleri dışlayan, onları kriminalize eden ve sadece sermaye sınıfının güvenliğini önceleyenler için mi? Yoksa ülkenin tarihsel olarak gelişiminde rol oynamış milyonlarca emekçiyi de kapsayan, daha adil bir büyüklük mü?
Mehmet Yaşar Kaya
Donald Trump bir dönem aranın ardından yeniden ABD Başkanı seçildiğinde ilk dönemine kıyasla daha keskin bir “önce Amerika” siyasetiyle koltuğa oturdu. Ana akım siyaset bilimi yaklaşımlarında Trump’ın popülist bir lider olmasına yorulan bu siyasi çizgiyi, liderlerin karakteristik özelliklerini aşan ve kapitalizmin içinden geçtiğimiz evresinde bizzat kapitalist toplumsal ilişkilerin neden olduğu gerilimleri idare etmekte egemen sınıfların ve merkez siyasetin içine sürüklendiği çözümsüzlüğün ABD kapitalist toplumsal formasyonundaki bir semptomu olarak görmek gerekiyor. Nitekim, Trump gibi liderlerin dünyanın farklı coğrafyalarında 2008 finansal krizini izleyen yıllarda pıtrak gibi çoğalması da bu olgunun kapitalizmin küresel ölçekte etkisini hissettiren açmazlarıyla ilişkisini doğruluyor. ABD merkez siyaseti siyasal, ekonomik, ideolojik, kültürel vb. boyutların hepsinde etkisini hissettiren bütünlüklü bir toplumsal krize kitleleri ikna edecek ve rızalarını devşirecek çözümler sunamadıkça, Trump’ın “müesses nizamla” kavgalı siyaseti iktidara taşınabiliyor. Bu kavgayı yalnızca bir görünümden ibaret olarak ele almak toplumsal üretim ilişkilerinin karmaşık ve çok yönlü işleyişini hakkıyla ele alamamak tehlikesini taşıyor. Evet, Trump egemen sınıfsal çıkarlara yaslanıyor, hatta bizzat kendisi sermaye sınıfının bir üyesi olarak iktidar koltuğunda oturuyor ama ortada gerçek bir gerilim var. Trump’ın siyasal hareket alanının sınırlarını belirleyen sınıf ilişkileri bahsettiğimiz bu gerilimin de sınırlarını çiziyor ve onun göçmen karşıtlığı gibi gerici siyasi refleksler üzerinden gelişmesine neden oluyor.
Trump’ın ikinci dönemindeki kitlesel sınır dışı etme politikalarını ele almadan önce, göçmenlik ve göçmen sorununa dair birkaç şey söylemekte fayda var. Uluslararası göç, küresel bir olguya dönüşmüş olsa da bunun yarattığı toplumsal çalkantıları tarif etmek için kullanılan “göçmen sorunu” kavramının içeriği farklı coğrafyalarda farklı nitelikler alabiliyor. Örneğin Trump ve destekçilerinin ABD bağlamında öne sürdükleri göçmen sorunu ile ülkemizde on yılı aşkın süredir etkisini hissettiren göçmen sorunu bir ve aynı şey değil. Öte yandan farklı ideolojik içeriklerle doldurulabilecek bu kavram farklı şekillerde ele alınmaya da açık. Örneğin Türkiye’de Zafer Partisi’nin temsil ettiği gerici göçmen karşıtı pozisyon ile Devrim Hareketi’nin göçmen sorunu karşısında ortaya koyduğu devrimci çözüm aynı olguya bambaşka iki yaklaşımı temsil ediyor. Göçmen sorununa dair bu dipnotlarla yazıyı uzatmamızın nedeni meseleyi içinde bulunulan toplumsal formasyonun toplumsal bağlamından kopartılarak zaman ve mekânın üstünde bir anlam atfedilen sağcı göçmen karşıtı pozisyon ile solda etkili olan “mülteciler hoş geldiniz” (refugees welcome) ifadesinde somutlanan “politik doğrucu” (politically correct) pozisyonun kısır ikiliğinden çıkarmak.
Yeni dönem vaadi: “yasa dışı” göçle mücadele
Donald Trump, ikinci başkanlık dönemine tıpkı ilkinde olduğu gibi göçmen karşıtı vaatlerle başladı. Seçim kampanyasında özellikle “yasa dışı” ve “suçlu” olarak nitelendirdiği göçmenleri sınır dışı edeceğini defalarca dile getiren Trump, göreve gelir gelmez bu sözünü hayata geçirmek için harekete geçti. 20 Ocak’taki yemin töreninin hemen ardından, aralarında sınır dışı uygulamalarının genişletilmesi, doğumla kazanılan vatandaşlık hakkının iptali ve göçmen ailelerin ayrılması gibi çok sayıda sert önlemi içeren onlarca kararname imzaladı.
Trump yönetimi, ülkede bulunan “belgelenmemiş” göçmenleri kriminalize etmek amacıyla “yasa dışı” ifadesini kasıtlı biçimde kullanarak hem kamuoyunu yönlendirmeye hem de göçmen karşıtı politikalarına meşruiyet üretmeye çalışıyor. Bu kapsamda çıkarılan en dikkat çekici düzenlemelerden biri ise “Proclamation 10888” adlı başkanlık kararnamesi oldu. Söz konusu kararnameyle ABD’nin güney sınırındaki düzensiz göç akışı doğrudan bir “işgal” olarak tanımlandı. Kararname, bu söyleme dayanarak hem sınırdan girişleri geçici olarak askıya aldı hem de iltica başvurularını durdurdu. Ancak bu uygulama, ABD’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne dayalı sığınma yükümlülükleri ve kendi iç hukukundaki iltica hükümleriyle açıkça çelişiyor. Hâlihazırda yürürlükte olan yasalar, kimliği veya geliş biçimi fark etmeksizin sınırı geçen her bireye sığınma başvurusunda bulunma hakkı tanımakta. Proclamation 10888 ise bu hakkı keyfi biçimde askıya alarak anayasal güvenceleri ve uluslararası yükümlülükleri ihlal etmekte. Kararnamede geçen “işgal” ifadesi ise göçmenlerin bir ulusal güvenlik tehdidi olarak gösterilmesi yoluyla kriminalize edilmesi anlamına geliyor.
Trump’ın göreve gelir gelmez göç politikasını hızla yürürlüğe koymaya girişmesi bu hamlenin önceden planlanmış, organize bir hazırlığın ürünü olduğunu gösteriyor ve Trump’ın iktidara gelişini takip eden dönemde göçmen karşıtı siyasetin uygulamaya geçirilmesini sağlayan bir kadronun varlığına işaret ediyor. Yeni dönemde ABD’nin göçmen politikasını şekillendirmek üzere Trump tarafından oluşturulan ekibin öne çıkan bazı isimleri şunlar:
- Stephen Miller: Trump’ın ikinci döneminin başında İç Güvenlik Danışmanı olarak atandı. Yeni dönemde göçmen politikasının merkezinde yer alıyor; Trump’ın göçmenlikle ilgili imzaladığı kararnamelerin çoğunun taslağını hazırladı.
- Tom Homan: Trump’ın Sınır Çarı. Yeni dönemin göçmen politikasında aktif bir rol üstlenmiş göçmen karşıtı isim. ICE (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza) eski geçici direktörü; ikinci dönemde “White House Executive Associate Director of Enforcement and Removal Operations” unvanıyla göçmen gözaltı ve sınır dışı politikalarının uygulanmasındaki baş figür.
- Kristi Noem: Sınır geçişlerini durdurmak için eyaletinin Ulusal Muhafızlarını Teksas’a gönderen ilk vali olmasıyla biliniyor. 25 Ocak 2025’te Senato onayıyla ABD İç Güvenlik Bakanı oldu. Bakanlığın göçmen politikalarının uygulayıcısı ve bürokratik gözetmeni.
Trump liderliğinde yaklaşık altı aydır ABD’nin göçmen politikasını yöneten bu ekip şimdiden ciddi sonuçlara neden olan uygulamalara imza attı. Resmi verilere göre 2025 yılının başından bu yana ABD’de büyük çoğunluğu Meksika sınırındaki Teksas eyaletinden olmak üzere 71,405 göçmen sınır dışı edildi, 66,886 göçmen ise tutuklandı.
Öne çıkan sınır dışı etme ve tutuklama vakaları
Trump’ın ikinci başkanlık döneminde sınır dışı edilen göçmenlerin sayısı hızla artarken, bazı vakalar yasa dışı uygulamaların ulaştığı boyutları göstermesi bakımından öne çıkıyor. Yasal sürecin işletilmediği tutuklamalar ve keyfi sınır dışı kararları, yeni yönetimin göçmen karşıtı politikalarının geldiği noktayı çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Medyada geniş yer bulan bu vakalardan bazıları şöyle özetlenebilir:
- Andry José Hernández Romero: Kaliforniya’ya iltica başvurusu kapsamında resmi bir randevuya katılmak üzere giriş yapan Hernández, Venezuela’da eşcinsel bir erkek olarak yaşamının tehdit altında olduğunu belirtti ve bu gerekçeyle ABD’ye sığınma talebinde bulundu. Ancak başvurusu sürecindeyken tutuklanan Hernández, vücudundaki bazı dövmeler nedeniyle Venezuela’nın şiddetli suç örgütlerinden biri olan Tren de Aragua ile bağlantılı olmakla suçlandı ve hakkında herhangi bir somut delil bulunmamasına rağmen, Mart 2025’te sınır dışı edildi.
- Kilmar Abrego Garcia: Salvadorlu Kilmar Abrego García, Trump’ın ikinci döneminde yürütülen göçmen karşıtı politikanın en açık kurbanlarından birini temsil ediyor. Garcia, yasal koruma statüsüne sahip olmasına rağmen MS‑13 adlı silahlı suç örgütü ile bağlantısı iddiasıyla sınır dışı edildi. Daha sonra bunun bir “idari hata” olduğu ortaya çıktı.
- Mahmoud Khalil: New York’taki Columbia Üniversitesi’nden yeni mezun olan 30 yaşındaki Filistinli Mahmoud Khalil, geçtiğimiz yılki Filistin yanlısı protestolarda öne çıkan isimlerden biriydi. Yeşil kart sahibi olan Khalil, mart ortasında hamile eşinin gözleri önünde yasal bir gerekçe sunulmadan gözaltına alındı. Haziran ayına kadar Louisiana’daki bir göçmen gözaltı merkezinde tutuldu.
- Mohsen Mahdawi: 14 Nisan’da, ABD vatandaşı olmak için girdiği rutin mülakat sırasında Vermont eyaletinin Colchester kentinde ICE (ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza) yetkilileri tarafından gözaltına alınan Mahdawi, geçen yıl Columbia’daki Filistin yanlısı protestolarda ön saflarda yer alan öğrencilerden biriydi. Mahdawi’nin tutuklanmasına gerekçe olarak Göçmenlik ve Vatandaşlık Yasası’na (INA) atıfta bulunarak, Mahdawi’nin Orta Doğu barış sürecini potansiyel olarak baltalayabileceğiydi.
- Rasha Alawieh: Lübnanlı bir nefrolog olan ve Brown Üniversitesi Böbrek Hastalıkları ve Hipertansiyon Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Alawieh Boston, H‑1B akademik vizesine sahipken Boston’da havaalanında gözaltına alındı. İddiaya göre telefonundaki Hizbullah görselleri gerekçe gösterilerek vizesi iptal edildi.
- Rümeysa Öztürk: Türkiye vatandaşı olan ve yasal vizeyle ABD’de bulunan Öztürk’ün tek “suçu”, Tufts Üniversitesi’nin İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına verdiği tepkiyi eleştiren bir öğrenci gazetesi köşe yazısı kaleme almak oldu. Mahkeme kararına açıkça aykırı biçimde Louisiana’daki bir gözaltı merkezine sevk edilen Öztürk, burada “güvensiz ve insanlık dışı koşullarda” ihmal ve istismara uğradığını ifade etti.
ABD, Göçmenleri panama’ya gönderdi
Yukarda sıralanan vakalar Trump’ın ikinci başkanlık döneminde gerçekleşen göçmenlere yönelik sınır dışı etme ve tutuklama uygulamalarının sadece birkaçı. Hukuksuz uygulamalara sahne olan bu örneklerin yanı sıra Trump yönetiminin göçmen karşıtlığı söz konusu olunca uluslararası hukuku ve ABD iç hukukunu tanımadığını gösteren başka bir gelişmeye daha değinmek gerekiyor. 12-15 Şubat 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen üç farklı uçuşla toplam 299 üçüncü ülke vatandaşları ABD tarafından hiçbir yasal işlem başlatılmadan Panama’ya sınır dışı edildi. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verilerine göre, 18 Mart’a kadar bu kişilerin 179’u kendi ülkelerine “yardımlı gönüllü dönüş” programı kapsamında gönderildi. Ancak gözaltı koşulları, bilgilendirme eksiklikleri ve uygulanan baskılar, bu dönüşlerin gerçekten gönüllü olup olmadığını sorgulatıyor. Bu kişiler, Meksika sınırından ABD’ye giriş yaptıktan sonra yalnızca kısa süreliğine gözaltında tutuldu. Ancak bu süre zarfında aileleri ve avukatlarıyla iletişim kurmaları engellendi, dondurucu soğuk koşullarda tutuldukları rapor edildi. Üstelik Panama’ya gönderilmeden önce kelepçelenip zincire vuruldular ve nereye götürüldükleri hakkında kendilerine ya yalan söylendi ya da bilgi verilmedi. Bu kişilerin bir kısmı Panama’ya varınca sığınma talebinde bulundu; ancak ABD’de bu taleplerin hiçbirine olanak tanınmadı. ABD hükümeti, sığınmacı statüsünde olabilecek kişileri usulüne uygun yargılama yapmadan ve sığınma hakkı tanımadan sınır dışı ederek uluslararası hukuku açıkça ihlal etti.
ABD’nin merkezi pozisyonu giderek zayıflıyor
ABD, kuruluşundan bu yana göçle şekillenmiş bir ülke. “Amerikan Rüyası” motifi, farklı coğrafyalardan insanların daha iyi bir yaşam umuduyla bu ülkeye yönelmesinden doğmuştu. Ancak Trump, “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak” söylemiyle bugün herkesin uyandığı bu rüyayı yeniden inşa etme iddiasında bulunsa da bu rüyayı görecek olan göçmenleri ülkeye sokmamakta ısrarcı davranıyor. Bu çelişkiyi yalnızca Trump’ın sorunlu kişisel eğilimleriyle açıklamak yeterli olmayacaktır. Asıl soru, bu tutarsızlığın kaynağında Trump mı var yoksa küresel kapitalizmin geldiği aşamada ABD’nin konumu mu? ABD, tarihsel olarak dünyanın farklı bölgelerinden – özellikle de Küresel Güney’den – hem nitelikli hem de niteliksiz iş gücünü kendine çeken bir merkez işlevi gördü. Bu süreçte göç, yalnızca demografik değil aynı zamanda ekonomik ve kültürel gelişimin de temel taşı olageldi. Ancak bugün ABD’nin bu merkezi pozisyonu giderek zayıflıyor. Ne var ki, ABD siyasi düzeninin Trump’ta temsil bulan bir kanadı bir yandan ABD’nin küresel düzenin hâlâ lideri olduğunu iddia ederken, diğer yandan sınırlarına gelen göçmenleri tehdit olarak görmeye başlıyor.
Trump’ın göçmen karşıtı politikaları bu açmazdan doğan bir çelişki içinde şekilleniyor. “Bu ülke artık göçmenleri kaldıramıyor” diyor ama ABD’nin özellikle yüksek eğitimli ve uzmanlaşmış iş gücüne duyduğu ihtiyaç hâlâ sürüyor. Bu nedenle, Trump’ın göç politikalarına karşı çıkan bazı sermaye grupları, aslında bu ihtiyacın farkında oldukları için itiraz ediyorlar. Bugün ABD ekonomisi, teknoloji, sağlık, akademi ve mühendislik gibi pek çok alanda göçmen emeğine bağımlı durumda. Dolayısıyla, “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” söylemi şu soruyu beraberinde getiriyor: Kim için? Göçmenleri dışlayan, onları kriminalize eden ve sadece sermaye sınıfının güvenliğini önceleyenler için mi? Yoksa ülkenin tarihsel olarak gelişiminde rol oynamış milyonlarca emekçiyi de kapsayan, daha adil bir büyüklük mü? Trump’ın cevabı net gibi görünüyor.