TÜSİAD’ın en yetkili iki ismi olarak Yönetim Kurulu ve Yüksek İstişare Kurulu Başkanlarının iktidara yönelik eleştirilerinin yankısı sürüyor. Keza aynı isimlerin bizzat iktidar tarafından servis edilen adliye görüntülerinin de.
TÜSİAD iktidarı eleştirir, iktidar çevreleri bayatlamış “vesayet” suçlamasıyla yanıt verir, iktidarın en yetkili kişisi “Artık eski Türkiye yok” diye posta koyar… Birkaç yıllık aralarla tekrarlanan rutin döngü, bu kez yargının da işin içine girdiği daha gürültülü bir biçimde yaşandı.
Yaşanan sürecin gerçek bir gerilimi ifade ettiği açık. Alınması gereken tutum, gerilimin niteliğine göre belirlenmek durumunda. Hayatın gerçekleriyle sınanarak teorik değer kazanmış ezberlerden başlamak en doğrusu.
AKP bir karşı-devrim iktidarı olarak emek düşmanı, gerici bir ajandaya yaslanıyor. Haliyle AKP iktidarına karşıtlıkta kafa karışıklığına yer yok. “Patronlara da dokunuyorlar” diye avunmaya da. Zaten gündemde böyle bir eğilim de yok ama tersi var. Marx’ın bambaşka bir tarihsel dönem için yaptığı “burjuvazinin devrimciliği” tespitinin arkasına saklanılarak yapılan kof TÜSİAD övgüleri ve ilgili TÜSİAD yöneticileri için pompalanan “köylü çocuğu” efsanesi bir yana, TÜSİAD’ın çıkışına bir biçimde olumluluk atfeden tüm yorumları da böyle değerlendirmek lazım. “TÜSİAD’ın ne olduğunu biliyoruz” cümlesini takiben gelen “ama”lar, TÜSİAD’a yönelik eleştiriyi “konuşmakta geç kalmak” ile sınırlı tutanlar, TÜSİAD’la ilgili gerilimi doğrudan emekçi halkı hedef alan saldırılarla aynı cümle içinde ananlar…
TÜSİAD’ın sicili
Teorik değer kazanmış ezberlerimiz AKP için olduğu kadar TÜSİAD için de geçerli. Bir patron örgütü, üstelik büyük sermayenin en büyük temsilcilerinin örgütüdür. Resmi web sitesinde yer alan bilgilere göre bugün 4 bin 500’e yakın şirketin temsil edildiği, toplamda kamu dışı milli gelir ile kamu ve tarım dışı kayıtlı istihdamın yüzde 50’sini, enerji ithalatı hariç dış ticaretin yüzde 85’ini ifade eden bir temsil gücü söz konusu. Bir patronlar kulübü olmanın ötesinde “en büyük sömürücüler” kulübü…[1]
12 Mart müdahalesinden kısa bir süre sonra, 2 Nisan 1971 tarihinde TOBB’da etkin olmaya başlayan küçük-orta ölçekli sermaye karşısında büyük sermaye lehine ağırlık oluşturmak için yola çıkan, kendini sermaye sınıfı içi rekabetle sınırlamayıp kurulduğu günden itibaren dönemin işçi-gençlik-aydın dinamizmine dayalı devrimci yükselişini durdurmak için darbecilerle kafa kafaya verenlerin kulübü…
Daha 1970’lerin ilk yıllarında serbest dış ticareti ilk savunanlardan olmakla övünen, 1973 tarihli “Türkiye-AET İlişkilerinin 10. Yılı Semineri Özet Raporu”nda AB’nin kurumsal önceli olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’yla (AET) entegrasyonun başbakan yardımcılığı düzeyinde ele alınarak devlet politikası haline gelmesini savunan, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) bu politikayla uyumsuzluğundan yakınarak Türkiye’de kamuculuğun, kalkınmacılığın kurumsal kazanımlarına tahammülü olmadığını gösterenlerin kulübü…[1]
Korkut Boratav’ın çok yerinde bir kavram seçimiyle “sermayenin karşı saldırısı” diye adlandırdığı 80’li yılların ekonomik doktrinini ortaya koyan 24 Ocak kararlarının birinci yıldönümünde yayımladığı “1981 Yılına Girerken Türk Ekonomisi” başlıklı raporda “Türkiye 1980’de bir ekonomik politikayı uygulamaya çalışırken senenin ilk dokuz ayında siyasi istikrarsızlığın ve bunalımların Cumhuriyet döneminin doruk noktasına çıktığı ve Eylül ayının ikinci yarısından itibaren birdenbire siyasi istikrara kavuştuğu dönemleri bir arada yaşamıştır” ifadeleriyle Türkiye’ye kan ağlatan 12 Eylül darbesini ve zorbalıkla kotarılan neoliberal dönüşümü coşkuyla karşılayanların kulübü…[1][2]
Yani AKP’yi yaratan Amerikancı, piyasacı, gerici karanlığı her daim destekleyenlerin ve AKP’li yıllarda da emek düşmanı politikalardan nemalanan, özelleştirme yağmasından aslan payını alanların kulübü…
TÜSİAD neden konuşur?
TÜSİAD’ın genel eğilimi, parti siyasetine doğrudan angaje olmaksızın büyük sermayenin genelinin ortaklaştığı ekonomik ve politik çerçeveyi iktidar ve düzen muhalefetine hatırlatacak müdahalelerde bulunmak. Bu müdahaleler, kimi zaman büyük sermayenin Türkiye’nin sermaye birikim modeliyle ilgili sıkıntılarının yoğunlaştığı uğraklarda gelir. Bu yazıda örnek verdiğimiz 1973 ve 1981 tarihli raporların işlevi buydu.
Keza serbest piyasa düzeni ve patronların mülkiyet hakkı herhangi bir düzeyde tartışma konusu haline geldiğinde de ses TÜSİAD’dan gelir. Konunun doğrudan TÜSİAD sermayesiyle ilgili olması şart değil, sermaye sınıfının ortak çıkarları TÜSİAD’ın hassas noktasıdır. Örneğin 2020’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun “beşli çete projelerini kamulaştırma” vaadi, Kılıçdaroğlu ve partisinin bu yönde gerçek bir irade göstermesi muhtemel olmadığı halde TÜSİAD tarafından şuyuu vukuundan beter sayılarak eleştirilmiştir.[3]
Gündemdeki çıkış, bu gerekçelerle kısmen ilgili olabilir. Mehmet Şimşek programı büyük sermayenin beklentilerini merkeze almasına rağmen TÜSİAD ya da TÜSİAD sermayesi içinde belirli bir öbek bu programdan alınan verimi yeterli bulmuyor, programın kimi iç çelişkilerinden kaygılanıyor olabilir. Ya da TMSF’ye ekonomik çıkar amaçlı suçlar nedeniyle şirketlere kayyum atama yetkisi verilmesi, iktidarla ilişkisi kırılganlık taşıyan sermaye gruplarını huzursuz etmiş olabilir. Bunlar ve başka olası faktörler, AKP iktidarının uzun süredir devam eden görece parçalı ve krizli yapısı bağlamında daha fazla anlam kazanıyor.
AKP iktidarının başkanlık sistemine geçişle resmiyet kazanan son birkaç yıldaki yönetim tarzı, krizleri siyaset alanının Erdoğan’ın kişisel liderliğine daraltılması yoluyla çözmeye dayanıyor. Liderin otorite ve yetkisini hukuken mutlaklaştıran bu model, 15 Temmuz darbe girişiminde zirvesine tanık olduğumuz bir krizler silsilesini aşmaya yönelik bir açılımdı. Ancak toplumda doğal olarak biriken çelişkilerin bir biçimde akacağı siyaset kanallarının kapatılması krizleri kronik hale getiriyor. Öngörülemezlik artıyor. Bu tablo, TÜSİAD’da temsil edilen büyük sermaye gruplarının bugüne değilse de yakın geleceğe dair kaygılarını artırıyor. TÜSİAD’ın toplumda rahatsızlık yaratan güncel gelişmelerle ilgili pozisyon alma gereği hissetmesi, bu kaygılarla ilişkili olmalı.
Şimşek programının emek düşmanlığına yönelik toplumsal huzursuzluk artıyor. Bunu iktidar da görüyor TÜSİAD da. Bu da “aynı gemide” yol alan bu unsurların aralarındaki gerilimleri tetikliyor, uyumlarını zedeliyor. Toplumdaki huzursuzlukla bir biçimde ilişki kurma gereğini iki tarafa da dayatıyor. Patronlar bu tabloda kuralsızlık, denetimsizlik ve hukuksuzluk örneklerine yönelik tepkilerin sözcülüğüne soyunmaya kalktı. İktidar da bu bahaneyle yoksulluğa ve derinleşen sömürüye yönelik tepkilerin siyasi sorumluluğundan sıyrılmaya çalıştı.
Sermaye dostu muhalefet
Fikir ayrılığı ve karşılıklı huzursuzluğun bundan sonraki seyri bir yana, gündemin patronlar ile patronların iktidarı arasındaki gerilimden hareketle şekillenmesi ikisinin de işine geldi. Emekçi halkın boğazını sıkan Şimşek programındaki suç ortaklığı unutuldu, başka konular öne çıktı. Örneğin AKP’li tekstil patronunun işletmesinde sendikalaşma mücadelesi veren BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen’in tutuklanması, muhalif basının dahi gündeminden düştü. Varsa yoksa TÜSİAD, varsa yoksa patronların demokrasi sevdası… Bunun esas olarak CHP tarafından temsil edilen büyük sermayeye desteğine dayalı siyaset kurgusuyla da ilgisi var.
TÜSİAD’ın 50. yılını geride bırakırken Ekim 2021’de kamuoyuna duyurduğu “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” raporuna dair incelememizde Türkiye’de muhalefetin ideolojik çerçevesinin bütünüyle TÜSİAD sermayesi tarafından belirlendiğinin altını çizmiş, sosyalist hareketin bu düzleme “soldan” ya da “emekçi perspektifinden” katkı yapma yanılgısını bir kenara bırakması gerektiğini savunmuştuk.[4]
Altılı masa, temel olarak TÜSİAD çizgisinde en geniş koalisyonun kurulması projesiydi. “Tek adayla girip ilk turda işi bitirelim” stratejisi de TÜSİAD programı zeminindeki mutabakatın bir tür koordinatör Cumhurbaşkanı şahsında somutlanmasını ifade ediyordu. Bugün İmamoğlu başta olmak üzere “kazanacak” ya da “sokakta karşılığı olan” aday seçenekleri üzerinden yürüyen tartışma da AKP karşısında yenilginin esas nedeni olan altılı masa siyasetinden farksız.
Sağ seçmenden kim oy alır, hangi aday İç Anadolu’da hangisi Karadeniz’de daha popüler, Kürt seçmenden kim oy alır, CHP seçmeni dışında kimin popülaritesi daha yüksek… Halkın boğazını sıkan emek düşmanı politikalardan çıkış konuşulmasın, güney komşumuzda emperyalizm maşası El-Kaide unsurlarının iktidara taşınmasının yarattığı karanlık tartışılmasın, karşı-devrimin yarattığı yıkım nasıl ortadan kaldırılır diye kafa yorulmasın, halkın kendi kaderini eline almak için mücadeleye örgütlenmesi bir yana evinde oturup tarihi belli olmayan seçimlerde oy kullanmak dışında irade koymaması için iktidarla fiilen işbirliği yapılsın…
Muhalefetin TÜSİAD’da demokrasi savaşçısı görmesi, bu sağlıksız siyaset anlayışının ürünü. Altılı masa çöpe gitti, fikirleri hala hegemonik.
Notlar:
[1] Refik Sina, “TÜSİAD’ın 50. Yılı Üzerine: En Büyük Sömürücülerin Kısa Tarihi,” Dsosyal, 2 Nisan 2021. Kaynak: TÜSİAD’ın 50. Yılı Üzerine: En Büyük Sömürücülerin Kısa Tarihi | Dsosyal
[2] TÜSİAD, “1981 Yılına Girerken Türk Ekonomisi,” 23 Ocak 1981 Kaynak: turk-ekonomisi-ocak-1981.pdf
[3] “TÜSİAD’dan uyarı” Patronlar Dünyası, 24 Eylül 2020. Kaynak: TÜSİAD’dan uyarı: Herhangi bir özel şirketin mülkiyet haklarını çiğneyecek bir şekilde kamulaştırılması asla söz konusu olmamalıdır – Patronlar Dünyası
[4] Mithat Çelik, “TÜSİAD Raporu: Sermayenin Rotası Belli, ya Solun?” Dsosyal, 25 Ekim 2021. Kaynak: TÜSİAD Raporu: Sermayenin Rotası Belli, Ya Solun? | Dsosyal