Gezi Direnişi’nin üzerinden 10 yıl geçti. Halkın direnme hakkını kullanarak AKP iktidarının karşısına dikildiği bu görkemli isyan, bugün Yargıtay kararıyla gündemde.
TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın şahsında seçme-seçilme hakkının gasbına vesile edilen Gezi Davası, AKP’nin 10 yıldır ısrarcı olduğu “darbe” ve “dış güçler” senaryosu için işlevselleştiriliyor. “Faiz lobisi”nden Fetullahçı çeteye pek çok karanlık odakla ilişkilendirilen Gezi Direnişi, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleriyle paralel olarak Yargıtay kararında da darbe girişimi ve terör eylemi olarak tanımlanmış durumda.
10 yılın ardından Erdoğan’ın kişisel mesele haline getirdiği Gezi’nin aslında ne olduğunu ve Gezi’yi doğuran öncülleri yeniden hatırlamak şart.
Mesele “üç beş ağaç” mıydı?
Bir dönem kimi liberal çevreler Gezi’yi devrimci potansiyelinden arındırmak, Gezi’den bir çevre hareketi efsanesi çıkarmak için direnişi mekansal olarak Gezi Parkı’na, içerik olarak da parkın korunmasına hapsedip Gezi’yi bir tür doğa savunusuna indirgemeye çabalardı. Gezi’yi tersinden doğru yorumlayan iktidar çevreleri ise “Mesele ağaç meselesi” değil diyerek direnişin daha büyük anlamları olduğunu vurgulayıp onu terör umacısıyla ilişkilendirmeyi tercih ederlerdi.
Eylemlerin çıkış noktası Gezi Parkı’nda ağaçlar kesilerek Osmanlı dönemi Topçu Kışlası’nı model alan bir AVM yapılması planına yönelik itirazdı, ancak eylemler hızlı bir biçimde boyut değiştirdi. Meslek odaları ve çevreci grupların AVM projesine muhalefetle sınırlı eylemlerinin yoğun polis şiddetiyle karşılaşması halkın geniş kesimlerinde büyük tepki uyandırmıştı. Eylemcilere yönelik şiddetin tırmandığı ve ağaçları korumak için parkta sabahlayan yurttaşların çadırlarının yakıldığı görüntüler bardağı taşırdı. Artık sadece Gezi Parkı değil, tüm Türkiye eylem alanıydı. Hedefte ise sadece AVM projesi değil, o tarihte 11 yılı geride bırakmış AKP iktidarının tüm sicili vardı.
AVM projesine tepki anlamlıydı, zira Gezi Parkı’na AVM, AKP’nin rantçı ve çevre düşmanı kent politikasının doğrudan ürünüydü. Ancak Gezi’de karşısında durulan sadece bu proje ya da rant politikaları değil, AKP eliyle yürütülen karşı devrimin tamamıydı. İçki yasaklarından kadınların etek boylarıyla ilgili dönemin Başbakanı’nın saldırgan ifadelerine her yerde karşımıza çıkan gerici dayatmalar, siyasi davalar yoluyla adaletin katledilmesi, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarına “iki ayyaş” diye hakaret edilmesi, Türkiye’nin Suriye’de savaş batağına sürüklenmesi… ülkenin tüm kentlerine yayılan eylemlerde hedef alınan bunlardı.
Gezi, devletten tasfiye edilen Cumhuriyet’in yurttaşlar eliyle ayağa kaldırılışını simgeliyordu. “Her şeyi kendimizden bekleriz” denilerek kurulan Cumhuriyet’in yetiştirdiği yurttaşlar Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa nutkuyla uyumlu olarak ellerinde Türk bayraklarıyla meydanları dolduruyor, karşı devrimci AKP’ye karşı direnme hakkını kullanıyordu.
Mesele mekan olarak Gezi’den ibaret değildi, ama karşı karşıya gelişin Gezi Parkı’na Topçu Kışlası vesilesiyle olması da tarihin ironisiydi. Gezi Parkı, direnişten 104 yıl önce, 1909’da Hürriyet Devrimi’ni boğmayı hedefleyen 31 Mart darbe girişiminin merkez üssü olan Topçu Kışlası’nın yerine kurulan bir park. İstanbul’un kısa süreliğine karşı devrimcilerin eline geçtiği 31 Mart gerici ayaklanması Mustafa Kemal’in de aralarında bulunduğu ilerici subayların önderliğinde Balkanlardan başkente yürüyen Hareket Ordusu’nca bastırılacak, Topçu Kışlası da bu esnada kullanılamayacak ölçüde hasar görecekti. 31 Martçılarla Hürriyetperverler 104 yıl sonra bir kez daha aynı mekanda karşı karşıya gelmişti. Geçtiğimiz yüzyılda Abdülhamid’in tahttan indirilmesine giden yolun açıldığı mekan, 2013’te ise devletten tasfiye edilen Cumhuriyet’in bu topraklardan kazınamayacağının ilan edildiği mekan oluyordu.
Peki, Gezi’ye nasıl gelindi?
Halk hiç teslim olmadı
Gezi, ulaştığı boyut itibariyle öngörülemeyen bir ayaklanma olarak kısmen şaşırtıcı olduysa da tamamen sürpriz olmadı. Halkın AKP’ye karşı harekete geçeceğinin işaretleri mevcuttu.
Gezi Direnişi’nden altı ay önce “ODTÜ Ayakta” eylemleri yapılıyordu. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın gittiği ODTÜ’de üniversite öğrencilerine yönelik polis saldırıları ülke genelinde infial uyandırmış, tüm üniversitelerde ODTÜ’yle dayanışma eylemleri yapılmaya başlanmıştı. Devrim Stadyumu “ODTÜ Ayakta” diyen üniversitelilerce doldurulurken havuz medyası ODTÜ’ye ve gençliğe nasıl saldıracağını şaşırıyordu. Devamında pek çok öğrenci kulüp ve topluluğunun katılımıyla Üniversite Kongresi toplanmış, gericiliğe karşı mücadele iradesini ortaya koyan binlerce üniversitelinin katılımıyla Fikir Kulüpleri Federasyonu yeniden kurulmuştu.
Oradan az daha geriye gidildiğinde 2009 sonlarında Ankara’da başlayan Tekel işçilerinin direnişi, 2011 baharında Fetullahçı çetenin sınav sorularını çaldığının ortaya çıkmasıyla binlerce gencin sokağa indiği liseli eylemleri, 2012’de AKP’nin kürtajı yasaklama girişimine karşı kadın eylemleri ve daha nice hak mücadelesi…
Havuz medyasının şaibeli bağlantılara sahip kimi unsurları öne çıkarma çabaları bir yana, Gezi’nin sahibi halktı. Gezi Parkı’ndaki eylem ve etkinlikleri koordine eden Taksim Dayanışması dahil hiçbir odağın tek taraflı olarak yönlendiremediği Gezi Direnişi, alanlardaki örgütlü sosyalist öbeklerin dirayetinin de katkısıyla Erdoğan’ın “Turuncu Devrim” senaryosunun aksine ilerici, yurtsever bir halk hareketi olarak gerçekleşti. Özelleştirmelerden Ortadoğu’da savaş politikalarına, laikliğe saldırılardan kadın düşmanlığına AKP’nin halk düşmanı karşı devrim projesi kabul görmüyordu. İtiraz karşı devrimeydi. Halk, AKP’nin Türkiye’ye biçtiği elbiseye sığmıyordu.
Bu anlamda İslamcı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı yapılmasına karşı 2007’de milyonlarca yurttaşın bir araya geldiği Cumhuriyet mitingleri de Türkiye’nin ABD emperyalizminin tetikçisi olarak Irak Savaşı’na dahil edilmesine karşı yükselen ve 1 Mart 2003’te savaş tezkeresinin TBMM’den geçmesini engelleyen anti-emperyalist eylemler de Gezi Direnişi’nin öncülleri arasındaydı. Gezi, karşı devrimi kabullenmeyen geniş halk kesimlerinin tepkisinin aktığı kanal olmuştu.
10 yıl sonra
Gelinen noktada Gezi’nin ortaya çıkardığı potansiyelin düzen güçlerince boğulduğunu saptamak durumundayız. Halkın kitlesel ve eylemli olarak öne çıktığı, direnme hakkını kullandığı bu görkemli isyan, iktidarın şiddetli saldırıları ile düzen muhalefetinin sandıkla sınırlı ufku arasında sıkışarak sönümlendi. Geride sosyalistler için siyaset dersleri bırakarak…
Yargı kararları ve yandaş medya manipülasyonlarıyla tarih yeniden yazılmaya çalışılsa da nafile. Gezi halktır, halkındır. Gezi Türkiye’dir.