Serkan Yücel
Dünya küresel çelişkilerin yükseldiği bir dönemden geçiyor. 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bozulan iki kutuplu dünya düzeni, yerini uzunca bir süredir devam eden emperyalist tahakküme bıraksa da son yıllarda Çin öncülüğünde yaşanan dengelenme, yeni kutupların ve çelişkilerin keskinleşmesine katkıda bulunuyor.
Bu gelişmenin ortaya çıkardığı sonuçlar da 2010’ların ortalarından itibaren sertleşen Çin-ABD ticaret savaşında ve Rusya’yı kuşatma projesinin bir yansıması olarak ortaya çıkan Ukrayna savaşında somutlaşıyor.
Çin ekonomisinin Deng Şiaoping döneminden beri süren olağanüstü ekonomik performansının ulusal ölçekte başarıya ulaşmasının ardından yeni pazarlarda (bir taraftan siyasi hegemonyasını da artıracak biçimde) faaliyet yürütmeye devam etmesi, çelişkinin artmasına sebep olan önemli gelişmelerden biri. Hesaplamalar da zaten dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan Çin ile ABD’nin önümüzdeki yıllarda eşitleneceğini öngörüyor.
Ayrıca Çin’in Modern İpek Yolu Projesi ve Afrika-Latin Amerika başta olmak üzere çevre ülkelerde artan ticari hegemonyası da bu çelişkinin ürünlerinden birisi. Diğer yandan Rusya’nın Afrika, Ortadoğu, Asya ve Latin Amerika’daki hegemonyasının artması da benzer bir etkiye sahip.
Son yıllarda ortaya çıkan ‘dolar hegemonyasına dönük alternatif arayışları’ ise bu kutuplar arasındaki mücadelenin en çok öne çıkan noktalarından biri. ‘De-dolarizasyon’ olarak da anılan bu süreçte, uluslararası ticarette ana değişim aracı olarak kullanılan doların hegemonyasının azalması amaçlanırken, yuan ve ruble başta olmak üzere diğer ulusal para birimlerinin kullanılması hedefleniyor.
Bu yazının ana konusunu oluşturan de-dolarizasyon kavgasını ve Çin ile Rusya’nın uluslararası ticarette kendi rotalarını oluşturma sürecini takip edebilmek birçok açıdan önemli. Bu takip, her şeyden önce liberal demokratların toplumu veya siyaseti anlamak için kurduğu ikilikleri ve kavram setlerini yanlışlamak, dünyada olup bitenin özünü inceleyebilmek için gerekli.
Eşyanın özü ve görünüşü zaman zaman birbirinden farklı olabilir. Mevcut siyasal sistemde görünüşü özden farklılaştırma görevi de bu sistemin avantajlarından yararlanan liberal ideologların elinde bulunmakta. Onlara göre, ‘İnsanlığın önündeki temel sorun, liberal demokrasi ile illiberal otokrasi arasındadır.’ Soğuk Savaş döneminden kalma bu ‘özgür dünya’ ve ‘otoriter dünya’ ikilemi, maalesef 2000’lerin başından itibaren tekrar dolaşıma sokulmuş ve özgürlükçü batılı demokrasilere karşı doğulu otokratların mücadele ettiği yönündeki söylem geliştirilmiştir.
Bu söylem bir süredir Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmeleri de aynı eksende ele alıyordu. Bu ideologlar, AKP iktidarının ikinci yarısında Türkiye’nin Avrupa Birliği ve ABD ekseninden koparak Avrasya-Çin eksenine girdiğini, bu nedenle de otoriterleştiğini ileri sürdü. Ancak Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmeleri bu eksende ele alan liberallerin yanıldığı nokta, egemen sınıfların ve onların işbirlikçisi olan politikacıların aslında paranın yönünü takip ettiği gerçeğiydi.
Bizim de ticaret savaşını ve de-dolarizasyon sürecini ele alırken varmaya çalıştığımız önemli noktalardan biri, Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkeler arası ilişki ve çelişkilerin bu süreçlerden ne ölçüce etkilendiğini ortaya koymak olacak.
DOLARİZASYON VE DE-DOLARİZASYON NEDİR?
Peki nedir bu de-dolarizasyon? Her şeyden önce de-dolarizasyonu anlayabilmek için önce dolarizasyonun yani kısaca ‘dolar hegemonyası’nın tarihine değinmekte fayda var.
İkinci Büyük Savaş’ın sona ermesine yakın Temmuz 1944’te ABD’nin Bretton Woods kasabasında toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı, yeni bir küresel finans sistemine geçildiğini ilan etmişti.
Bu konferansa 44 ülkenin temsilcileri katıldı ve Romanya dışındaki sosyalist ülkeler fona üye olmayarak sistemin dışında kaldı. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) da kurulduğu bu toplantıda altına dönüştürülebilen tek para biriminin dolar olmasına karar verildi. Böylece diğer para birimlerinin değeri de dolara göre ayarlanacaktı.
Anlaşmadaki Amerikan egemenliğinin sebebi kuşkusuz ABD’nin ikinci dünya savaşı sonrasındaki kazançlı konumuydu. ABD, ikinci büyük savaştan (İsviçre’yi saymazsak) kredi veren tek ülke olarak çıkmıştı.[i]
Bu toplantıda doların hegemonyası ile ilgili yeni bir çerçeve oluşturuldu. Sistemin esası, her para biriminin dolara göre belirlenmiş olmasıydı. Ayrıca diğer para birimlerinin dalgalanmasına yüzde 1’lik sınırlar içinde izin veriliyordu. Bir ülkenin para birimi yeniden değerlenecekse bunun için belirli şartları taşıması gerekecekti. 35 ABD doları da 1 ons altına sabitlenecekti.
Savaştan en güçlü çıkan ekonominin ABD olması ve savaş nedeniyle yaşanan yıkımdan etkilenen diğer ülkelerin ABD’nin desteğine ihtiyaç duyacak olması bu sistemin en önemli ayaklarından birini oluşturmuştu. Bretton Woods’ta oluşturulan IMF aracılığı ile ihtiyaç duyan ülkeler de kredi alacaktı. Böylece bugünkü bağımlılık ilişkisinin temelini oluşturan sistem de kurulmuş oldu.
Bu anlaşmanın ardından geçen yıllarda ABD hegemonyasının önemli araçlarından birisi ise Marshall yardımları olacaktı. Truman’ın dışişleri bakanı George Marshall’ın adını taşıyan bu program için toplam 12,5 milyar dolar harcandı. Bu planın temel görevi, ikinci büyük savaştan sonra Atlantik ekseninde oluşan küresel iş bölümü sistemini güçlendirmekti.
Almanya, Japonya gibi savaşta yenilen ülkeler, bu iktisadi ve mali hegemonya aracılığı ile düzene tam entegrasyon sağladı ve sınai anlamda büyük atılım yaşadı. Türkiye ve Yunanistan gibi çevre ülkelerde ise tarımsal programlar uygulanarak Sovyet tehdidine karşı batı ekseninin sınırlarına önemli bir siper kazıldı.
Bu programın askeri olarak tamamlayıcısı ise kuşkusuz Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) oldu. Ayrıca inşa edilmeye çalışılan yeni düzen, Sovyet alternatifini kendine her zaman tehdit hissederken Çin devrimi gibi olaylar da bu hegemonya savaşına ket vurmuştu. Bu nedenle küresel sistem oluşurken bu unsurlara karşı kullanılacak CIA ve NSA gibi yapılar da 40’lı yılların sonuna kadar örgütlenmesini tamamladı.
1970’lere gelindiğinde ise ABD ekonomisinin taşıdığı risklerin finansal çalkantılarla birlikte daha da artması ve Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki ekonomik rekabet, Bretton Woods sisteminin ömrünü tamamlamasına neden oldu. İngilizlerin 1967’de yaptığı sert devalüasyon yüzde 1 kuralını fiilen ortadan kaldırırken ABD yönetimi altın rezervinden büyük harcamalar yapmak zorunda kaldı.
Vietnam savaşında yapılan büyük bütçe harcamaları ve devalüasyonlar gibi sebeplerle doların altınla karşılanamaz hale gelmesi de sistemin sürdürülmesini olanaksız kıldı. Bu gelişmelerin sonucunda dönemin ABD Başkanı Richard Nixon, 1971 yılında Bretton Woods’u resmen sona erdirdi.
Bretton Woods sisteminin çökmesinin ardından dünya ABD öncülüğünde neoliberalizme hızla giderken, 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılması ve 2000’lere gelindiğinde Çin’in yüksek büyüme ve kalkınma aracılığı ile küresel düzendeki yerini sağlamlaştırması da içinde bulunduğumuz sistemi şekillendirdi.
2008 krizi, Rusya’nın yeni bir küresel güç olarak yerini alması, Rusya’ya karşı girişilen kuşatma girişimi, Ortadoğu’da ve Latin Amerika’da yaşanan gelişmeler, Çin Ticaret Savaşı ve bunlara paralel olarak yaşanan bir dizi gelişme dengeleri son haline getirdi.
ÇİN DOLAR HEGEMONYASINA KARŞI
Ancak mevcut denklem yeni uluslararası gerilimleri de beraberinde getirdi. Bu gerilimlerin en önemlilerinden birisi ise yine ABD doları üzerinden oldu. Çin basınına göre doların statüsü, askeri güç ve Atlantik ittifak sistemiyle birlikte ABD’nin küresel üstünlüğünü sağlayan üç unsurdan biri.
Günümüzde ABD, küresel ticaretin yalnızca onda birini gerçekleştirse de bu ticaretin yaklaşık yarısı dolar olarak faturalandırılıyor. Yani ABD ile ilgisi olmayan iki ülke (Örneğin Brezilya ve Türkiye) kendi arasında ticaret yapıyor ve bu ticaretin faturası ABD’nin para birimi ile ödeniyor.
ABD para birimine olan bu orantısız bağımlılık daha önce dünyadaki çoğu ülke tarafından geniş çapta kabul görüyordu. Ancak zamanlarda giderek daha fazla ülke dolara olan bağımlılıklarını azaltma isteğini dile getirmeye başladı.
Çin’in küresel ticaret içerisindeki gücünün artması ve Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle Moskova’ya uygulanan ambargo nedeniyle Rus enerji ürünlerinin alternatif ülkelere satılmaya başlaması, Güney Amerika ülkelerinin kuşatmadan sıyrılma isteğinin artması, Kuşak ve Yol girişimi ve Körfez ülkelerinin görece daha özerk davranmaya başlama eğilimi, oluşturulan dolar eksenli sisteme yönelik arayışların son yıllarda artmasına sebep oldu.
Ekonomik altyapısı sağlam ülkelerse bunun alternatiflerine yönelik hamlelerini artırdı. Örneğin, Tass Haber Ajansı’nın Rusya Maliye Bakanı Anton Siluanov’dan aktardığına göre, Çin ve Rusya arasındaki ticaretin yüzde 70’inden fazlası artık yuan veya ruble cinsinden yapılmaya başlandı. Bu ticaretin artmasında iki ülke arasında kurulan sağlam finansal altyapı da etkili oldu.
Başta BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkeleri olmak üzere, aralarında Fransa gibi AB’nin merkezi ülkelerinin de bulunduğu ülkeler zaman zaman uluslararası ticarette dolara karşı alternatifler gerektiğine dair çıkışlar gerçekleştirdi.
Geçtiğimiz ay, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Avrupa’yı ABD’nin ‘tebaası’ olmaktan kaçınmak için ABD dolarına olan bağımlılığını azaltmaya çağırdı. Avrupa’nın silah ve enerji için ABD’ye bağımlılığını artırdığını ve şimdi Avrupa savunma sanayilerini geliştirmeye odaklanması gerektiğini savunan Macron, dolara olan bağımlılığın azalmasının önemini “İki süper güç arasındaki gerilim tırmanırsa… stratejik özerkliğimizi finanse edecek zamanımız ve kaynağımız olmayacak ve bağımlı hale geleceğiz” sözleri ile anlattı.[ii]
Burada Macron’un açıklamaları ilk bakışta şaşırtıcı olsa da Avrupa’nın ABD’ye olan tabiiyetinin yarattığı sorunlar göz önüne alındığında bu çıkışın normal olduğu görülecektir. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında getirilen yaptırımlar ile bunun sonucunda yaşanan enerji sorunları ve enflasyon, Avrupa’da pek çok politikacı ve uzmanın itirazlarına ve siyasi sorunlara sebep oldu.
Kuşkusuz Avrupa liderlerinin kendi ulusal çıkarlarını ABD çıkarlarına göre şekillendirmesi ve halkın alım gücünü ABD egemenlerinin çıkarına değişmesi de o ülkelerin içerisinde ciddi gerilimleri tırmandırdı.
Macron’dan bir hafta sonra ise Şangay’da eski Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousef’in yöneteceği Yeni Kalkınma Bankası’nın töreninde konuşan Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, gelişmekte olan ülkeleri uluslararası ticarette ABD dolarını kendi para birimleriyle değiştirmek için alternatifler oluşturmaya çağırdı.
Lula, hapishane hücresinden 2019’da yaptığı bir röportajda, BRICS’in kurulmasının ardındaki mantığın “ABD dolarından bağımsız olmak için kendi para birimlerini yaratmak” olduğunu söylemişti. Lula ayrıca 2023’te iktidara geri döndükten sonra yaptığı ilk açıklamalardan biri 5 ülkenin para birimlerinden oluşan bir döviz sepetine dayalı alternatifler geliştirme planını açıkladı. [iii]
DOLAR HEGEMONYASINA NEDEN KARŞI ÇIKILIYOR?
Kuşkusuz dolarsızlaşmanın Rusya başta olmak üzere ABD ile gerilimi olan ülkelere en büyük getirisi, bu ülkelerin para birimlerini ve merkez bankalarını güçlendirmek olacak. Burada her şeyden önce dolar dışı para birimleri ile yapılacak ticaret sayesinde ilgili ulusal para birimlerine olan talebin artırılması ve ticaret ortakları arasında doğrudan bir para birimi takası yapılması hedefleniyor.
Örneğin, Rus doğalgazını ruble ile satın almak isteyen bir ülke piyasadan ruble toplamak zorunda kalıyor. Ya da ülkeler arasında takas hatları (SWAP) açılıyor. Bu da rublenin değerlenmesine ya da Rusya Merkez Bankası’nın rezervlerinin güçlenmesine neden oluyor. Ayrıca Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkartılması nedeniyle dolara erişim için aşırı maliyetli araçların kullanılmasına gerek kalmadan ülkelerin kendi ödeme sistemleri üzerinden kolayca alışveriş yapmaları sağlanıyor. Bu da kuşkusuz yaptırımların etkisinin hafifletilmesine yardımcı oluyor.
Dolar hegemonyasına dönük itirazlardan en önemlisi, paranın bir değişim aracı olma işlevini kaybederek siyasi bir silah haline gelmesi olmuştu. ABD ile ters düşen herkesin finansal bir tehdit altında kalması her şeyden önce bir güvenlik sorunu olarak görülüyor. Örneğin, ABD Merkez Bankası (Fed) ve İngiltere Merkez Bankası’nın merkezi rolleri nedeniyle çeşitli ülkelerin rezervlerini saklaması sonrasında Rusya, Afganistan ve Venezuela gibi ülkelerin bu ülkelerdeki rezervlerine el konulmuş ve buna uluslararası kamuoyunda herhangi bir karşı ses çıkmamıştı.
Aynı şekilde Rusya’nın, İran’ın ve Küba’nın maruz kaldığı ambargolar, ülkenin finansal silah aracılığıyla ekonomisini çökertme girişimi olarak kabul edilebilir. Yine ekonomisi ve mali sistemi kırılgan ve aşırı dolarize olan pek çok ülkenin döviz kurlarının (Türkiye’de Rahip Brunson krizi, Venezuela, Arjantin ve Lübnan’da yaşanan gelişmeler) krize açık olması da bu hegemonyanın yarattığı tehditlerden bir tanesi.
Bu eksenden bakıldığında para biriminin yalnızca ödeme aracı değil, aynı zamanda siyasi bir araç olarak kullanıldığı açık. Özellikle ABD için doların siyasi bir silah olduğu durumda, Brezilya’nın, Çin’in ve Rusya’nın buna alternatif geliştirmeye çalışması da oldukça anlaşılır görünüyor.
Yine ABD’nin dış borcunun son yıllarda aşırı artması ve ABD ekonomisinin kırılganlığındaki artış da ülkeleri endişelendiren unsurlardan birisi. Diğer taraftan ABD’nin likiditeyle oynayarak belirlediği para politikasının çevre ülkelerin ekonomilerini doğrudan etkilemesi ve ekonomilerin dış etkilere aşırı açık olması da pek çok ülkenin mücadele etmesi gereken durumlardan biri.
Zaten Çin basınına göre de bu dolarsızlaşma eğilimini başlatan Çin veya başka bir ülke değil, ABD’nin kendisi. Çinlilere göre insanların savaştığı şey ABD doları değil, ABD doları hegemonyası ve bunun sebebi tek taraflı yaptırımlar gibi davranışlar.[iv]
DEDOLARİZASYONUN ÖNÜNDEKİ ZORLUKLAR
Tüm bu çabalara rağmen ikili ticaretin ulusal para birimleri ile yapılmasının önünde büyük zorluklar da bulunuyor. Öncelikle ABD’nin küresel ticaret içerisindeki hâkimiyeti ticarette ağırlıklı olarak dolar kullanılmasını zorunlu kılıyor.
Dünya Bankası verilerine göre, 2020 yılında küresel ticaretin yüzde 13,5’inin ABD ile gerçekleştirildiği görülüyor. Çin ise yüzde 10 ile ikinci sırada bulunuyor. İkili ticaret hacimleri incelendiğinde Çin’in Rusya ile ticaretinin ABD ile ticaretine kıyasla oldukça küçük olduğu görülüyor. Veriler dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin büyük ölçüde ABD ile ticaret yaptığını ve dolara bir anlamda bağlı olduğunu gösteriyor.
Ayrıca merkez bankalarının döviz rezervleri incelendiğinde dolar, euro, yen, sterlin ve İsviçre gibi paraların rezerv para konumunda olduğu görülürken ruble, TL, Brezilya reali vb. para birimlerinin rezerv para konumunda olmaması da kendi ülkeleri dışındaki ülkelerin alışverişlerinde kullanılmasını zorlaştırıyor.
Öte yandan ABD’nin mevcut kurumsal alt yapısı ve halihazırdaki ekonomik gücü de dolar hegemonyasına karşı mücadele eden ülkelerin önündeki bir başka engel. IMF’ye göre, merkez bankaları rezervlerinin yaklaşık yüzde 59’unu ABD doları cinsinden tutuyor.[v]
Ayrıca petrol, doğalgaz gibi emtiaların dolar üzerinden fiyatlanması dolarsızlaşmanın önündeki zorlukların başında geliyor. Yani siz doğalgazı ruble ile alsanız bile sonuç olarak dolara endeksli bir fiyatlama ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
Dolar hegemonyasına karşı alternatif geliştirmek isteyenlerin karşı karşıya kaldığı bir diğer zorluk da uluslararası ticarette ödeme alt yapısının tamamen dolar egemenliği üzerine kurgulanmış olması. ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, nisanda CNN’e verdiği röportajında doları destekleyen uluslararası ödeme ekosistemini kopyalamanın kolay olmadığını kaydetmişti.
Aynı zamanda Çinlilere göre de “hem ABD hem de dolar dünya meselelerinde daha uzun yıllar merkezi bir rol oynamaya devam edecek.”
Ancak bu zorluklara rağmen Çinliler, gelişmekte olan ekonomilerin küresel zorluklarla ortaklaşa mücadele etmesi ve finansal istikrarı koruyarak iş birliğinin güçlendirilmesi isteğini her yerde dillendiriyor.
Çin basınına göre, “ABD dolarının hegemonyasının kırılabileceğini çoktan kanıtladı.” Ayrıca doların ağırlığının gitgide azalması, Çin’in gücünün artması ve üçüncü taraf ülkelerin dolar egemenliğine karşı tavrı, artık parayı bir siyasi hegemonya aracı olmaktan uzaklaşarak bir mübadele aracı olmaya yaklaştırabilir. Bu da ABD’nin diğer ülkelere yaptırım uygulama yeteneğinin azalması ve doların siyasi bir silah olma kapasitesinin düşmesi anlamına gelecektir.
ÇİN BASTIRIYOR
Zorluklar varlığını sürdürürken Çin de alternatiflere yüklenmeyi sürdürüyor. Çin yuanı ve Rus rublesi, 2 yıl önce hayal bile edilemeyecek şekilde iki ülkenin ticaretinde artık en çok kullanılan para birimleri haline geldi.
Bu konuda Çin’in resmi yayın organlarından Global Times’a kulak verelim:
“Mevcut küresel tedarik zincirleri içerisinde silah haline getirilmiş dolar merkezli bir küresel ödeme sistemi, dolarsızlaştırmanın önünde büyük bir engel oluşturan karmaşık bir ağ kuruyor. İki yıl önce, Çin-Rusya ticaretinin sadece yüzde 30’u yuan veya ruble ile yapılırken, doların hakimiyetine son vermek neredeyse imkânsız görülüyordu. Ancak gerçek farklı bir hikâye anlatıyor: Dolarsızlaştırma kısa süre içinde böyle bir ortamda gerçekleşti. (…)
Küresel ekonomik belirsizliklerin ortasında, gelişmekte olan ekonomiler küresel zorluklarla ortaklaşa mücadele ederek ve finansal istikrarı koruyarak finansal ve para birimi iş birliğini güçlendirmeli.”
Çinliler bu konudaki fikirlerini açıkça ifade ederken bir yandan da Modern İpek Yolu gibi projelerle yeni ticaret rotası oluşturuyor. Ayrıca Pekin yönetimi, Afrika, Güney Amerika gibi bölgelerdeki ekonomik etkinliklerini artırmaya da devam ediyor. Bu gelişmeleri, Çin’in uzun süredir yumuşak gücü ve ekonomik etkinliği ön plana koyarak geliştirdiği politikanın meyvelerini alması olarak okuyabiliriz.
Örneğin, dünyanın en büyük e-ticaret şirketlerinden Alibaba’nın Avrupa pazarına rahatça girememesi nedeniyle Türkiye’de Trendyol’u satın alıp hem Türkiye pazarında e-ticaret tekeli haline gelmesi hem de Amazon gibi batı merkezli şirketlerin hâkim olduğu Avrupa pazarına bu araç yoluyla girmesini de bu süreçlerin bir parçası olarak ele alabiliriz.
SONUÇ
Son olarak, yukarıda anlattığımız tüm bu gelişmelerin önemli siyasal sonuçları olacağını söylemek yanlış olmaz. Öncelikle ekonomik hegemonya, genel siyasi mücadelenin sadece bir ayağı. Rusya’nın Ukrayna’da kullandığı gibi askeri güç devreye girdiğinde sahada belirleyici olan da kuşkusuz bu oluyor. Dolayısıyla Suriye iç savaşının, Yemen’in, Batı Afrika’daki askeri darbelerin vb. askeri mücadelelerin sonucunda yaşanacak gelişmeler bu aşamada paranın yönünü de tayin edecek.
Türkiye’nin politik ikliminde yaşanacak gelişmeler de aynı şekilde bu yönün geleceği açısından tayin edici. Yukarıda güncel siyasetteki gelişmelerin demokrasi ve otoriterlik ikileminde okunamayacağını söylemiştik. Örneğin Türkiye’de TÜSİAD’ın ve büyük sermayenin sözcülüğünü yapan batıcı muhalefet AKP’yi Rusya’nın desteklediğini, seçimlere Rusya’nın müdahale ettiğini söylerken bunu özgür dünyayı ve demokrasiyi savunmak adına değil; İngiliz, Avrupalı ve ABD’li sermayeye Türkiye’yi açmak istediği için söylüyor. Tersinden iktidar da Rusya ile veya Körfez’le kurduğu ilişkide Türkiye’ye tayin etmek istediği ekonomik ve diplomatik rolü ön planda tutuyor.
Yani Rusya ile ikili ticarette dolarsızlaşma sürecine ve Çin’in yeni ticaret rotaları oluşturması gibi jeopolitik gelişmelere Türkiye’nin verdiği destek, ülkenin içinde bulunduğu konum ve ticari ilişkiler ekseninde okunmalıdır. Her şeyden önce Körfez, Çin ve Rusya gibi ticaret ortaklarıyla ilişkinin geliştirilmesi, ihracatçıların, AKP ile yakın ilişkideki sermayenin ve büyük enerji şirketlerinin çizdiği çerçeveye oldukça uygun.
Bu durum kuşkusuz sola da önemli bir tartışma hattı çiziyor. Tüm bu gerçekler dikkate alındığında, Sovyetler Birliği’nin var olmadığı ve sosyalizmin belirleyici bir unsur olarak yer almadığı küresel ortamda sosyalistler doğal olarak siyasetlerini yalnızca dış politikadaki eksen üzerinden değil, ulusal ölçeği dikkate alarak yapmalı ancak iç politikanın dünyayı anlamaktan uzak kısır tartışmalarından da gerektiğinde sıyrılmayı bilmelidir.
Ancak sosyalistler, bu ülkenin içerisinde bulunduğu bağımlılık ilişkisi ele alındığında NATO’yu, IMF’yi ve ABD’yi düşman olarak görüyorsa batıcı muhalefetin argümanlarına da rezervsiz yaklaşmamalı, diğer taraftan ulusal ölçekte siyaset yaptığını unutmadan AKP’nin bu ülkede yarattığı büyük tahribatın da karşısında durmalıdır.
[i] Varufakis, Yanis. (2005), Küresel Minotauros Amerika, Avrupa ve Küresel Ekonominin Geleceği (İstanbul: Encore Yayınları) (Çev: Ferhat Kohen).
[ii] Politico (2023), https://www.politico.eu/article/emmanuel-macron-china-america-pressure-interview.
[iii] China Daily (2023), https://www.chinadaily.com.cn/a/202304/24/WS6445c0aaa310b6054facf4d6.html.
[iv] Global Times (2023), https://www.globaltimes.cn/page/202304/1289865.shtml.
[v] https://www.imf.org/en/Blogs/Articles/2022/06/01/blog-dollar-dominance-and-the-rise-of-nontraditional-reserve-currencies