CHP’nin Gerileme Düsturu
Baykal’cılık üzerinden CHP’ye bakmaya devam ediyoruz. İlk bölümde, Baykal’ın yüzeydeki, “pratik” politikası içindeki tutuculuğunun izini sürmüştük.
Öte yandan, Deniz Baykal’ın Türk siyasetine en az Siirt seçimleri kadar derinlikli bir müdahalesi sıklıkla gözden kaçırılıyor. Oysa bu müdahale, Erdoğan’a karşı muhalefeti alttan alta belirlemiş ve 2023 seçimlerindeki skandal yenilgide başrol oynamıştır: Baykal 2007 yılında, kamuoyunda cumhuriyet duyarlılığının zirvede olduğu dönemde, CHP’nin cumhuriyetçi tabana yaşattığı bir başka “beklenmedik” seçim yenilgisi sonrasında “ben değil, merkez sağ çöktü” formülasyonunu tedavüle sokarak muhalif kamuoyunun önüne lezzetli bir zehir bırakmıştı.
Elbette, AKP’nin yükselişini merkez sağın çöküşüne bağlayan açıklamalar daha 2002 yılında, plaza medyası sütunlarında tek tük işlenmeye başlamıştı. Ama Deniz Baykal 2007’de bu sermaye klişesini siyasetin göbeğine oturttu. Bu formül, ilginçtir, Baykal’ı sorumluluktan azade kılmakla kalmıyor; AKP’nin karşıdevrim sürecinde muhalefetin aracını ve aktörlerini yeniden belirliyor, bu anlamda strateji ve taktiklerin üstüne çıkan bir (program değil) düstur mertebesinde kabul görüyordu.
Her şeyden önce, düstur, mantığı başaşağı çevirmişti. Baykal, bu açıklamasıyla AKP’nin yükselişi ile merkez sağın 2002’ye kadarki sicili arasındaki bağı kopararak merkez sağı temize çekiyordu. Devletçiliğe karşı özelleştirme, parlamentarizme karşı başkanlık, hukuk ihlal ve anayasaya karşı keyfilik, laikliğe karşı dinsellik, bürokrasiye karşı partizanlık, sosyal haklara karşı sadakacılık… AKP karanlığının 12 Mart değilse 12 Eylül Darbesi’nden beri sağın merkez ve aşırı fraksiyonları tarafından aşama aşama örülen bu sütunlar üzerinde yükseldiği gerçeği ihmal ediliyor, sorunun kendisi çare gibi gösteriliyordu. Baykal bu düsturu CHP’nin başından indirildikten sonra, 2011 yenilgisi ertesinde de hatırlatacak ve “Eskiden bir merkez sağ vardı. Bugün iş başındaki hükümetin uygulamalarına ‘evet’ der miydi? Merkez sağ bunlara karşı çıkan bir merkez sağdı,” diyecekti.
Baykal’ın besbelli üniversite yıllarından biriktirdiği sağ hayranlığı siyaset sahnesini ona terk etme sınırına varmıştı: Bu düstur Türkiye’de yürüyen karşıdevrimin çözüm anahtarını sağa veriyor, böylelikle, mantıksal sonucu olarak, ana muhalefet partisi CHP’nin temel görevini de, Türk sağının boşluğunu gerek kendisi sağa kayarak gerek sağı yeniden inşa ederek doldurmak olarak belirliyordu. 12 Eylül sonrasında zaten kimlik kargaşasına düşmüş sosyal-demokrasinin ve CHP’nin ilkesizleşmesi ve programsızlaşmasında bir eşik böylelikle atlandı. CHP’nin, bugün istifa eden Gürsel Tekin gibi siyaset esnafları için harika bir panayıra dönmesi önünde hiçbir engel kalmadı.
Düsturun, cumhuriyet mitinglerinde sol kemalist bir kitle hareketinin ayyuka çıktığı dönemde ortaya atıldığını, bu anlamda kitlenin eğilimine bütünüyle ters istikamette olduğunu vurgulayalım. Bununla sıkıca bağlantılı olarak, Baykal’cılık tam da 2007’de AKP’ye karşı yükselen toplumsal direnci eriten bir asit işlevi görüyordu. CHP’yle birlikte muhalif kamuoyunun dikkati İslamcı tehlikeye karşı cumhuriyetin korunmasından (AKP’nin ilerleyişini engellemek için yeterli değilse de gerekli koşul olan ve milyonluk kitlelerce sahiplenen bu refleksten) partiler içi bizans oyunlarına çevrildi. AKP’ye karşı antagonistik bir siyaset izlemek yerine, AKP’yi içerme politikasına geçildi. Dolayısıyla, siyasetin mekânı giderek daha fazla, dünyanın en adaletsiz ve giderek daha denetimsiz seçim sistemi sınırları içinde sandık hesaplarına ve AKP’den oy çalmaya çevrildi. Sedat Ergin’in “çözüme katkı sağlama” dediği konsept aslında Baykal’ın AKP’ye tepkili kitleleri bilimsel kavramla bir “burjuva uzlaşmasına” sürükleme hamlesinden başka bir şey değildi. Ecevit’in olmadığı bir sahnede CHP-MSP hükümeti ruhunu diriltmek ona düşmüştü.
Elbette, Baykal’cı düstur bu mantıksal sonuçlarına tümüyle Baykal döneminde varmadı. Parlamento dışı muhalefetin pasifize edilemediği, özellikle Gezi gibi tarihsel bir başkaldırının damgasını vurduğu koşullar yanında, düsturun işlemesi için bir de Baykal’ın mantıksal sonucu olan Kılıçdaroğlu’nun CHP başına geçmesi gerekecekti – bir de İslamcılığın cumhuriyetçi tabanı “CHP denetiminde” daha da çaresiz bırakması.
AKP’nin seçim başarısını bir merkez sağ yokluğuna bağlamak, CHP liderliğinden cumhuriyetçi tabana aşılanmış bir zehirin formülüdür. Bu, her demagoji gibi aynı anda öyle basit ve öyle lezzetliydi ki siyaset kulislerinden hızla topluma yayıldı; kahvede parmak hesabı yapmayı bilen amcadan doktorasında öğrendiği şık kavramları dolgun danışmanlık maaşına tedavül etmede sabırsız sosyal bilimciye kadar bütün “entelektüellerce” hevesle vaaz edildi. Anahtarı sağa vermek, AKP’nin açtığı kentsel rant tezgâhından nemalanan “muhalif” müteahhit için de, CHP‘nin paçalarında ücret kavgası vermeyi unutmuş sendikacı için de yani geniş halk kitlelerini pasifize etmekten çıkarı olan herkes için ideal bir bahane oldu. Rastlantı değil: Gezi gibi tarihi bir halk başkaldırısından sonra bile önce Mustafa Sarıgül’ün, ardından Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kitlelere dayatılması, Baykal’ın düsturuyla bütünüyle tutarlıdır. Baykal 2007’de bu formülle Cumhuriyet Mitingleri’ni pasifize etmişti, Kılıçdaroğlu’nun nasibine ise Gezi’yi tırpanlamak düştü.
14 Mayıs’ta vefat eden, işte Baykal’ın 2007’de ortaya attığı “AKP’yi sağ ile yenme” düsturudur. 14 Mayıs, Türkiye’de karşıdevrimin sağ ile, burjuva uzlaşması ile, demokrasi havariliği ile geriletilemeyeceği gerçeğini bir tokat gibi cumhuriyetçi kesimin yüzüne çarptı. Sağın Erdoğan’ı sarsacak bir politik seferberlik ve bütünlük oluşturamayacağı, Altılı Masa’nın yalnızca bileşimiyle değil, şekilsiz programıyla ve dağınıklığıyla da kendini gösterdi. Sağ kulvarın hiç de sanıldığı gibi boş olmadığı, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın Türk sağında temsil edilen sınıfsal-sosyal çıkarları ne kadar olabilirse o kadar tatmin ettikleri, sağı inşa politikasının olsa olsa muhalefette Erdoğan’la pazarlığa hazır, kararsız bir yedek partiler kümesi oluşturduğu görüldü. Baykal’cılığın 14 Mayıs’taki vefatı, aslında CHP’yi de 1980’lerden beri “üçüncü yol” gibi süslü kavramlarla örtbas ettiği kimlik bunalımıyla baş başa bıraktı. İşte 2024 yerel seçimleri öncesinde CHP’de görülen dalgalanmanın kaynağı budur. Bu dalganın boyu şimdi değilse yarın artacaktır ve artmalıdır. CHP’nin bundan sonraki selameti, Baykal’cılığın bu iflasını ne denli bilince çıkardığına ve onun boşalttığı ilke, ideoloji, yön envanterini nasıl doldurabildiğine bağlıdır.